Ali MARALCAN- EMEKLİ KURMAY ALBAY


TEOKRATİK VE MONARŞİK SALTANAT DÜZENİNİN YIKILIŞI ÇAĞDAŞ BİR DEVLETE DOĞRU


/resimler/2018-10/31/1018462910175.jpg"Bir gün gelecek, ben hayal zannettiğiniz bütün, inkılâpları başaracağım. Mensup olduğum millet bana,  inanacaktır. Saltanat yıkılmalıdır. .Din ve devlet bir; birinden ayrılmalı, şarktan benliğimiz sıyrılarak batı medeniyetine aktarmalıyız. Kadın ve erkek üzerindeki farklar silinerek yeni bir içtimai nizam kurmalıyız. Garp medeniyetine girmemize mâni olan yazıyı atar Latin kökünden bir alfabe seçmeli, kılık kıyafetimize kadar her şeyimizle garplılara uymalıyız.?

Kolağası Mustafa Kemal 1906 Selanik

Selanik´te, Beyaz kule karşısında askeri bir kulüpte verilen bir konferanstan sonra, Mustafa Kemal bazı arkadaşları ile kulüp lokantasında konuşmaya dalmışlardır. Konferansçının Atatürk hakkında konuşmaları kendisini çok duygulandırmıştır ve coşmuştur.

"İnkılâbı ikmal etmek lazımdır. Biz bunu yapabiliriz.  Ben bunu yapacağım".

KİŞİNİN EGEMENLİĞİNDEN MİLLİ EGEMENLİĞE

1 Kasım 1922 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi tarihi değiştiren kararlarından birini vermişti: ?Türkiye halkı, [...] millî iradeye dayanmayan hiçbir kuvvet ve heyeti tanımamaya karar verdiğinden Türkiye Büyük Millet Meclisi yönetiminden başka yönetim biçimi tanımaz. Binaenaleyh Türkiye halkı kişi egemenliğine dayanan İstanbul´daki yönetim biçiminin [...] ebediyen tarihe karıştığını kabul etmiştir.?

Altı yüz yıllık bir monarşiyi sona erdiren bu karar, görünüşte Lozan görüşmelerine İstanbul ve Ankara hükümetlerinin birlikte davet edilmesi üzerine alınmıştı; gerçekte ise uzun bir sürecin yeni bir halkasıydı. 

Tahta çıkan kişinin saltanatı uğruna kardeşlerini, çocuklarını ve torunlarını katlettiği Osmanlı İmparatorluğu, tarihin gördüğü en vahşi monarşilerden biriydi. Bu monarşide padişahın kulu olarak görülen yönetici sınıf üyelerinin yargılanmadan idam edilmesi ve malına el konulmasının hukuksal adı ?siyaseten kâtl´ idi.

İKTİDAR DOLMABAHÇE´DEYKEN... 

Birinci Ahmet kardeş katlini yasaklayarak hanedan üyelerinin hayatını kurtarmıştı. Tanzimat Fermanı ise ??siyaseten kâtl? uygulamasına son verip yönetici sınıfın hayatını güvenceye alarak hükümeti iktidara ortak etmişti. 1876´da Anayasa ile padişahın mutlak otoritesi sınırlandırılmak istenmiş, ancak İkinci Abdülhamit savaşı vesile edip anayasayı askıya almış, Meclis´i kapatmış ve Yıldız Sarayı´nı iktidar merkezi yapmıştı. İkinci Meşrutiyet ile padişahın yasama ve yürütme üzerindeki yetkileri kısıtlanmıştı, ancak İstanbul´un işgalini fırsat bilen Vahdettin Meclis´i kapatıp iktidarı Dolmabahçe Sarayı´na taşımıştı.

ATATÜRK NUTUK´TA VAHTETTİN´İ ANLATIYOR:

?SOYLU BİR ULUSU UTANILIR DURUMA DÜŞÜREN ALÇAK

/resimler/2018-10/31/1019321036266.jpg Egemenliği atadan oğula geçiren yanlış bir yöntem sonucu olarak, büyük bir orun, görkemli bir san kazanabilmiş bir alçağın, kişisel saygınlığı çok yüksek, soylu bir ulusu utanılır bir duruma düşürebileceği, o zaman, doğal olarak anlaşılır.

Gerçekten, hangi neden ve biçimde olursa olsun, Vahdettin gibi, özgürlük ve yaşamını ulusu içinde korkulur durumda görebilecek kadar aşağılık bir yaratığın, bir dakika bile olsa, bir ulusun başında bulunduğunu düşünmek ne acıklıdır! Sevinilesi bir olaydır ki, bu alçak, alçaklığını, atalarından kalma padişahlık orunundan ulusça atıldıktan sonra, tamamlamış bulunuyor. Türk ulusunun bu önceden davranışı övülmeye değer.

Beceriksiz, aşağılık, duygu ve anlayıştan yoksun bir yaratık, kendini kabul eden herhangi bir yabancının koruyuculuğu altına girebilir. Ancak böyle bir yaratığın, bütün Müslümanların halifesi kimliğini taşıdığını söylemek besbelliki uygun değildir. Oysa, dünyada gerçek, böyle midir? Biz, Türkler, bütün tarihsel yaşamımız boyunca özgürlük ve bağımsızlığa bayrak olmuş bir ulusuz, Değersiz yaşamlarını, iki buçuk gün daha çok, alçakçasına sürükleyebilmek için her türlü alçaklığı uygun gören halifeler oyununu da ortadan kaldırabildiğimizi gösterdik. Böylece devletlerin, ulusların, birbiriyle olan ilişkilerinde kişilerin, özellikle kendi devlet ve ulusunun zararına da olsa kişisel durum ve yaşamlarından başka bir nesne düşünemeyecek aşağılık kimselerin önemi olamayacağı konusundaki bilinen gerçeği pekiştirdik.

Uluslararası ilişkilerde korkuluklardan (mankenlerden) yararlanma yöntemine eğilim gösterme çağına son vermek, uygar dünyanın içtenlikli bir dileğini oluşturmalıdır!?

ATATÜRK´ÜN SALTANATIN KALDIRILMASINDAKİ ANA DÜŞÜNCESİ NEYDİ?

ATATÜRK´ÜN NUTUK´TAKİ İFADESİYLE:

"Saltanatın kaldırılması, Lozan Konferansı´na, İstanbul´dan bir delegeler heyetinin davet edilmesi ve İstanbul´un yani Vahdettin, Tevfik Paşa ve arkadaşlarının da böyle bir daveti, Türk milletinin büyük emeklerle, fedakârlıklarla elde ettiği kazançları küçültmek, belki de anlamsız kılmak pahasına da olsa kabul etmelerinden ileri gelmişti."

 ATATÜRK´LE ULUSAL KURTULUŞTA BİRLİKTE MÜCADELE EDEN DAVA ARKADAŞLARININ SALTANATIN KALDIRILMASI KONUSUNDAKİ DÜŞÜNCELERİ NEYDİ?

Gazi´nin saltanat ve hilâfeti kaldıracağı söylentileri almış yürümüştü. Mecliste bundan ürkenler çoktu. Gerçi Büyük Millet Meclisi daha 20 Ocak 1921´de kabul ettiği ana teşkilat kanunu ile, tarihi ömürlerini yaşamış bulunan bu köhne müesseseleri zaten bu kanunun çerçevesi dışında bırakmıştı. Kanunda saltanat ve hilâfetin yeri yoktu. Fakat 1921´in havası içinde bu kanunu çıkaranlardan bir kısmının, ilerisi için birtakım arka düşüncelere de yer bırakmış olmaları mümkündü. Hilâfet ve saltanat bahsindeki bu kaygu, günün havasına hâkimdi. Bu kaygu bir gün, bizzat Başvekil Rauf Bey ve Gazi´nin bazı yakın arkadaşları tarafından da açığa vuruldu. Günün tam tarihi verilmiş olmakla beraber 10-13 Ekim günlerine rastlaması gereken bu sahne, devrin yukarıda işaret ettiğimiz halini aksettiren ilgi çekici gerçekleri ortaya koymaktadır. Olayı, Gazi Mustafa Kemal´den dinleyelim:

"Rauf Bey bir gün Meclisteki odama gelerek, benimle bazı mühim hususlara ait görüşmek istediğini ve akşam Refet Paşanın evine (Keçiören´de) gidersem daha güzel konuşabileceğimizi söyledi. Rauf Beyin teklifini kabul ettim. Ali Fuat Paşanın bulunması için de izin istedi. Onu da münasip gördüm. Refet Paşanın evinde dört kişi toplandık. Rauf Beyden dinlediklerimin hulâsası şuydu:

" Meclis, saltanat makamının ve belki de hilâfetin ortadan kaldırılması endişesi ile müteezzidir (azap ve sıkıntı içindedir). Sizden ve sizin gelecekte alacağınız vaziyetten şüphe etmektedir. Bu sebeple Meclisi ve dolayısıyla milletin umumi efkârını tatmin etmemiz lüzumuna inanıyorum.´

"Rauf Beyden saltanat ve hilâfet hakkındaki kanaat ve mütalaasının ne olduğunu sordum. Verdiği cevapta şu açıklamada bulundu:

"Ben, saltanat ve hilâfet makamına vicdanen ve hissen bağlıyım. Çünkü benim babam, padişahın nimeti ve ekmeği ile yetişmiş, Osmanlı devletinin ricali (büyükleri) arasına girmiştir. Benim de kanımda o nimetin zerreleri vardır. Ben nankör değilim. Padişaha sadakâtımı muhafaza etmek borcumdur. Halifeye bağlılığım ise, terbiyem icabıdır...

"Rauf Beyden sonra, karşımda oturan Refet Paşa´ya fikrini sordum. Refet Paşanın cevabı şu idi:

" ´Tamamen Rauf Beyin fikir ve mütalâalarına iştirak ederim. Bizde Padişahlıktan ve Halifelikten başka bir idare şekli, hakikaten mevzuubahis (söz konusu) olamaz."

"Ondan sonra Ali Fuat Paşanın fikrini öğrenmek istedim. Paşa yeni Moskova´dan döndüğünü, umumi vaziyeti, fikir ve duyguları kâfi derecede tetkike vakit bulamadığını bildirerek görüşülen mesele hakkında kesin bir fikir ve kanaat ifadesinde mazur olduğunu söyledi. Ben muhataplarıma kısaca şu cevabı verdim:

?Bahis konusu mesele bugünün meselesi değildir. Mecliste bazılarının telaş ve beyanına da yer yoktur.?

/resimler/2018-10/31/1020389474998.jpgMECLİSTE SALTANATIN KALDIRILMASI GÖRÜŞÜLÜRKEN RAUF BEY´E VERDİĞİ ROL

Tevfik Paşa´nın telgrafları dolayısıyla saltanatı hilâfetten ayırmaya ve önce saltanatı kaldırmaya karar verdiğim zaman ilk yaptığım işlerden biri de, derhal Rauf Bey´i Meclis´teki odama çağırmak oldu. Rauf Bey´in Refet Paşa´nın evinde sabahlara kadar dinlediğim düşünce ve görüşlerini hiç bilmiyormuşum gibi davranarak ayakta kendisinden şu istekte bulundum: "Hilâfet ve saltanatı birbirinden ayırarak saltanatı kaldıracağız! bunun doğru olduğu konusunda kürsüden bir konuşma yapacaksınız!" Rauf Bey ile bundan başla bir tek kelime konuşmadık. Rauf Bey odamdan çıkmadan önce, aynı maksatla çağırmış olduğum Kâzım Karabekir Paşa geldi. Ondan da aynı şekilde konuşmasını rica ettim.

Efendiler, o tarihe ait Meclis tutanaklarında görüldüğü üzere, Rauf Bey kürsüden bir iki defa görüştü ve hatta saltanatın kaldırıldığı günün bayram olarak kabul edilmesi teklifini de ortaya attı.

ATATÜRK NUTUKTA HALİFELİKLE SALTANATIN BİRBİRİNDEN AYRILMASI VE SALTANATIN KALDIRILMASIÇALIŞMALARINDAN ŞÖYLE SÖZ ETMEKTEDİR

Atatürk Nutuk´ta halifelikle saltanatın birbirinden ayrılması ve saltanatın kaldırılması çalışmalarından şöyle söz etmektedir:

"Efendiler, 31 Ekim 1922 günü meclis toplanmadı. O gün Müdafaa-i Hukuk Grubu toplantısı oldu. Bu toplantıda Osmanlı saltanatının kaldırılmasının zorunlu olduğunu anlattım. 1 Kasım 1922´de yapılan meclis toplantısında aynı konu uzun tartışmalara uğradı. Mecliste geniş bir konuşma yapma gereğini duydum. İslam ve Türk tarihinden örnekler vererek hilafet ve saltanatın ayrılabileceğini, milli hâkimiyet ve saltanat makamının Türkiye Büyük Millet Meclisi olabileceğini, tarihi olaylara dayanarak açıkladım. Hülagü´nün Halife Mutasım´ı idam ettirerek yeryüzünde hilafete fiilen son verdiğini ve 1517´de Mısır´ı alan Yavuz, unvanı halife olan bir mülteciye önem vermeseydi, hilafet unvanının günümüze kadar miras kalmış bulunamayacağını anlattım.

Bundan sonra, bu konu ile ilgili önergeler üç komisyona, Teşkilat-ı Esasiye, Şer´iye ve Adliye Komisyonları´na gönderildi. Bu üç komisyon üyelerinin bir araya gelip, konuyu bizim güttüğümüz maksada uygun bir çözüme bağlaması elbette güçtü. Durumu yakından bizzat takip etmek gerekti.

KANUN TASARISI NASIL HAZIRLANDI VERİLEN LİSTE ÖNERGE NASIL KABUL EDİLDİ

LOZAN´a sıfırı tüketmiş İstanbul yönetiminin de resmi olarak çağrılması Tevfik Paşa´ya ve çevresine bir canlılık vermişti. Tevfik Paşa saraya ve bazı Nazırlara danıştıktan sonra, M. Kemal Paşa´yı atlayarak, bu kez Türkiye Büyük Millet Meclisi´ne başvuruda bulunmaya karar verdi.

AKŞAM yemeğini M. Kemal Paşa, İsmet Paşa ve Abdürrahim birlikte yediler. Okuldan, derslerden konuşuldu. Yemek çabuk bitti. Paşalar ikinci kattaki çalışma odasına çıktılar. Çalışma masasının önündeki koltuklara oturdular. Kalpakları çıkarmış, yakalarını açmışlardı.

İkisinin de yüzünde çizgiler derinleşmişti.

M. Kemal Paşa uzun bir sessizlikten sonra, "İsmet.:´ dedi, "..Yolda gelirken, bütün olasılıkları tarttım. İstanbul´dan gelen iki yazıyı, yarın Meclis´in bilgisine sunmaya karar verdim.:?

İsmet Paşa kaygıyla baktı. Meclis´in son durumu hakkında hiç de güven verici şeyler duymamıştı.

"..Barış görüşmelerine iki lokma halinde katılamayız. Bizi kolayca yutarlar. Milletin canı, kanı, emeği boşa gitmiş olur. Bu sorunu kökten çözmemiz gerekiyor!´

"Nasıl?"

"Bu fırsattan yararlanarak Meclis´ten, padişahlığa son vermesini isteyeceğim. Ne dersin?"

Bu beklenmedik bir çözümdü. İsmet Paşa şaşırdı:

"Bunu başarabilir miyiz?"

"Evet. Çünkü egemenliğin millete ait olduğunu iki yıl önce bu Meclis kabul etmişti. Ama tabii biraz çalışmak, arkadaşları hazırlamak gerekecek:?

İsmet Paşa´nın gözlerinin içine baktı:

"Hedefimiz insanca bir düzen değil miydi? Adım adım yaklaşıyoruz işte. Kaygılanma, başarırız."

Gelecek için kimi cesur, kim ürkek, birçok hayale daldılar.

M. Kemal Paşa, "Efendiler.:´ dedi, "..Öyleyse bu sorunu çözelim. İstersek kökten çözebiliriz."

"Nasıl, nasıl?"

Önerisini açıklayınca ikinci bir kıyamet koptu. Öneri coşkuyla benimsendi. M. Kemal Paşa heyecan fırtınasını bir süre izledikten sonra durumu toparladı:

"Uygun bulduğunuza göre Rıza Nur Bey´den, konuştuğumuz esaslara göre bir öneri hazırlamasını rica ediyorum:?

Bu tarihi görev Dr. Rıza Nur Bey´i çok memnun etti:

"Emredersiniz."

"Öneriyi, uygun bulan bütün arkadaşlara imzalatırsınız.."

Gülümsedi:

"..Bana da imzalatın olur mu?"

Dağıldılar.

Her biri yakın çevresini aydınlatacaktı.

? DR. RIZA NUR BEY´in hazırladığı öneriyi 80 kadar milletvekili imzaladı. Son olarak M. Kemal Paşa´ya getirdi.

Yıllardır özel bir dikkatle üstü kapalı yürütülen çekişmenin en son aşamasına gelinmişti.

30 EKİM 1922 günü üçüncü oturumun başlaması bekleniyordu. M. Kemal Paşa Başkanlık odasına Başbakan Rauf Bey´i davet etti. Rauf Bey´e, "Hilafet ve saltanatın birbirinden ayrılarak saltanatın lağvedileceğini" bildirdi, ´bunun uygun olduğu hakkında kürsüden açıklama yapmasını´ istedi.

Meclis´in genel havası padişahlığın kaldırılacağını gösteriyordu. Erzurum Millet-vekili Hüseyin Avni Bey, Bayındırlık Bakanı ve Diyarbakır Milletvekili Feyzi Pirinçcioğlu, Kırşehir Milletvekili Yahya Galip Kargı konuştu. Rıza Nur Bey alkışlar arasında şöyle dedi:

"Türkiye Büyük Millet Meclisi bundan üç yıl önce Ankara´da toplandığı vakit kararını vermiştir: Egemenlik milletindir. Böylece, eski Osmanlı imparatorluğu sona ermiş, yerine dinç ve milli Türkiye Devleti doğmuştur ve bütün egemenlik ondadır. Buna rağmen İstanbul´da hâlâ kendini hükümet sanan bir kurul var. Ama hükümet olmak için gereken vasıta, vasıf ve meziyetlerin hiçbirine sahip değil. Üstelik işgalcilerin elinde esir..?

"..Bu konuda bir öneri hazırladım. Başkanın bir an önce bu öneriyi okutup oya sunmasını rica ederim:?

Dr. Rıza Nur´u Hakkâri Milletvekili Mazhar Müfit Kansu, onu da Kazım Karabekir Paşa izledi.

Bu öneri geniş bir kabul gördü.

/resimler/2018-10/31/1023367916050.jpg M. Kemal Paşa, Rıza Nur ve arkadaşlarının önerisini oylatacağını belirtti. Bu durum yoğun tartışmalara yol açtı. İki kişi çok etkindi: Mersin Milletvekili Albay Selahattin Köseoğlu ile Rize Milletvekili Ziya Hurşit. Hava da, Başkan da sertleşti. Usul hakkında söz isteyenlere söz vermeyerek öneriyi oylamaya sundu.

Oylama başladı.

Gelenekçiler kurnazca bir taktikle birer ikişer Meclis´i terk etmeye başladılar. Karar alınabilmesi için gerekli çoğunluk kalmazsa oylama geçersiz olacaktı.

Öyle de oldu.

Oylamaya 136 kişi katılmıştı. 132 beyaz (kabul), 2 kırmızı (red) ve 2 yeşil (çekimser) oy çıkmıştı. Geçerli karar sayısına ulaşmak için daha 25 oy gerekliydi.

Başkan 1 Kasım 1922 Çarşamba günü toplanmak üzere oturumu kapattı.

Saat 20.45´ti.

BAŞKANLIK ODASINDA M. Kemal Paşa, Başbakan Rauf Bey, İkinci Başkan Ali Fuat Paşa, Dr. Adnan Bey oturuyor, sonucu bekliyorlardı.

M. Kemal Paşa uzun bir süre sabırla bekledi. Ümidini kesince Müfit Efendi´ye seslendi:

"Söz istiyorum efendim:?

"Özür dilerim Paşam, sırada Tevfik Rüştü Bey var:?

Muğla Milletvekili Tevfik Rüştü Bey (Aras), "Ben sıramı Gazi Paşa´ya bırakıyorum" dedi.

"Öyleyse buyrun efendim, söz sizin."

Paşa oturduğu yerin üzerine çıktı. Tam yanında Ankara Milletvekili Hacı Mustafa Efendi vardı.

"Efendiler! İçinde bulunduğumuz acil şartlara rağmen, safsatayla, nazariyatla vakit geçirdiğimizi görüyorum. Hâkimiyet ve saltanat, hiç kimse tarafından, hiç kimseye, ilim icabıdır diye, müzakere ile, münakaşa ile verilmez. Hâkimiyet ve saltanat, kuvvetle, kudretle, zorla alınır. Türk milleti de hâkimiyet ve saltanatını, isyan ederek, bilfiil kendi eline almıştır. Bu olmuş bitmiş bir durumdur. Söz konusu olan, millete saltanatını, hakimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız meselesi değildir. Mesele bu olmuş bitmiş durumu ifadeden ibarettir. Bu? her halde olacaktır. Burada toplananlar, Meclis ve herkes, meseleyi böyle görürse, fikrimce uygun olur. Aksi takdirde yine hakikat usulünce ifade olacaktır.?

Eliyle işaret etti:

"..Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir."

M. Kemal Paşa´nın eli Hacı Mustafa Efendi´nin boynunun yanından geçti.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı, herkese burasının bir ihtilal meclisi olduğunu hatırlatıyordu. Hoca Efendilerin bazı kaygılarını giderecek ilmi açıklamalarda bulunup sözünü bitirdi.

Hacı Mustafa Efendi, saygılı bir sesle, "Afedersiniz efendim.:´ dedi, "..biz meseleyi başka bakımdan mütalaa ediyorduk. Şimdi aydınlandık."

KOMISYON Dr. Rıza Nur ve Hüseyin Avni Beylerin önerilerini görüştü, ikisinden de yararlanarak iki maddelik bir karar tasarısı hazırladı. Komisyon sözcüsü Muğla Milletvekili Yunus Nadi Bey kararın gerekçesini açıklayan bir bildiri yazdı. Karar tasarısı ve bildiri Meclis´e sunulmak üzere oybirliği ile kabul edildi.

M. Kemal Paşa, Başbakan, Bakanlar kürsünün önündeki ilk sıraya oturdular. Paşa sıranın sağ ucundaki her zamanki yerine geçti.

Gelenekçiler düzeni koruyamadıkları için üzgündüler. Tarihin akışını tersine çevirmeye çalışmış, başaramamışlardı. Aralarında, halkın büyük tepki göstereceğine, ürkütücü olaylar çıkacağına ümit bağlayanlar da vardı, bu karara karşı çıkmadığı için orduya kızanlar da.

İki kısa konuşmadan sonra, Başkan iki maddelik tasarıyı ve bildiriyi oya koydu.

Bütün eller kalktı.

Dr. Adnan Bey tarihi sonucu bildirdi:

"Oybirliği ile kabul edilmiştir!?

Padişahlık tarihe karışmıştı.

Tarih 1 Kasım 1922, saat 20.40´tı.

Bir doğu ülkesinde ilk kez saltanat düzeni yıkılıyordu. Alkış fırtınası koptu. Milletvekillerinin çoğu ayağa kalkmışlardı. Ziya Hurşit Bey bağırmaya başladı:

 "Ben muhalifim! Öyleyse oybirliği yok..."

Ziya Hurşit´in sesi "Söz yok!" sesleri, alkış gürültüsü ve sevinç bağırtıları içinde kaybolup gitti.

Bir milletvekilinin bugünün milli bayram diye kabul edilmesini önermesi üzerine Başbakan Rauf Bey söz aldı. Bu gecenin ve ertesi günün milli egemenlik bayramı olarak kabul edilmesini önerdi. Meclis iki öneriyi de kabul etti.

Yeni bir dönemi başlatan oturum, Müfit Efendi´nin okuduğu güzel bir dua ile sona erdi.

Ortaçağ büyük bir darbe almıştı.

Akşam bu güzel karar şerefine 101 pare top atılacaktı.

Muhabirler durumu gece telgraflarla gazetelerine bildirdiler. Sabah yeni bir dönem başlayacaktı.

PADİŞAH VAHDETTİN´İN YURT DIŞINA KAÇIŞI VE HÜZÜN DOLU YAŞAMI

/resimler/2018-10/31/1029207610134.jpgİzmir´in 9 Eylül 1922´de Türk ordusu tarafından kurtuluşu İstanbul´da coşkuyla kutlandı Her yerde senlikler düzenlendi. İstanbul hükümeti bu büyük zafer dolayısıyla Mustafa Kemal´i kutlamayı kararlaştırdı. Ama padişah reddetti. Ayrıca bu yetmiyormuş gibi İzmir´in kurtuluşuna sevinerek gösterilerde taşkınlık yapanları Divanı Harbe, yani mahkemeye vereceğini söyledi. İzmir ve İstanbul alınınca, padişah Vahdettin son cuma namazını kıldıktan sonra 17 Kasım 1922 günü Boğaziçi´nde demirleyen Britanya bayraklı "Malaya" adlı İngiliz savaş gemisine sığınarak. Malta´ya kaçtı. Çok özel sevgi beslediği İngiltere´ye gitmek istedi. Ancak İngilizler onu kabul etmedi. 1922 yılının son günlerinde Hicaz Kralı Emir Hüseyin´in çağrısı üzerine oraya gitti. Ardından, İngilizler burada da baskı yapınca Hicaz´dan çıkmak zorunda kaldı. Çünkü etkisiz de olsa halifenin, peygamber kentinde oturmasını istemediler. Müslümanlar isyan edebilirdi. Bir süre İtalya´nın Cenova şehrinde yasadı. 1926 yılında San Remo´da bir kalp krizi sonucunda 67 yaşında öldü. Oysa İngiltere´den hep dostluk, San Remo´dan ise hep barış beklemişti. İngiltere den zulüm San Remo´dan ise ölüm buldu. Sürekli borç para aldığı Avrupa´da ise beş parasız öldü. Yaşadığı semtin manavı ve kasabı alacaklarından dolayı cenazesine haciz koydurdular. Kızı Sabiha mücevherlerini satarak ödedi. Hacizi kaldırdı. Ardından Türkiye´nin kabul etmediği cenazeyi Suriye resmi bir törenle defnetti. Cenazesini Şam´a gömdü.

Ama Vahdettin´in ihanetleri bitmeyecekti. El Ahram gazetesine şu vasiyette bulunmuştu ölürken:

"Kemalizm´e karşı mücadelemden başarıyla çıkacağımı ve tekrar tahtıma oturacağımı ümit ediyorum."

Vahdettin son nefesini verene kadar tahtından vazgeçmiyor, bir gün şartların olgunlaşacağını ve saltanatının başına geçeceğini ümit ediyordu.

SONUÇ OLARAK

/resimler/2018-10/31/1029537298240.jpgGelin, sarayda dünyaya gelmiş son Osmanlı şehzadesi, Abdülhamit´in torunu şehzade Burhanettin Efendi´nin oğlu Ertuğrul Osman Osmanoğlu´nun (1912 - 2009) Ali kırca ile yaptığı programda söylediklerine kulak verelim:

?Bir şeyi unutmayalım! Eğer Mustafa Kemal Paşa olmasaydı hiçbirimiz olamazdık; yaptığı devrim belki hanedan için kötü oldu, ama Türkiye onun sayesinde var. Harp bittikten, Türk İmparatorluğu ortadan kalktıktan sonra saltanatın bir manası kalmadı memleketi kurtarmanın şekli Cumhuriyeti kurmaktı.?

Abdülhamit´in torununun bu sözlerini Cumhuriyetin su başlarını tutmuş olan kimi zevata okutmakta sayısız yarar olduğu kuşku götürmez.

Derinlere işlemiş köklerin; gövdenin, ömrü sona erip suları çekilince, kuruyan, güdükleşen, gölgesiz dalcıkları vardır. Bunların üzerine kuşlar bile yuva yapmazlar. Osmanlı Padişahlığı tarih sahnesinden silinirken, bu haldeydi...

Çünkü, evvela saltanat hanedanı, tamamen milletten kopmuştu. Hanedanın fertleri ne milletle ne de kendi aralarında bağıntı içindeydiler. 1908 ihtilalinden sonra ise, saray artık bir gölgeydi. Sonra, Hanedan mensuplarının kültür seviyeleri, çağın akışını izlemek için yetersizdi. Hulasa bu gölge müessesenin ömrü, artık tarihen sona ermişti...

Söz, artık halkın olacaktı ve halkın olmalıydı...

SONSÖZ

Atatürk, Vahdettin´in hıyanetinden ve şahsi saltanatın zararlarından söz ettikten sonra, katiyetle şunları söylüyor:

Artık, milletin, en makul ve en meşru ve en insani salâhiyetini istimal etmek (kullanmak) zamanı geldiğine tereddüt kalmamıştır. Tarih-i cihanda bir Cengiz, bir Selçuk, bir Osmanlı devleti tesis eden ve bunların hepsini hadisat (olaylar) ile tecrübe eyleyen Türk milleti, bu defa doğrudan doğruya kendi nam ve sıfatında, bir devlet tesis ederek bütün felaketlerin karşısında memur olduğu, kabiliyet ve kudretle ahz-i mevki etti [yer aldı]. Millet mukadderatını doğrudan doğruya eline aldı ve milli saltanat ve hâkimiyetini bir şâhısta değil, bütün efradı (bireyleri) tarafından muntehip (seçilmiş) vekillerden terekküp eden (oluşan) bir Meclis-i Ali´de (Yüce Meclis´te) temsil etti. İşte o Meclis, ?Meclis-i Aliniz"dir, Türkiye Büyük Millet Meclisidir. Milletin saltanat ve hâkimiyet makamı yalnız ve ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi´dir. Ve bu makam-ı hâkimiyetin hükümetine Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti derler. Bundan başka bir makam-ı saltanat, bundan başka bir heyet-i hükümet yoktur ve olamaz.

?Cumhuriyet müesseselerinin bir müstebit (baskıcı/diktatör) eline geçeceğini mezarımda bile duysam millete karşı haykırmak isterim? Cumhuriyetin milletin kalbinde kök saldığını görmek en büyük emelimdir.?

(Atatürk, 1930)

Bu mutlu ve gurur dolu günleri bizlere armağan eden, Osmanlı İmparatorluğunun Teokratik Ve Monarşik Saltanat yönetimine son veren, Yüce ulusumuza kendi kendini yönetme yetkisi veren, çağdaş cumhuriyeti bizlere armağan eden başta ulu önder Atatürk ve silah arkadaşları ile bu konuda emeği geçen dönemin değerli milletvekillerinin manevi huzurunda saygı ve hürmetle eğiliyoruz! Ruhları şad olsun!

KAYNAKÇA:

  1. NUTUK MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
  2. ATATÜRK HAKKINDA HATIRALAR VE BELGELER PROF.DR. AFET İNAN
  3. TEK ADAM CİLT 3 ŞEVKET SÜREYYA AYDEMİR
  4. CUMHURİYET CİLT 1 TURGUT ÖZAKMAN
  5. NUTUK´UN DEŞİFRESİ SİNAN MEYDAN
  6. GAZİ PAŞAM. CEVAT ŞENOL
  7. CUMHURİYET GAZETESİ 1 KASIM 2015 TARİHLİ DR. FARUK ALPKAYA´NIN KÖŞE YAZISI
  8. İHANET BASINI AYDIN KELEŞOĞLU
  9. ATATÜRK´ÜN KEHANETLERİ ALİ BEKTAN
  10. MİLLİ MÜCADELEDE ADANA BASINI
  11. 18 HAZİRAN 2018 SÖZCÜ GAZETESİNDE SİNAN MEYDAN´IN ATATÜRK UYARMIŞTI KÖŞE YAZISI

YAZARLAR

  • Perşembe 24.1 ° / 11.6 ° Güneşli
  • Cuma 24.9 ° / 14.2 ° Güneşli
  • Cumartesi 28.3 ° / 15.1 ° Güneşli
  • BIST 100

    8806,72%-0,01
  • DOLAR

    32,25% 0,26
  • EURO

    35,08% 0,67
  • GRAM ALTIN

    2270,84% 0,79
  • Ç. ALTIN

    3854,72% 0,51