Ahmet DOKUZOĞLU-NE DEMİŞTİK?


YUSUF GİTTİ HOCAM


Biz, o günleri çok kötü geçirdik.

 

           Her yanımız kan, kin ve korku doluydu. Öğrenciler, öğretmenler, polisler ve halk kamplara bölünmüştü. Birbirimizle değil tartışmak, aynı sokakta bile karşılaşamazdık.

 

             İçimizde olaylara karışmayan insanlar vardı. Onlar hiçbir şeyi ya bilmiyor ya da bilmek istemiyorlardı. Kendi hallerinde yaşarlar, oynarlar, gülüşürler sohbet eder, ders çalışırlardı. Devrimci kim? Ülkücü kim? Umurlarında bile değildi. Bilseler bile bilmezlikten gelmek en önemli meziyetleriydi.

 

            Bir gün, arkadaşım Yusuf gözü mosmor halde sınıfa geldi, en arkadaki yerine oturdu. Yönünü pencereden tarafa döndü. Mümkün oluğu kadar benden tarafa bakmıyordu. Benim sınıftaki yardımcımdı. Benim olmadığımda sınıfı o idare ederdi.

 

            Yusuf ile daha önceden bir arkadaşlığımız vardı. Birbirimizi iyi tanıyorduk. O da sol cenahta bende sol cenahtaydım. O bana göre bir devrimciydi. Sosyalist ya da komünistti. Hangisini söylersen söyle güler geçerdi. Ben ise herkesin bildiği gibi bir particiydim. Ne Komünistliği, ne sosyalistliği, ne de devrimciliği kabul etmezdim. Bana göre en büyük devrimci Atatürk´tü. En büyük İnkılâpçı da Atatürk´tü. Zaten Atatürk´ü solcular devrimci,  sağcılarda İnkılâpçı olarak görürdü. Birinin devrimciliğini diğeri kabul etmez, birinin İnkılâpçılığını da diğer taraf kabul etmezdi. Biz ise her ikisini de hoş karşılardık.

 

           Masadaki işim bitirince Yusuf´un yanına vardım. Yusuf önce bana bakmadı. Yan tarafına oturunca gözünün kıpkırmızı tarafını bana gösterdi. Bir telaşla;

            ?Ne oldu Yusuf,?dedim.?Bu ne hal böyle??

              Yusuf aynı ciddiyetle;

              ?Akşam yolumu kestiler.? dedi. ?En az on kişi varlardı.?

              ?Kim lan bunlar? Dedim. ?Senden ne istiyorlar??

 

                Sesimi bütün sınıf duymuştu. Karşı sıradaki sağ görüşlü öğrenciler bizden tarafa baktılar. Sonra yönlerini ön tarafa dönerek sohbet etmeye devam ettiler. Bir süre sonra da dışarı çıktılar. Yusuf göz ucuyla onları takip ediyordu. Oldu olası onların varlığından şüphe duymuş, kuşkulanmış, tedirgin olmuştu. Okul açıldı açılalı onlarla hiç yakınlık kurmamıştı. Zaten bulunduğu yerde bunu gösteriyordu. Yusuf´un etrafındaki öğrencilerin tamamı sol görüşlü çocuklardı. Her zaman onunla gezerler, onunla sohbet ederler, yanından hiç eksik olmazlardı. Karşıdakiler dışarı çıkınca;

                ?Bu şerefsizler var ya.? dedi. ?İçimizde ajanlık yapıyorlar. Nereye gitsem, kiminle gezsem, dışarıda birilerine uğrasam beni takip ediyorlar. Akşam da aynısını yaptılar. Bir arkadaşın oraya gidecektim. Yolda önüme çıktılar. Bana saldırdılar. Onlara karşılık verdim, fakat bir tanesi sırtımdan boynuma vurmuş. Yere düşmüşüm. ?Öldü? diye, bırakmışlar.?

 

                 Durum çok kötüydü. Hadi dışarıdakilere bir şey diyemezdim ama içeriden ajanlık yapılması ahlaki değildi. Ne olursa olsun biz sınıf arkadaşıydık. Beraber birçok anılarımız vardı. Yarın bu anılar bizlerin dostluklarına katkı yapacak, birbirimizi sevmemize vesile kılacaktı. En azından ben böyle düşünüyordum. Arkadaşa karşı ajanlık yapılması af edilecek durum değildi. Bunu Yusuf´a anlatmaya çalıştım. Yusuf benden tarafa dönüp, iki gözünü göstererek;

                ?Bunun karşılığı ölüm, Ahmet.? dedi.

                 Sıranın içinden bir silah çıkardı. Masanın üzerine koydu ve

                 ?Bundan sonra karşıma çıkan, kurşunu yer.? dedi.

 

                 Tabanca sıranın üstündeydi. İdarenin haberi olsa hepimizi sürgün eder, açıkta bırakırdı. Ayrıca etraf ajan doluydu. Birisi polise şikâyet etse, hepimizi içeri atarlar, ömür boyu süründürürlerdi. Hele bir de Borsa Lisesi gibi bir okuldan geliyorsak, işimiz bitmişti. İçeri girenlerin ne çektiklerini, nelere maruz kaldıklarını hep duymuştuk.

 

                     Yusuf´u çok severdim. Solcu olmasının yanında tam bir Anadolu çocuğuydu. Adana´ya Sivas´tan gelmişlerdi. Yiğitti, cesurdu. Arkadaş canlısıydı. Arkadaşı için canını vermekten çekinmezdi. Ayrıca çok okuyan, okuduğunu anlayan, yorumlayan bir devrimciydi. Zaten solcuların tamamı çok okuyan, araştıran insanlardı. Kuran´a inanmazlardı. Ama araştırmışlar, incelemişler, fikir sahibi olmuşlardı. Müslüman´ım diyen birçok cahilden daha bilgililerdi.

 

               Sağ taraf ise kitap okumayı sevmezdi. Varsa, yoksa Alpaslan Türkeş´in kitaplarıydı. ?Dokuz ışık.? derler başka bir şey demezlerdi. Beni de soyadım dokuz diye severlerdi. Onlara göre; dokuz önemli ve rakipsiz bir sayıydı ve Türklerde kutsaldı.

 

               Gerçi, ben onlardan daha çok milliyetçiydim. Allah´a inanır, namazımı kılardım. O güne kadar Kuran hakkında fazla bilgim yoktu. Sadece ana baba Müslüman´ıydım. Onlardan ne duyduysam onu biliyordum. Yusuf´la yaptığım samimi tartışmalarda Allah´la ilgili sözler söylerdim. İnanmamasına çok kızardım. O da beni kıramadığından fazla üzerime gelmezdi. Bir gün;

           ?Ya Ahmet kardeş.? dedi. ?Benim de Anam babam Müslüman insanlardır. Namazlarını kılar, oruçlarını tutarlar. Ama ben arkadaşlar arasında tartışırken bazı kişiler,

           ? Allah´a inanmıyorum.? Dediler.

              Ben de;

             ? İnansam ne olur, inanmasam ne olur.? dedim. Kendime böyle bir yol çizdim. Bu konuyu da çok önemsemiyorum.?

 

           Ben fırsat buldukça Yusuf´u Allaha inandırmaya çalışıyordum. Bayağı da yumuşatmıştım. Nerdeyse,

          ?Tamam, ben de Müslüman´ım.? diyecek hale getirmek üzereydim. Ama bu olay Yusuf´u daha da dinsiz hale getirmişti. Akşam önlerine çıkan insanlar fena hırpalamışlardı. Hepsi birden üzerine çullanmışlar, tekmelerle, yumruklarla, kıpırdayamaz hale getirmişlerdi. Saatlerce kendine gelememişti. Bir taksici onu yerde görmüş ve hastaneye bırakmıştı. Hala vücudu yara bere içindeydi. Ellerinin üstü mosmor kesilmiş, yukarı zor kaldırıyordu. O sakat eliyle tabancayı tutarak;

                   ?Bunun hesabı sorulacak.? diyordu.

 

             Yusuf çok sinirli ve kin doluydu. Bir kaç arkadaşla birlikte zor bela gönlünü yaptık ve silahla birlikte Yusuf´u eve gönderdik. Silahla yakalanmasından çok korkuyorduk. Biliyorduk ki Yusuf adam vuramaz. O bir dava adamı. İşçi hakları, insan hakları, vatandaşlık hakları onun birinci meselesi. Onun dünyasında bir şey var, o da haksızlıkla mücadele etmek. Emperyalizmle savaşmak. Başka bir şeyi yok. Bu da herkes için olması gereken davranışlar.

              Yusuf eve gittikten sonra üç gün okula gelmedi.

 

              Okulda herkes onu soruyordu. Bazı arkadaşları da ondan haber getiriyorlar, bizlere bildiriyorlardı. Aslında çok kavgacı arkadaşları vardı. Birine;

              ?Nazım Hikmet.? diyorlardı. ?Uzun boylu kavgacıydı. Önüne on kişi gelse gerisine bakmaz.? diyorlardı. ?Her zaman üzerinde bıçak bulundurur, karşısına çıkanı deler.? diyorlardı.

               Ülkücülerden de babayiğit çocuklar vardı. Onlar da gözünü kırpmadan adam öldürebilirlerdi. Ama bizim okulda sayıları azdı. Başka okuldaki arkadaşlarıyla işbirliği yapıyor, onlardan destek alıyorlardı.

                 Bir gün sınıfa bir yabancı girdi. Tarihçinin dersiydi. Ona kibarca;

                 ?Sınıfı terk et. ?dedim.

                  Bana kabadayılık yaparak;

                ?Çıkmaz isem ne olur?? dedi. Bu arada Tarihçi içeri girdi. Masaya oturdu. Her zaman yaptığı gibi sınıfı tek tek saydı. Sonra sınıfın yoklama kâğıdına bakarak;

                  ?Başkan.? dedi. ?Sınıf fazla gibi geldi.?

                   Bende durumu olduğu gibi anlattım. Bu arkadaşın dışarıdan geldiğini, sınıfa oturduğunu, çıkmak istemediğini söyledim.

                    Hoca o şahsa dönerek;

                   ?Siz neden buradasınız ??dedi.

                    O da;

                   ?Dersinizi dinlemek istiyorum.? dedi.

                     Hoca kızgın vaziyette;

                   ?Dışarıdan kimseyi almıyoruz.? dedi. ?Derhal sınıfı terk edin.?

                     Vatandaş ayağa kalktı. Bana doğru dönerek sıraya yumruk vurdu.

                   ?Ben seninle görüşeceğim.? dedi.

                     Kapıyı suratımıza çarparak dışarı çıktı. Arkasından ben de çıktım. O daha hızlı gidiyordu. Boyca da, bedence de, benden kuvvetliydi. Arkadan diğer arkadaşlar da çıktılar. Ben doğru müdürün odasına girdim. Müdür odasında oturuyordu. Sağ görüşlüydü ve beni çok iyi tanıyordu.

               ?Ne oldu başkan?? dedi.

               ?Müdür bey. ?dedim. ?Hemen polis çağırın. Okulda kavga çıkacak.?

                Müdür;

                ?Ne polisi çağırıyoruz.? dedi.? Moskova mı burası ??

                Ben de sinirli bir şekilde;

               ?Burası Moskova´ mı? Washington´ mu bilmem? Ama okulda kavga çıkacak. Çağırmaz iseniz sorumluluk size aittir. Benden söylemesi.?

 

                Müdür hiçbir şey söylemedi. Sadece telefonun avizesini kaldırdı ve

                ?Polis karakolu mu ??dedi.

                Ben geri döndüm ve sınıfa geldim. Müdür´e bayağı sert çıkmıştım. Tarihçi sınıfta ders anlatıyordu. Tarih dersine de büyük ilgim vardı. Zil çalana kadar Hocayı dinledim. Zil çalınca dışarı çıktık.

 

                Okulda bir sessizlik vardı. Öğrenciler çift çift dolaşıyorlar, bazıları da kızlı erkekli şakalaşıyordu. Etrafta polis falan yoktu. Bir süre sonra bir patırtı koptu. Sanki öğrenciler ikişer, üçer, dörder birbirlerine bıçak sallıyorlardı. Bana saldıran yoktu. Ama gelseler de boş değildim. Birden ne yapacağımı şaşırdım. İçeri mi kaçsam, dışarı mı kaçsam bilemeden dolaşmaya başladım. Bu arada bir baktım ki üç bıçaklı kişi Yusuf a saldırıyor. Birden o tarafa doğru fırladım. Birine arkadan bir tekme koyana kadar yere düşürdüm. Bu arada Yusuf´a bıçağı geçirmişlerdi. En az on yerinden bıçakladılar.

                 Yusuf´un rengi kaçmış, dumanı kaybolmak üzereydi. Yere düşmesiyle etrafta kimse kalmadı. Okulun önünde kavga edenlerin hepsi bir anda kayboldular. Yusuf yerdeydi. Kolundan kan akıyordu. Akan kan vücudunun her tarafına sıçrıyordu. Hemen sırtımdaki gömleği çıkardım. Yusuf´un kan akan koluna sardım. Bu arada dışarıdan taksi çağırdılar. Birilerinin yardımıyla Yusuf´u taksiye bindirdim. Yanına da biri bindi.

          ?Ben onun arkadaşıyım.? dedi ve gittiler.

            Daha sonra gömleksiz olarak sınıfa girdim. Tarihçi masaya yumruk vurarak konuşuyordu. O da çok kızmıştı. Beni görünce,

            ?Ne oldu başkan?? dedi. ?Yusuf´un durumu nasıl ??

              Hocaya baktım ağlamaklı bir sesle;

              ?Yusuf gitti hocam.? dedim. ?Bir daha dönmeyecek.? 

           

             Daha sonra bütün okul hastaneye yürüdük. Ben o gün öğrencilerin gözünde bir kahramandım. Herkes bana saygı ile bakıyordu. Ama ben Yusuf´u düşünüyordum. Kararmış bedeni gözümden hiç gitmiyordu. Bence Yusuf ölmüştü. Onun ölümü bana zor olacaktı.

 

 

YAZARLAR

  • Perşembe 35.8 ° / 20.3 ° false
  • Cuma 30.8 ° / 18.5 ° false
  • Cumartesi 31 ° / 16.7 ° false
  • BIST 100

    9670,53%0,26
  • DOLAR

    32,52% -0,08
  • EURO

    34,78% -0,23
  • GRAM ALTIN

    2421,67% -0,33
  • Ç. ALTIN

    3982,08% -0,92