Can UĞURATEŞ-Sırası Geldikçe


CUMHURİYETİN DÖNÜM NOKTALARI (15)


18 Aralık 2010´da Tunus´ta başlayan ve Arap Yarımadası ile Kuzey Afrika´ya yayılan halk hareketleriyle, bölge coğrafyasında önemli değişimler başladı. Bu gelişmelerle, ülkelerde yönetim değişiklikleri ve reform hareketleri olduğu gibi, önemli halk hareketleri başladı ve iç savaşlar çıktı. Bu ülkelerin bir kısmında, oluşan istikrarsızlıkla, ülke bütünlükleri tehlikeye girdi. Mısır, Libya ve Tunus´ta hükümetler devrildi; Suudi Arabistan, Ürdün, Fas ve Cezayir´de reform hareketlilikleri gözlendi; Libya ve Suriye´de iç savaş çıktı ve uluslararası müdahale oldu; Suriye´deki iç savaş ülkeyi bölünmeye götürürken, Irak gelişmeleriyle birlikte, Dünyanın, küresel çaplı terörle tanışmasına neden oldu; soğuk savaştan sonra ilk kez ABD ve Rusya aynı stratejik hedeflere yönelik üstünlük ve kazanım mücadelesine girişti.

Bu dönemde, Türkiye´deki gelişmeleri tek başına ve sadece iç siyasete yönelik düşünmek, öngörüden uzak bir yaklaşım olur. Özellikle askeri güçlerin yoğun olarak ön plana çıktığı süreçte, TSK´nın, bir anda dört farklı dava süreçleriyle, her durumda moral ve motivasyonunun etkilenmesi ve komuta kademesinin yeniden şekillendirilmesiyle oluşacak zafiyetin, bölgede yeniden çizilmesi planlanan sınırlar ve bölgesel güç dengelerinin etkinliğinde düşünülmediğini ve özellikle planlandığını söylemek çok zor. Bölgesel güç dengelerinde İran ile yarış halinde ve bir adım önde olan TSK´nın, 22 devletin sınırlarını değiştireceği söylenen BOP kapsamında, küçümsenemeyecek bir kuvvet olarak algılandığından, bir şekilde kontrol altına alınmasının ve halkın gözünden de düşürülerek, moral ve motivasyon eksikliğiyle, savaşma azim ve kararlılığını kaybetmesinin planlandığını söylemek haksız olmaz.

Türkiye, dava süreçleriyle uğraşır ve Hükümet ile Muhalefet savcı, avukat polemiğine girerken, ülkenin etrafı da ateşten bir çember haline gelmeye başladı.  Bölge ülkelerinde yaşanan ekonomik zorluklar, gelir dağılımlarındaki dengesizlikler, yoksulluk ve önüne geçilemeyen sıradanlaşmış yolsuzluklar ile halkların, despot yönetimler nedeniyle demokrasiye olan özlemiyle, 18 Aralık 2010´da, Tunus´ta bir kişinin kendini yakmasıyla başlayan ve 28 Aralık 2010´da Cezayir´de, 12 Ocak 2011´de Lübnan´da, 14 Ocak´ta Ürdün´de, 17 Ocak´ta Moritanya, Sudan ve Umman´da, 18 Ocak´ta Yemen´de, 21 Ocak´ta Suudi Arabistan´da, 25 Ocak´ta Mısır´da, 26 Ocak´ta Suriye´de, 28 Ocak´ta Cibuti´de, 30 Ocak´ta Fas´ta, 10 Şubat´ta Irak´ta, 14 Şubat´ta Bahreyn ve İran´da, 17 Şubat´ta Libya´da, 18 Şubat´ta Kuveyt´te ve 20 Şubat´ta Batı Sahra´da protesto ve yürüyüşlerle devam eden süreçle, ülkelerin kaderleri değişmeye başladı.

Bölge, Türkiye dâhil yüzyıllardır dini, etnik, kültürel ve doğal zenginlikleriyle kalpgah durumundaydı. Her ne kadar küresel ısınmayla birlikte, Kuzey Denizindeki değişimlerle Dünya ticaret yolları, binlerce mil kısa olan yeni ulaşım imkanlarına kavuşsa da bölgenin doğu ile batı arasındaki konumu, önemini hiçbir zaman kaybetmeyecek bir coğrafyayı oluşturuyordu. Özellikle Türkiye, Doğu ve Batı medeniyetleri arasında tam bir köprü vazifesi görmesiyle, stratejik önemini hiçbir zaman kaybetmeyecekti. Yıllar boyunca soğuk savaşın tampon bölgesi konumunda olduğu gibi, AB oluşum sürecinde de Ortadoğu ile AB arasındaki konumuyla aynı görevi yürütmesi önemliydi. Türkiye´nin konumunun önemi, Arap Baharıyla gelişen, Suriye iç savaşının getirisiyle yollara dökülen göçmenlerle, bir kez daha anlaşılacaktı.

Türkiye, gelişmeler karşısında verdiği tepkilerle derin siyaset tanımından uzaklaştığı gibi, söylemleriyle, hem güç odaklarının hem de yüzyıllardır kültür birikimine sahip olduğu ve akrabalık bağlarının da bulunduğu ülkelerin, tepkisini çekmeye başladı. Bu dönemde, Türkiye´de devam eden terörün de giderek arttığı görülünce, ülkeyi yeniden dönüm noktalarından birine taşıyan çalışmalar başlatılarak, İmralı´da bulunan terörist başı ile yapılan görüşmelerle, Doğu ve Güneydoğu Anadolu´da, kırsalda bulunan terör örgütü mensuplarının silahlarını bırakması veya sınır ötesine çekilerek, eylemlerine son vermesi yönünde girişimler başlatıldı. Bu maksatla yapılan çalışmaların tamamına, ?Çözüm Süreci? adı verilerek, alınan kararlar tavizsiz uygulanmaya başlandı. Bu gelişme, devamı süresince, halkın önemli bir kesiminden, aydınların önemli bir kısmından ve muhalefetten tepki aldı.

2012´ye gelindiğinde Türkiye´de, Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk davaları devam ederken, KCK´ya yönelik operasyonlar da hız kazanmaya başladı. 6 Ocak 2012´de, Dünya tarihinde bir ilk gerçekleşerek, Türkiye´nin 26´ncı Genelkurmay Başkanı Emekli Orgeneral İlker Başbuğ, silahlı terör örgütü yöneticiliği ve Hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs suçlamasıyla tutuklandı. 8 Şubat 2012´de MİT Müsteşarı, eski Müsteşar ve eski Müsteşar Yardımcısı şüpheli olarak ifadeye çağırıldı. Bunun üzerine, 17 Şubat´ta MİT kanunu değiştirildi.

Çözüm süreci etkin olarak yürütüldüğü halde, PKK, Hükümetin süreci tıkadığını ileri sürerek, yeniden eylemlere imza atmaya başladı. Yaşanan gelişmeler üzerine, 2009´dan itibaren başladığı anlaşılan çözüm süreci çalışmalarında yeni bir safhaya geçildi ve İmralı´ya gitmesine müsaade edilen heyetler aracılığıyla Abdullah Öcalan, süreçte ön plana çıkarıldı.

Ocak 2011´de, sınırların hemen ötesinde, Suriye´de başlayan olaylar, halen iç savaş boyutuyla tüm hızıyla devam ederken, Esat yönetiminin kısa sürede yenilgisiyle, rejim değişikliği beklentileri boşa çıkmaya başladı. Türkiye´de de Hükümet yetkilileri, kısa sürede bu çatışmaların biteceğini iddia ederek, bu yönde söylemlere yöneldiği halde, görülemeyen bir şeyler vardı ve bölgenin değerlendirilmesi nedense yanlış yapılıyordu. ABD, İngiltere ve müttefiklerinin planları da bir türlü istenilen şekilde gelişemiyordu. Çünkü dışarıdan izleyen iki Dünya devi de olaya müdahale etmeye başlamıştı; Rusya ve Çin. Rusya, yıllardır bu coğrafyadaydı ve baba Esat ile yakın ilişkileriyle, Suriye´de üssü vardı. Zaten ülkeye oldukça fazla silah takviyesi de yaparak, Suriye ordusunu Rusya donatmıştı. Sıcak denizlere açılma politikasının bir ayağını, buradaki üsler sayesinde gerçekleştiriyordu ve bu kazanımından vazgeçmeye kesinlikle tahammülü yoktu. Çin ise geleceğine yönelik enerji kaynaklarını bölgeye bağlamıştı ve değişen küresel jeopolitikte, yeni bir güç olarak yerini almak istediğinden, oyun dışında kalmak istemiyordu. Bu iki denge unsurunun bölgeye siyasal müdahalesiyle, BM´de veto hakkıyla birlikte, ABD´nin eli kısıtlandı.

Türkiye´nin önemli bir sorunu daha gelişmeye başladı. 29 Nisan 2011´de giren 225 kişilik ilk kafileden sonra, Suriye´deki savaştan kaçarak, Türkiye´ye gelen göçmen sayısı, günümüzde üç milyonu geçti. Suriye´de yapılan her hamlenin ardından, bölgeden kaçan insanlar doğrudan Türkiye´ye yöneliyordu. Bir süre sonra Türkiye´den bakan gözler, yapılan hamlelerin bilinçli bir şekilde bölge boşaltılması ve yeniden demografik düzenlemeye yönelik olduğunu fark etti. Bölge yeniden şekillenirken, demografik yapı da Türkiye´nin aleyhine süratle değiştiriliyordu.(Devam edecek)

YAZARLAR

  • Cuma 30.8 ° / 18.5 ° false
  • Cumartesi 31 ° / 16.7 ° false
  • Pazar 35.8 ° / 19.6 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • BIST 100

    9716,77%-0,05
  • DOLAR

    32,47% -0,17
  • EURO

    34,91% 0,40
  • GRAM ALTIN

    2434,93% 0,50
  • Ç. ALTIN

    3991,84% -0,04