Ahmet ERDOĞDU


8 MART ULUSLARARASI KADIN GÜNÜ KUTLAMALARINI BİLGİ VE BİLİNÇLE HAK ETMEK


/resimler/2016-3/7/1203176707387.jpgSayın Hikmet ULUĞBAY, 8 Mart Dünya Kadınlar günü ile ilgili olarak yaptığımız söyleşide okuduğu 12 kitaptan yola çıkarak kadınların dünyaya geldikleri andan itibaren erkek baskısıyla adeta köle gibi görüldüklerini ve bunun çağlar gelişse de asla düzelmediğini anlattığı söyleşimizi özetleyerek veriyoruz.

Benim sorgulamak ve okurların da sorgulamasını istediğim husus, ülkemizde Dünya Kadınlar Günü´nü ne denli bilgili ve bilinçli olarak kutladığımızdır. Diğer bir deyişle, Dünya Kadınlar Günü´nü kutlarken, ülkemiz ve dünya tarihi boyunca kadınların karşı karşıya bırakıldığı zorluklar, dayatmalar, haksızlıklar, ayırımcılık, kıyımlar, şiddetler ve zulümleri biliyor muyuz, biliyorsak ne kadarını biliyor ve ne kadarını anımsıyoruz? Bu konuşmamı okuma fırsatını bulanlara da bir önerim olacak. Sizlere tanıtacağım kitaplardan en az bir veya ikisini kendileri satın alıp okudukları gibi, eşlerine, kız ve erkek çocuklarına mutlaka okutmalarını isterim.

 ?Osmanlı Kadın Hareketi? Serpil Çakır,

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Serpil Çakır, Osmanlı Kadın Hareketi isimli kitabını, yaklaşık 1868-1915 döneminde yoğunlukla İstanbul´da yayınlanan çeşitli kadın dergilerinde yer alan yazıları ve bu dergilere gönderilen mektupları temel alarak hazırlamıştır. Dolayısı ile o dönemde Osmanlı Devletinde yaşayan kadınların duygu ve düşüncelerinin özgün sesini yansıttığını söylemek doğru olur.

Çakır´ın kitabında ?Biz kadınlar yıllarca kendi geçmişimizden habersiz yaşadık? Oysa bilmeden, tanımadan, yaşanmadan kadın gerçekliği ortaya konamaz ve gerçekçiliği hakkında bize ulaştırılan bilgiler de önyargılardan bağımsızlaştırılamaz. Bu nedenle, önyargılarla dolu bilgilerin yani bilgisizliğin yerine kadınlar için yeni bilginin oluşturulması gereklidir. Bu bilgiyi oluşturacak olan ise, bu pratiği yaşayan kadınlar olacaktır. 1882 yılına kadar kadına Osmanlı istatistiklerinde yer verilmediğini, kadını bırakın insan yerine koymayı sayısal bir veri olarak belirtmeye bile gerek görmemiş Osmanlı İmparatorluğu.?

/resimler/2016-3/7/1205231866076.jpg68 yılında yayına başlayan ?Terakki? (gelişme-ilerleme) gazetesi, 1869 yılında haftada bir çıkardığı ?Terakki-i Muhadderat? başlıklı dergisinde kadınların mektuplarına yer vermeye başlamıştır. Derginin adını ?Müslüman kadının İlerlemesi? veya ?Örtülü Kadınların ilerlemesi? olarak günümüz diline çevirebiliriz. ?Şurasını iyi bilmek gerekir ki, ne erkekler kadınlara hizmetkâr, ne de kadınlar erkeklere cariye olmak için yaratılmıştır. Erkekler hüner ve marifetleri ile hem kendilerini, hem de hepimizi geçindirebiliyorlar da, biz niçin bilgi ve hüner kazanmaya kudretli olamıyoruz? El ve ayak, göz, akıl gibi vasıtalarda bizim erkeklerden ne farkımız vardır? Biz de insan değil miyiz??

1895-1908 döneminde 13 yıl boyunca yayını 604 sayısına ulaşan ?Hanımlara Mahsus Gazete?den alıntılanmış ,?Bir toplum ailelerin birleşiminden oluşur. Ailede bir bölüm yani erkekler bilimsel bilgiyle donanır ve kadın yoksun kalırsa, o aile ve bunlardan oluşan toplum pek ileri gitmez. (Ailenin ve toplumun) tüm üyelerinin bir arada gelişmesi lazımdır. ? Kadın ne derecede bilgili olursa onun terbiye kucağında büyüyecek çocuk o kadar yüksek terbiye görür. İleride üyesi olduğu toplumun gelişmesine, mutluluğuna çalışacak (olan) bu çocuktur.?

Osmanlı Kadın Hareketleri kitabında yer alan ve 1911 yılında Kadın Dergisinde yayınlanmış bulunan ?Kadınların Fikri ve İçtimai Terakkisine Çalışır Risale? kesinlikle bir kadın isyanının manifestosudur. ?Akşam bir okka (1283 gram) ekmekle hayatı, mukaddesatı (kutsal sayılan her türlü inancı) satın alınan bu biçareler her şeylerini mülevves (kirli, pis) bıyıklarını burarak emreden erkeklere medyundurlar (borçlu hissederler). Onların dini, vicdanı, izzet-i nefsi (onurları), namusu, fikri, hissi yoktur; bir köpek gibi vahşi ağır tekmeler altında inler; ayaklar öper; namusuna söğülür, sükût eder (susar); izzet-i nefsi (onuru), bir kadın için her şeyi demek olan izzet-i nefsi ayaklar altına alınır, ağlamakla mukabele eyler. Hele ses çıkarsın, Allah´ın söylemek için yarattığı dilini biraz tahrik etsin (hareket ettirsin)bütün bu hakaretlerle, dayaklarla teskin edilemeyen (yatıştırılamayan) vahşetin son şekli ?Boşsun mel´un´ istifra´ı (sözlerinin kusulması) olur.? ?Kadınları cahil bırakınız, okutmayınız ? diyen bir din (anlayışı) bence münkerdir (dini inkâr etmektir). Maksat pek açık, pek aşikâr: Bizi mazlum, küflü, sefil bırakmak istiyorlar. Tenevvür (aydınlanma) onların işine gelmez.?

Prof. Dr. Çakır´ın nitelikli araştırmasından buraya kadar alıntıladığım birkaç cümle dahi Osmanlı toplumundaki kadınların Cumhuriyet devrimlerini, nasıl susamışlıkla ve özlemle beklediklerini göstermeye yeterlidir.

?Kadın ve Sosyalizm?, August Bebel

August Bebel (1840-1913)önde gelen Alman sosyalistlerindendir. İlkel toplumlardan 19 uncu yüzyılın son çeyreğine değin kadının toplumlardaki konumunu, yaşadığı baskı, zulüm ve sorunları incelediği ?Kadın ve Sosyalizm? isimli kitabını 1879 yılında yayınlamıştır. Prof. Dr. Serpil Çakır´ın ?Osmanlıda Kadın Hareketleri? isimli kitabından sonra okurlarımıza dünyada ve özellikle de Alman toplumunda kadınların tarihi konusunda geniş bilgi içeren ve yayınlandığını izleyen yıllarda büyük tartışma konusu olan kitabının giriş bölümünde; ?? Bir çok kişi, kadın sorunu olmadığını iddia eder, çünkü şimdiye dek kadının işgal ettiği ve gelecekte de işgal etmesi gereken konum, onu eş ve anne olarak belirleyen ve yuvayla sınırlayan ?doğa mesleği´yle verilmiştir. Dört duvar dışında olup bitenler ya da ev içi görevleriyle yakın bağıntıda olmayan şeyler kadını ilgilendirmez.? ? ? Kadının bedensel ve ruhsal açıdan bağımsız olması ve böylelikle diğer cinsin lütfuna ve merhametine bağımlı kalmaması için ekonomik açıdan da bağımsız olması gerektiği söylendiğinde sabırları taşıyor, öfkeleri kabarıyor ve ardından ?zamanın çılgınlığı´ ve ?delice hak eşitliği çabaları´ üzerine şiddetli bir suçlama seli geliyor.?

/resimler/2016-3/7/1206241086023.jpgBebel, ?İlkel Toplumda Kadının Konumu? başlıklı bölüme şu saptama ile başlamış; ?Kadının ve işçinin ortak yanı, ezilen olmalarıdır. Kuşaklardan beri süregelen koşullar sonuçta alışkanlık halini alır ve kalıtım ile eğitim bunun her iki taraf açısından ?doğal´ görünmesine yol açar. Kadın, köleleşen ilk insandır. Kadın, köle var olmadan önce köle olmuştur.

Bebel, antik çağ Yunan toplumunu anlattığı bölümde ana soyluluktan baba soyluluğa geçişin kadının toplumdaki yerini etkileyişini de ayrıntı ile ele alır. ?Kadının özgürlüğü artık son bulmuştur. Evden dışarı çıktığında, başka bir erkeğin arzusunu uyandırmamak için örtünmek zorundadır. Kadın gerçi erkeğin yatağını paylaşır, ama masasını paylaşamaz, ona adı ile hitap etmez, ?Bey´ der, onun hizmetçisidir. Resmi olarak hiçbir yerde görünemez, sokakta her zaman örtülü ve son derece basit giysili dolaşır. Zina yaptığında Solon yasasına göre suçunun cezasını hayatıyla ya da özgürlüğü ile ödemek zorundadır. Erkek onu köle olarak satabilir.?  

Kitap Yahudilik inancının geliştiği uzun süreci de mercek altına almakta bu inanç sistemi içinde kadının haklardan yoksun oluşu ve evliliğin nasıl bir temele dayandığını da incelemektedir. ?Kadının Yahudilerde daha sonra aldığı düşük konumun bir başka göstergesi, kadınların bugün (1870 ler ) bile sinagogda, erkeklerden ayrı bir yerde ibadete katılmalardır, duaya dahil edilmezler. Eski Yahudi görüşüne göre kadın cemaate dahil değildir; o, dini ve siyasi bakımdan bir sıfırdır. On erkek bir araya geldiğinde, beraber ibadet yapabilirler. Sayıları ne olursa olsun kadınlar bunu yapamaz.?

Bebel, Roma İmparatorluğu döneminde kadınlar üzerindeki baba egemenliğinin babanın yaşadığı sürece evli kadın üzerinde de devam ettiğine ve evlenme şekil ve usullerine ilişkin örnekleri anlatmakta ve giderek bu ülkede ahlaki yozlaşmanın nasıl başlayıp sürdüğünü ve çöküntüye gidiş sürecini de açıklamaktadır.

Hıristiyanlığa göre kadın, yeryüzüne günahı getiren ve erkeği mahveden, pis baştan çıkarıcıdır. Bu sebeple havariler ve kilise papazları evliliği her zaman, bugün (1870 ler)fahişelik için söylendiği gibi, zorunlu bir kötülük olarak gördüler. ?Kadın, sen sürekli paçavralar ve yas içinde dolaşmalısın, insan soyunu mahvettiğini unutturmak için, gözlerin yaşla dolu olmalı, bakışların pişmanlığı göstermelidir. Kadın! Sen cehennem kapısısın!´ Ve ?İnsan soyu yok olsa da, evlenmeme yolu seçilmelidir.? Kitapta, bu görüşlerin nasıl evlenme karşıtlığını beslediğini ve en azından din adamlarının evlenmemesinin nasıl kurumsallaştığı da anlatılmaktadır.

/resimler/2016-3/7/1207284837264.jpgMartin Luther´in, Roma kilisesinin uygulamalarına karşı çıkıp, Protestanlık akımını başlattığında birçok önemli söylemleri de gündeme getirmişti. Bunlardan birisi de evlilik üzerine söylemleridir. ?Erkek olmamak ne kadar benim elimde değilse, erkeksiz olmak da o kadar az senin elindedir, çünkü erkeğin bir kadına, kadınınsa bir erkeğe sahip olma zorunluluğu, özgür bir irade ya da öğüt değil, gerekli, doğal bir şeydir.?   ?Sanayileşme ile birlikte kadınların fabrikalarda çok sağlıksız koşullarda çalışmaları yanında, çalışan kadınların çocukları da çok büyük bedeller ödemiştir.?  

Almanya´nın ünlü filozoflarından Arthur Schopenhaur,  ?Kadın büyük işlere yetenekli değildir. Onun karakterinde edim değil, acı çekmek vardır. Hayatının günahını doğum sancıları, çocuk kaygısı, erkeğe bağımlılıkla öder.?

Fuhuş ve kadın ticaretinin nasıl geliştiği irdeler. 19 uncu yüzyılda İngiltere, Almanya, Fransa ve ABD´de kadınların işgücüne katılım oranlarındaki gelişmeler istatistikler eşliğinde açıklanırken, 19 uncu yüzyılın son çeyreğinde bile kadınların üniversitede okumalarına yönelik olarak çıkarılan engeller konusunda, ABD ve Avrupa´dan örnekler verilmiştir.

1888 yılında piskopos J. N. Wood, ?? kadın daha yüzyıl önce masada yemek yiyemiyor ve kendisine soru sorulmadan önce konuşamıyordu. Yatağın üzerinde kocasının erkinin işareti olarak bir kırbaç asılıydı; kadın huysuz davrandığında erkek onu kullanabilirdi. Kadının buyruklarını yalnızca kız çocukları dinlemek zorundaydı; oğulları için o yalnızca bir hizmetçiydi.?

?Kadının Gizlenmiş Tarihi? Sheila Rowbotham,

İngiltere´de I. Dünya Savaşı öncesinde kadınlara seçme hakkı verilmemişti. Savaş sonrasında 1918 yılında 30 yaş üzerinde ve belirlenen minimum gayri menkule sahip kadınlara oy hakkı tanınmıştı, 21 yaş üstü kadınlara bu tür kısıtlamalar olmaksızın oy kullanma hakkının 1928 yılında verilmesinde ise, kadınların o dönemde sürdürdükleri mücadele yanında, Savaş döneminde üstlendikleri görevlerde kanıtladıkları yararlılıklarının da çok önemli rolü olmuştur. ?Kadınlar, hemşire olarak ve savaş araç ve gereçleri ile ilgili işlerde çalışıyor, savaş için harcanan çabalarda yazmanlık görevlerini dolduruyorlardı. Bu yalnızca savaş makinesine yardım etme sorunu değildi; savaşa giden erkeklerin yerini kadınların doldurması gerekiyordu. Kadın işgücüne bağımlılık, erkek ve kadın işleri anlayışının artık sarsılmaz olmadığı anlamına geliyordu. Kadınlar ev hizmetlerinden ayrılmış, dışarıda çalışmaya yönelmiş ve kadın işlerini küçümsemeye başlamıştı. Emekçi sınıfın kadınlarıysa madencilik işlerinde çalışan gençlerle yarı nitelikli işçilerin yerini almıştı? Bu değişiklikler ordunun emperyalist savaştaki gereksinimleri sonucunda ortaya çıkmıştı.?

 ?Osmanlı´dan Cumhuriyet´e Türk Kadını? İsmet Zeki Eyüpoğlu,

Eyüpoğlu, Giriş bölümüne şu cümle ile başlamıştır; ?En değerlisinden, en değersiz sayılana değin bütün erkeklerin anaları kadındır. Buna karşın, bütün erkekler kadına karşı saygılı değildir ?Kadının değersiz sayıldığı, yerildiği, kötülendiği bir inanç ortamında erkeğin değerini savunmak olanaksızdır .? ?Atatürk ?dünyada ne varsa kadının eseridir´ derken, kadını bir insan olarak görmenin erdemini sergilemiştir. Büyük niteliği kazanmış birçok düşünürün, bilginin, aydının kadına bakışı olumsuzdur, ancak kadın olmadan, onların varlığı da söz konusu değildir.? Cumhuriyet Yönetimi egemenliği ele geçirince, İslam ülkelerinde, yalnızca Türkiye´de kadın gerçek değerini yasaların getirdiği eşitlikle kazanmaya başlamıştır ?Bugün, İslâm toplumlarınca, kadının çağ dışı bırakılması, kadının da benimsediği bir uygulama biçimine girmiştir. Bu olumsuz eğilimin giderilmesi, uzun süreli bir eğitim uygulamasına bağlıdır.? ?Tek Tanrılı dinler içinde kadına karşı olumsuz tutumu kutsallaştırma Tevrat´ın bir becerisi olarak neredeyse 2700 yıl gündemde kalmış, Batı uygarlığının en parlak evrelerinde bile kadın bir ?değer varlığı´ niteliğinde görülmemiştir.?

 ?Doğa kimseyi kimseye kul, köle yaratmamıştır, erkeğin dişiden güçlü olması insanlar üzerinde egemenlik kurma anlamına gelmez.?

Eyüpoğlu, ?Şeriat Kadını? başlıklı bölümünde birçok gözlemde ve değerlendirmede bulunmuştur. ?Şeriat kadını erkeği vurgulayan ?insan´ kavramının dışındadır, onun görevi erkeğin gereksinimlerini yerine getirmek, çocuk doğurmak, doğurduğu çocukları babanın uygun gördüğü nitelikte büyütmektir??

?Cumhuriyet Kadını? başlıklı bölümde de, Cumhuriyet ile birlikte kadının kazandığı toplumsal konumu ve bilinci ele almaktadır. ?Cumhuriyet kadını bilimin gerçeğine, uygarlığın sürekli bir gelişim çizgisi üzerinde yürüdüğüne, düşünsel emeğin üretimine, insan değerlerinin etkinliğine, insanın bir ?değer varlığı´ olduğuna inanan kadındır. Türk kadını, çağdaş uygarlığın gerektirdiği ne varsa, hepsini Cumhuriyet´le kazanmıştır, dahası Cumhuriyet Yönetimi´nin karşısına çıkma, onu yıkma özgürlüğünü bile Cumhuriyet´ten almıştır. Cumhuriyet kadını bütün çağdaş olanaklarını Cumhuriyet Yönetimini izleyen devrimlerle kazanmıştır, bu nedenle çağdaş bir varlıktır.

?Kırsal Kesim Kadınını? ise Eyüpoğlu şöyle değerlendiriyor:. ?Kırsal kesim kadını geleneklerine, inançlarına bağlıdır, ancak bu bağlılık aile bütünlüğü içinde yaşamsal etkenlerden dolayıdır, doğrudan doğruya şeriatın öngördüğü koşullara dayalı değildir. Bu nedenle kırsal kesim kadını şeriat kadını değildir, kendi yaşam ortamında Cumhuriyet kadınıdır?Kırsal kesim kadını örtünür, ancak kullandığı örtünme giysileri peçe, çarşaf değil, yemeni, yeldirme, peştamal gibi değişik biçimli giyeceklerdir. Bu kadın gerici değildir, inançlarına bağlılığı da kentlerde yaşayan kadınların inançlarına benzemez. Bu inançlar çağların içinden süzülerek gelen, karışıp kaynaşan, yeniden yoğrulan bir birikimin ürünüdür. ? Kırsal kesim kadını büyük yerleşim yerlerine, kentlere inince, yeni bir yaşam ortamına girince Cumhuriyet kadını olmaktan uzaklaşıyor, şeriat kadını olma eğilimi gösteriyor.?

 ?Şeriat Ülkesinde Kadın Olmak? Zekiye Yüksel,

Zekiye Yüksel, Ekim 2002 ayında, Riyad Uluslararası Türk Okulu´na Türkçe ve Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni olarak atanmış ve Ocak 2006 sonuna kadar bu görevde kalmıştır. Kitap bu görevi sırasındaki gözlem ve düşüncelerini yansıtan bir anı belgesidir.  ?Penceresizliğe ve balkonsuzluğa karşı çıkamayan bir halkın ülkesinde kadın öğretmen olarak çalışmak nasıl kolay olabilirdi ki?

 ?1927 yılında  Atatürk´le yapılan devrimlerle ilgili bir  söyleşide, ?Paşam, bu inkılâp yerleşmiştir. Bundan emin ol paşam ? diyene Atatürk´ün verdiği yanıt ne yazık ki günümüzde de geçerli: ?Şimdi şuna emin olmalısınız ki, bugün başına şapka giyen, sakalını, bıyığını tıraş eden, smokin ve frakla cemiyet hayatında yer alanlarımızın çoğunun kafasının içindeki zihniyet hâlâ sarıklı ve sakallıdır.?

Yüksel Suudi Arabistan´da kadınların otomobil kullanmasına izin verilmemesinin nedenlerini de o ülkede uzun süredir bulunan arkadaşlarından şöyle öğrenmiş. ?Deve hareket ettikçe devenin üstündeki kadının göğüslerinin de hareket etmesi erkekleri tahrik ediyormuş. Bu nedenle kadınlara deveye binmek yasaklanmış. Deveye binmek yasak olduğundan arabaya da binmek yasak olurmuş.?

 ?Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın? Prof. Dr. Fatmagül Berktay,

?Kadınlar, kendi kimliklerini özgürce tanımlamak ve toplumda özerk bireyler haline gelmek istiyorlarsa, ?lanetli Havva´ ya da ?fitne yaratan kadın´ imgelerinden kurtulmak zorundadırlar; bunu yapabilmek için de özellikle tek Tanrılı dinler ve onların kültürün her alanına sinmiş verili toplumsal cinsiyet kalıplarıyla hesaplaşmaları zorunludur. Bu nedenle, dinin doğasını ve işlevini anlamak, belki de en başta kadınlar açısından önemlidir.?

Neolitik dönem öncesi toplumlarda kadın toplayıcı ve erkek ise avcı işlevlerini üstlenmişti. ?Tarımın kadınlar tarafından ?icat´ edilmiş olduğu ve tahıl tarımını mümkün ve verimli kılan beceri ve araçları da gene onların geliştirdikleri neredeyse tartışmasız kabul gören bir saptamadır?? Berktay, kitabında Sümer ve Asur medeniyetlerinde kadının statüsünü de ayrıntısı ile incelemiştir. ?Yörede, ataerkilliğin kurumsallaşması ile birlikte kadınların örtünmesi uygulaması da özellikle üst sınıflar arasında yaygınlık kazandı. Hangi kadınların peçe kullanması gerektiği, hangilerinin ise buna hakkı olmadığı konusu Asur Yasası´nda ayrıntılı olarak belirlenmişti. Kadının sözüm ona ?saflığının´ çok gerilere giden bu simgesi, kadınların cinsel aktivitelerine göre sınıflandırmaya ve erkeklere, hangi kadının bir erkeğin koruması altında, hangisinin ise ?kolay av´ olduğunu göstermeye yarıyordu ?Örtünme ve peçe, İslamiyet´ten çok önce Yahudilerde, Yunanlılarda ve Bizans´ta, yani tüm Doğu Akdeniz uygarlığında özellikle üst sınıflar arasında yaygın bir uygulamadır.? Yahudi inanç sisteminin oluştuğu M.Ö. birinci bin yıl içinden beri bu kültürün erkeklerinin çok uzun süre kullandıkları bir dualarını da kitaptan alıntılamak isterim; ?Bu anlayışla yetişen Yahudi erkeklerinin her gün, ?beni kadın yaratmayan Tanrı´ya şükürler olsun´ diye dua ettiklerini belirtmekle yetinelim.?

Berktay, kitabına Hıristiyanlığın kadına bakışı konusunda bilgi vermek üzere İncil´den ve ekindeki Pavlus´un mektuplarından alıntılar yapmıştır. ?Kuzey Afrikalı Hıristiyan teolog Tertullianus ise, kadın düşmanlığında daha baskındır; ?sen´ der kadına ?cehennemin kapısısın; sen, Tanrı´nın Yasası´na ilk karşı gelensin; sen, şeytanın yanına yanaşmaya cesaret edemediği erkeği kandıransın. Sen, Tanrı´nın suretinde yaratılmış olan erkeği kolayca mahvettin. Senin suçun yüzünden, Tanrı´nın oğlunun bile ölmesi gerekti.?

M.S. 160-240 yılları arasında yaşamış olan Tertullianus ve onun gibi kadını aşağılayanlara en anlamlı cevabı İtalyan kökenli Fransız vatandaşı kadın şair ve yazar, Christine de Pisan vermiştir. Kitaba da alınan bu yanıt şöyledir; ?Hiçbir günah kadınınki kadar büyük değildir diyorlar ama kadınlar adam öldürmezler, kentleri yakıp yıkmazlar, halkı ezmezler, toprakları yağmalamazlar, kundakçılık yapmazlar ya da sahte sözleşme düzenlemezler. Kadınlar şefkatli, nazik, yardımsever, alçakgönüllü, basiretli varlıklardır. Evet, Havva günah işledi ama aldatılmıştı: Adem de ondan iyi sayılmazdı.?  Kitabın İslâmiyet´i inceleyen bölümünden de bir iki alıntı yapmak istiyorum. ?İslâmiyet öncesi Arabistan´da çok sayıda kadın yöneticinin bulunduğu, bunlardan bazılarının yerel tanrıların ya da tanrıçaların rahibeleri oldukları bilinmektedir. Böylece, burada, Eski Mezopotamya ve Doğu´nun bütün tarihinde sık sık karşımıza çıkan rahip-kralların paralelini görürüz. Ancak İslâm´ın ortaya çıkmasından önceki birkaç yüzyılda ? ki, mağrur müminler bu döneme Cahiliye adını verirler- Arap kraliçelerinin sayılarında giderek azalma olur. ? İslâm öncesi dönemde, halkın dinsel yaşamında kahine´ler ve nebiye´ler (kadın peygamberler) de vardı. Bu kahineler ve nebiyeler, erkek kahinler ve nebiler ile aynı işlevleri yerine getiriyorlardı.?

?İslâm ve giyim kuşam? Prof. Dr. Zekeriya Beyaz,

Zekeriya Beyaz´ın kitabı iki ana bölüm halinde işlenmiştir. Birinci bölümde, ?Başörtüsü sorununun sosyal boyutları ve çözüm yolları? ele alınmaktadır. Bu bölümde ülkemizde başörtüsü konusunun nasıl gündeme geldiği/getirildiği belgeler eşliğinde açıklanmaktadır. Bu bağlamda basın yayın kuruluşlarının olduğu kadar siyasetçilerin de konu üzerindeki yayınlarından ve söylemlerinden geniş örnekler verilmektedir. Başörtüsü konusunun yoğun olarak tartışıldığı ortamda mahkemelerin verdiği kararlara da değinilmektedir.  Kitabın ikinci ana bölümü ise, ?İslâm ve Giyim-Kuşam? başlığını taşımakta. Bu bölümde İslâmiyet öncesi Arap toplumunun yaşam biçimi ve koşulları ile giyim ve kuşam tarzları hakkında bilgi verilmekte, ilk kurulan İslâm devletlerinde Kur´an´ın giyim-kuşamla ilgili ayetlerinin yorumlanmasının nedenleri anlatılmakta ve bu süreç günümüze kadar getirilmektedir. Kadına aşırı örtünmenin ve eve kapatmanın nedenleri de tartışılmaktadır. İslâm toplumlarında tarihi süreçte çok eşliliğin kökenleri ve korunması da anlatılmaktadır. Kur´an´ın giyim kuşamla ilgili ayetleri, ayetteki sözcüklerin etimolojik kökenleri de göz önüne alınarak doğru olarak nasıl anlaşılması gerektiği de açıklanmaktadır. Kitap ilgili ayetlerdeki sözcüklerin etimolojik kökenlerini açıkladıktan sonra ayetlerin Türkçe çevirilerini yazmıştır. Beyaz, kitabında, kadın ve erkekler için örtünme yükümlülüğünün cinsel bölgelerle ilgili olduğunu belirtmektedir.

?´Başörtüsü´ Söyleminin Dinsel Temelsizliği ve İslâm Felsefesi Açısından Eleştirisi?  Doç. Dr. Şahin Filiz,

Filiz´in İslâm toplumlarında kadınların örtünme yükümlülüklerine ilişkin olarak şu gözlemde bulunmuştur; ?İki farklı kadın, iki farklı avreti ve dolayısıyla iki farklı muameleyi doğurmaktadır. Hür kadın örtülü ve başörtülü olmakla yükümlü iken, cariye sınıfına giren kadın bu yükümlülükten muaftır. ? Örtünmemek, örtünmeye layık görülmemek demektir. Başörtüsü cariyeye yasaktır. Çünkü cariye hür kadın statüsünde değildir. Örtünme ve başörtüsü takma bir ayrıcalıktır.?  ?Başörtüsünün Dayandırıldığı Dinsel Gerekçeler? başlıklı bölümde konuyu İslâm öncesi Arap toplumu adetlerini de göz önüne alarak ilgili ayetlerin anlamını açıklamaktadır. ?İslâm öncesi Araplar, en mahrem yerlerini (ferçlerini dahi) örtmeden ibadet etmeyi doğru bir davranış saydıklarından, örtünme emirleri ile kadının başörtüsü ya da çarşafa bürünmesi anlamında değil, her iki cinsin de ağır avret yerlerinin (avret-i muğallaza) kapatılması gereği üzerinde durulmuştur ki, farz ve doğru olan örtünme budur.?

YAZARLAR

  • Cumartesi 31 ° / 16.7 ° false
  • Pazar 35.8 ° / 19.6 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • Pazartesi 30.8 ° / 18.3 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • BIST 100

    9809,64%0,96
  • DOLAR

    32,58% 0,30
  • EURO

    35,07% 0,29
  • GRAM ALTIN

    2457,40% 0,88
  • Ç. ALTIN

    3991,84% 0,00