Can UĞURATEŞ-Sırası Geldikçe


CUMHURİYETİN DÖNÜM NOKTALARI (2)


Halk, yeni kurulan Cumhuriyette, 1924´te Nasturi ayaklanması ile başlayan ve Şeyh Sait İsyanı, Ağrı Ayaklanmaları, Menemen Olayı, Oramar Ayaklanması, Dersim İsyanı ve Trakya Olaylarıyla 1934´e kadar oyalanmışken, tüm bunların üzerine, bir de 1939´da başlayan 2´nci Dünya Savaşı eklenince, 1945´e kadar tarafsızlık ve gerektiğinde zorunluluktan dolayı, her an müdahil olunabilecek savaş şartlarına hazır olabilmek için gereken sıkı ekonomik ve askeri tedbirler de eklenince yeterince bunalmıştı. Tüm bu isyanları ve Cumhuriyet karşıtı hareketleri ayrı ayrı inceleyip, Meclis çatışmalarını, suikast girişimlerini farklı görüş açılarından dönüm noktası olarak ele almak mümkünken, bu gelişmeleri yeni kurulmaya çalışılan bir devlette, kurulma aşamasında yaşanan sorunlar olarak değerlendirmenin, daha doğru olacağı kanaatindeyiz.     

1940´lardan 1950´ye uzanan süreçte, Dünyada önemli gelişmeler oluyordu. Bu gelişmelerden biri, 1944´de imzalanan Bretton Woods Antlaşması ile kabul edilerek, 1946´da yürürlüğe giren sabit kur esası ile tüm ülke para birimlerinin değerlerinin, ABD Doları esas alınarak saptanmasıydı. Ayrıca, İkinci Dünya Savaşı sıcak çatışma kapsamında bitse de ortamda buz gibi bir siyasi hava oluşmaya başlamıştı ve Avrupa ülkelerinin toprak bütünlükleri, birkaç değişiklik dışında korunsa da ideolojiler ve dolayısıyla rejimler değişerek, iki kutuplu bir denge oluşuyordu. Bir diğer gelişme ise 24 Ekim 1954´de kurulan Birleşmiş Milletlerdi. Bu gelişmeler ABD´nin, giderek Dünya üzerinde tek otorite olmasına yol açabilecek düzeydeydi. Birleşmiş Milletlerin kurucu beş üyesine verilen veto hakkı ise küresel jeopolitikte yaşanan gelişmelerde, önemli değişikliklerin ve tartışmalı dengelerin habercisiydi.

14 Mayıs 1948´de bağımsızlığını ilan eden İsrail ve hemen ardından Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan ve Irak ordularının müdahalesiyle başlayan savaş, Türkiye´yi etkileyecek bölgesel gelişmelerin de habercisiydi.

Bu zorlu dönemlerin ardından, lobilerin de önemli desteğiyle,1950 yılı seçimlerinde iktidara gelen Demokrat Parti Hükümeti, Başbakan Adnan Menderes´le, 22 Mayıs 1950-27 Mayıs 1960 arasında, 19-23´üncü Hükümetlerle, 5 dönem iktidarda kaldı.

Başlangıçta, önemli görülen hamlelerle halkın sevgisi kazanıldı. Aslında halk, bir yerde tek parti yönetiminin ve milli mücadeleden beri -dönemin konjonktüründe haklı nedenlerle olduğu kabul edilebilecek- devam etmek zorunda olan ancak, hatalı bir takım sonuçlara da gidebilen yönetimden sonra, nefes aldığını da düşünmeye başlamıştı.

Bu dönemde, ilk olarak Devlette tasarruf tedbirlerine yönlenildi ve Devlete ait otomobiller, fazla masraf gerekçesiyle satıldı. Yine ilk icraatlardan biri, 6 Haziran 1950´de, darbe iddialarıyla, Genelkurmay Başkanı dâhil, 15 general ve 150 subayın res´en emekli edilmesiydi. 1951´de Kore Savaşına aktif olarak katılma kararı alındı. 1953´e gelindiğinde, otoriterleşme yolunda adımlar atılmaya başlanarak, bir döneme damgasını vuran CHP´nin malları hazineye devredildi, Halk Evleri kapatıldı, Türkiye´nin geleceğinde temel taşlardan olduğu kabul edilen Köy Enstitüleri kapatılarak, öğretmen okullarına dönüştürüldü. İmam hatip kursları, imam hatip liselerine dönüştürüldü.

Demokrat Parti Hükümetinin ilk yıllarında alınan ekonomik kararlarla, büyük bir sanayileşme ve tarımda modernleşme atağı başlamış görünüyordu. Üstelik Kıbrıs´taki gelişmelerle bütünleşen yurt içindeki olayların, kışkırtmayla birlikte, 6-7 Eylül olaylarını (6 Eylül 1955´de radyoda 13.00 haberlerinde Selanik´te bulunan Atatürk´ün evine bomba atıldığı haberi ve tirajı 20.000 olduğu halde, aynı gün, ?Ata´mızın evi basıldı? manşetiyle 290.000 basılan, İstanbul Ekspres Gazetesinin, Kıbrıs Türk´tür Derneği üyelerince dağıtımının yapılarak, halkın galeyana getirilmesiyle başlayan, İstanbul´daki gayri Müslimlerin ev ve işyerlerinin basılması, yakılması, yağmalanmasıyla sonuçlanan olaylar) yaratmış olması dahi, Hükümetin devamlılığını etkileyemedi. Ancak, 1958´e gelindiğinde, daha sonra da çok eleştiri alan ve günümüze ulaşan etkileriyle halen çözümlenemeyen, dışa bağımlı politikalarla oluşan ekonomik zorluklar, etkisini ağırlaştırmaya başladı.

Birinci ve ikinci Menderes Hükümetlerinde eğitim üzerine program yapılsa da sonrakilerde, eğitim konusu, önemine rağmen yüzeysel geçildi. Ancak, Demokrat Parti döneminde başlangıçta üç olan üniversite sayısının artırılması için yapılan çalışmalarla akademiler açılırken, 1955 yılında Ege Üniversitesi ve Karadeniz Teknik Üniversitesi, 1956 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi ve 1957 yılında Erzurum Atatürk Üniversitesi kuruldu. 

Kabul edilmiş olan Marshall yardımlarının etkisiyle, (Marshall Planı, 2. Dünya Savaşı sonrasında, 1947 yılında önerilen ve 1948-1951 yılları arasında yürürlüğe konan, ABD kaynaklı bir ekonomik yardım paketidir. Aralarında Türkiye´nin de bulunduğu 16 ülke, bu plan uyarınca ABD´den ekonomik kalkınma yardımı aldı.) bağımlılık arttı. Bu yardımda ortaya konulan, bağımlılığa yönelik bazı şartları yerine getirmek için türkü dahi bestelenerek, algılarla oynandı (Zeytinyağlı yiyemem, 1954, Muzaffer Sarısözen). Ülkede gelişen tarımın önü kesilip, bazı tarım ürünlerinin ekimi yasaklandı ya da kota altına alındı ve ülke tanımadığı ithal ürünlerle tanıştırıldı. Tüten bacaların bir kısmı, ekonomik olmadığı bahanesiyle kapatıldı. Çıkarılan kanunlarla, maden arama ve üretimine yabancı ortak şartları getirildi.

1949´da, dönemin Hükümeti tarafından yapılan istekle başlatılan çalışmanın ardından, ortaya dört önemli rapor çıkmıştı. Bunlar: Neumark Raporu olarak anılan, ?Devlet Daire ve Müesseselerinde Rasyonel Çalışma Esasları Hakkında Rapor?; 1951´de bitmesiyle ortaya çıkan ve Barker Raporu olarak anılan ?Kalkınma Planı İçin Tahlil ve Tavsiyeler? isimli rapor ki bir kısım bilim insanı, bu raporla birlikte Türkiye´nin, ?Yönetim Bilimi? ile tanıştığını söylese de, bu raporun etkilerini Demokrat Parti Hükümetinin sahiplenmesiyle, ülkede önemli bir yatırım kırımına yol açıldığı da iddia edilmekte ve kapatılan fabrikalar, demiryolları çalışmalarının durması gibi önemli sonuçlar, bu rapora bağlanabilmektedir. Diğer iki rapor da, ?Martin ve Cush Raporu? ile ?Leimgruber Raporu? olarak isimlendirilir. Bunların dışında da çeşitli konularda hazırlanmış raporlar vardır ve bu raporlarla birlikte, ülkede bir anda değişim başlamıştır.

1950´de başlayan Kore Savaşına bir tugay kuvvetiyle katılan Türkiye, yıllarca ve halen tartışılan bu gelişmeyle, 1952´de NATO´ya katıldı. Türkiye´nin NATO´ya katılması ülkenin geleceğini önemli boyutlarda etkileyecek, yeni bir dönüm noktasıydı. Bir süre sonra alınan yardımlar, teşvikler ve hazırlanan raporlarla yapılan yönlendirmelerle, ülkenin en zor dönemlerinde büyük fedakârlıklarla kurulmuş olan silah fabrikaları, uçak fabrikası, tank fabrikası, NATO standartlarına uymadığı gerekçesiyle kapatıldı. Bu hamlenin ne kadar hatalı olduğuna yönelik tartışmaların doğruluğu, 5 Haziran 1964´te dönemin Başbakanı İnönü´ye gönderilen, ABD Başkanı Johnson´un mektubuyla ortaya çıkacaktı.

Böylece küresel ve bölgesel jeopolitikte ülkenin yeri belirlendi. NATO uğruna girilen Kore Savaşıyla, ülke yeni küresel dengede Batı yanlısı yerini alarak, Osmanlıdan kalan alışkanlıkla, yine uç beyliğine başlayıp, SSCB´nin 1991´de dağılmasına kadar olan süreçte yaşanan soğuk savaşta, NATO adına, Sovyetler Birliğinin karşısında durdu.

Bu süreç devam ederken, Avrupa´da, yanı başımızdaki Macaristan´da, 23 Ekim-10 Kasım 1956´da, Sovyet güdümündeki rejime karşı başlayan halk ayaklanması, SSCB´nin sert müdahalesi ve Budapeşte´yi işgali ile sonuçlandı. Ancak, Avrupa´da gelişen akımların bloklaşmaya etkisi ve soğuk savaşın boyutlarıyla, bu ayaklanma, siyasi tarihte önemli bir yer edindi.

1938 sonrası yapılan hatalar ve tek parti döneminin ardından iktidara gelen Demokrat Partinin izlediği politikayla, yeniden dışa bağımlı ve dış müdahalelere açık hale gelen ülkede yaşananlar da başka bir dönüm noktasına götürdü. Bu dönemde gelişen konjonktürde ülke bir darbe yaşadı. Bu darbeyle ilgili birçok şey konuşuldu, yazıldı. Şimdi, özellikle iç siyasette yaşanan algı savaşlarında oldukça fazla kullanılan bu darbeyi getiren nedenler, olumlu veya olumsuz, öyle ya da böyle, gerçek nedenleri bilinse de sonraki süreçte, iç siyaset enstrümanı haline getirildi. Kendilerine sağcı diyenler de solcu olarak niteleyenlerde, darbeden en çok kendilerinin etkilendiğini ve kendi ideolojilerine zarar verildiğini iddia etti.

Yönetimsel hatalar ve otoriterleşmeye giden süreçte artan huzursuzluk, öğrenci olaylarının artması, muhalefetin baskı altına alınması, medyanın kontrol altına alınmaya çalışılması, Milli Mücadele sonrasında, tüm zorluklara rağmen tam bağımsızlık yolunda ilerlerken, dışa bağımlılığın giderek artması, yanlış politikalar v.b arka arkaya gelince, 27 Mayıs 1960´da ülkede bir ilk gerçekleşerek, demokratik açıdan olmaması gereken oldu ve bir dönüm noktası daha yaşandı. Yapılan askeri müdahale ile yönetimden alınan Hükümetin Başbakanı, Maliye Bakanı ve Dışişleri Bakanı idam edildi.(Devam edecek)

Can UĞURATEŞ

 

YAZARLAR

  • Cuma 30.8 ° / 18.5 ° false
  • Cumartesi 31 ° / 16.7 ° false
  • Pazar 35.8 ° / 19.6 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • BIST 100

    9809,64%0,96
  • DOLAR

    32,58% 0,30
  • EURO

    35,07% 0,29
  • GRAM ALTIN

    2457,40% 0,88
  • Ç. ALTIN

    3991,84% 0,00