Can UĞURATEŞ-Sırası Geldikçe


CUMHURİYETİN DÖNÜM NOKTALARI (14)


TSK´nın 21-29 Şubat 2008´de icra ettiği Güneş Operasyonu, sadece PKK´ya yönelik değildi. Aynı zamanda, küresel ve bölgesel dengelerde bir gövde gösterisi de yapıldı ve başarılı olundu.

Bu arada Özel Yetkili Devlet Güvenlik Mahkemeleri tarafından başlatılan ve Türkiye´nin, daha önce görmediği uygulamalarla yürütülen operasyonlarda, gözaltına alınan kişilere yapılanlar ve kaçma ihtimalleri olmadığı halde, bu kişilerin tutuklanarak cezaevlerine konması, ülkede yeni bir devrin başlangıcını gösteriyordu. 20 Haziran ve 27 Temmuz 2007, 22 Ocak, 21 Mart ve 7 Temmuz 2008´de sabah baskınları şeklinde yapılan operasyonlarla, ülkenin önemli akademisyenleri, gazetecileri, siyasetçileri ve ordu komutanı seviyesine kadar askerleri, sorgulanmak üzere evlerinden alındı ve uzun, tartışmalı sorgu süreçlerinin ardından, kaçma ihtimalleri olmadığı halde tutuklandı. Ergenekon davası olarak, hukuk tarihinde tartışmalı bir yere gelecek olan dava süreci, 20 Ekim 2008´de Silivri´de yapılan ilk duruşmayla başladı.

Bu dava süreci, Türk siyasetinde de anında tepki buldu. Hükümet yetkilileri, davayı ve soruşturmayı yürüten savcıları savunurken ki Başbakanlıktan, davanın tartışmalı savcısı Öz için zırhlı lüks araç tahsisi yapıldı, muhalefet ise davanın hukuk dışı ve uydurma belgelerle, delillerle yürütüldüğünü savunuyordu.

Yoğun bir gündem içinde olan Türkiye´de, yeni bir bomba manşet patladı. 17 Eylül´de, Almanya´da açıklanan bir mahkeme kararı, Türkiye´de manşetlere düştü. Tamamen yardım maksatlı kurulmuş olduğu iddia edilen ve halen faaliyetlerine devam eden Deniz Feneri Derneği yöneticilerine, dolandırıcılık ve haksız kazanç elde etmek suçlarından hapis cezaları verildi. Bu davanın yankıları da Türkiye´de tartışmalara neden olurken, bir kesim savunma konumuna geçerek, Hükümete ve Başbakana yönelik bir algı operasyonundan bahsetti. Davanın Türkiye´ye yansımasıyla açılan dava sonucunda, ilgililerin bir kısmı beraat etti, bir kısmı hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı çıktı.

Bu dava süreci ve tartışmalar devam ederken, 3 Ekim 2008´de, Hakkâri´nin Şemdinli ilçesi Aktütün karakoluna, PKK tarafından yapılan baskın sonucunda, 17 şehit verildi. TSK´nın, Dağlıca baskını sonrasında başlattığı ve başarıyla yürüttüğü yurt içi ve yurt dışı operasyonlarına karşı PKK, ?ben buradayım? diyordu.

Ülkede yaşanan gelişmeler daha sonra farklı sonuçlara ulaşsa da o dönemde medyada yer alan yanlı haberlerle, TSK, darbe ile suçlanmaya başladı. Oysa daha önceki darbe süreçlerinden çıkardığı sonuçlarla, askerin darbe yapmaya niyeti yoktu ve dava sürecinde ortaya konulan delillerin, sahte olduğu da ortaya çıkacaktı. Ancak, gazete manşetlerinde ve haber bültenlerinde, araziye gömülü olarak bulunan silahlara ve mühimmata ait görüntüler, halkın kafasını karıştırmaya başladı. Aslında dikkatli ve bilen gözler, o silah ve mühimmatın bulunduğu haliyle depolanmaya, sonradan kullanılmak üzere saklanmaya çalışılmasının uygun olmadığını ve muhtemelen, bulundukları yerlere yakın zamanlarda yerleştirildiklerini görebiliyordu. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, bu gerçekleri anlatmak maksadıyla, 29 Nisan 2009´da basın toplantısı düzenledi. Bu toplantıda, eline aldığı tek kullanımlık olan LAW silahı lançerini anlatsa da bu sözü hiç sarf etmediği halde, LAW silahına soba borusu dediği iddiaları dava sürecinde konuşuldu. Elinde gösterdiği boş lançer ise gerçekte soba borusu olarak bile kullanılamazdı. Bu söz de CHP Genel Başkanı Deniz Baykal´a aitti ve 5 Mayıs 2009´da, Meclis grup toplantısında yaptığı konuşmada konuya değinirken, ?mermisi olmayan boru? olarak kullanılmıştı.

Bir süre sonra, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç´a yönelik suikast planı haberleri medyaya düştü. Özel Kuvvetler Komutanlığına mensup iki subay, Arınç´ın evinin yakınlarında şüpheli hareketleri olduğu iddiasıyla alıkonularak, Merkez Komutanlığına teslim edildi. Bu gelişmenin, daha önemli gelişmelere gebe olduğu çok açık iken, 27 Aralık 2009´da başlayan tartışmalı süreçle, Özel Kuvvetler Komutanlığına bağlı Seferberlik Tetkik Kurulunun, Ankara Bölge Başkanlığında, Kozmik Oda araması yapıldı. Bu arama arkasından önemli tartışmalaı da beraberinde getirdi.

Gelinen konjonktürde, tüm istihbarat ve emniyet teşkilatının, TSK´nın üzerine yönlendirilmiş olduğu izlenimi ortaya çıkmıştı ve başlatılan dava süreçlerinde ortaya çıkarılan deliller, o kadar kolay bulunuyordu ki halkın gözünde, asker ile ilgili görüşler değiştirilmeye başlanmıştı. Kimi zaman çok saf kişilerin dahi yapmayacağı hataları, halkın göz bebeği TSK´yı yöneten, yüksek komuta heyetinin yaptığı imajıyla, olumsuz bir algı ortaya çıkmaya başladı.

Bu dava sürecine, ?Ergenekon Davası? adı verildi ve tüm hızıyla devam ederken, dönemin gazetelerinden Taraf´da, 20 Ocak 2010´da çıkan bir haber üzerine, yine asker üzerinden, yeni bir dava süreci başladı. Bu kez İstanbul´da, 1.Ordu Komutanlığında, 5-7 Mart 2003´te yapılan plan semineri konusu bir darbe planı olarak nitelendirildi ve ?Balyoz Davası? başladı. Bu kapsamda, üst seviyeli general ve amiraller tutuklandı. TSK yetkilileri ve profesyonel askerler yaptıkları açıklamalarda, plan seminerinde, bu seminerlerin yapısı gereği, EMASYA (Emniyet, Asayiş ve Yardımlaşma) planları ve oluşabilecek durumlara yönelik senaryoların tartışılarak, olası bir gerçek durumda yapılması gerekenlerin tespit edildiğini, ancak, profesyonellikten uzak ve saptırmaya müsait gözlerin, görüşülen konuları kolaylıkla, farklı algılarla sunabileceğini söylüyordu. Dava süreçlerinde, mahkeme heyetlerinin tutum ve davranışları hukuksal açıdan tartışıldı.

Çok geçmeden, 10 Şubat 2011´de tamamlanan iddianameyle, Deniz Kuvvetleri personelini ilgilendiren, yeni bir dava süreci başladı. ?Askeri Casusluk? adı verilen davayla, TSK, farklı dört dava süreciyle kuşatma altında gibi görünürken. Görevde bulunan ve eski Genelkurmay Başkanlarıyla ilgili iddialar, suçlamalar, ithamlar medyada hemen her gün yer almaya başladı.

TSK üzerinde önemli bir yıpratma operasyonu başlatıldığı çok açıkken, Hükümetin tutumu, bazı medya organlarının algılara yönelik yoğun yayınlara başlaması, yargının davranış şekilleri ile halkın değerleri değiştirilirken TSK içerisinde de önemli bir değişimin son adımları atılmaya başlanmıştı. TSK´nın komuta kademesi de boşaltılan kadroların yeniden şekillenmesiyle geleceğe yönelik farklı yapılanmalara imkân vermeye başladı.

Bu süreçlerle halkın başı dönmeye başlamışken, Mayıs 2010´da, Gazze´deki kuşatma altında kalanlara yardım götürmek maksadıyla teşkil edildiği söylenen ve Hükümetinde söylemleriyle destek verdiği bir gemi konvoyu hazırlanarak, Türkiye´den Gazze´ye doğru hareket etti. Maksat kuşatmayı kırmaktı ama 31 Mayıs´ta, İsrail askeri, karasularına girmeden gemilere oldukça sert müdahale ederek teslim aldı. Mavi Marmara olayı olarak anılan bu gelişmenin ardından, Türkiye İsrail ilişkileri doğal olarak gerildi. Aslında bu yaşanan, ikinci bir çuval vakası örneğiydi ve Türkiye´nin bölgedeki itibarı bir kez daha yara aldı.

   

Türkiye´de bu gelişmeler yaşanırken, Ortadoğu ve Mağrip´te de bir hareketlik başladı. 18 Aralık 2010´da Tunus´ta başlayan halk hareketleri, Mısır, Yemen, Cezayir ve Ürdün´e de sıçradı. (Devam edecek)

Can UĞURATEŞ

YAZARLAR

  • Cuma 30.8 ° / 18.5 ° false
  • Cumartesi 31 ° / 16.7 ° false
  • Pazar 35.8 ° / 19.6 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • BIST 100

    9809,64%0,96
  • DOLAR

    32,58% 0,30
  • EURO

    35,07% 0,29
  • GRAM ALTIN

    2457,40% 0,88
  • Ç. ALTIN

    3991,84% 0,00