Can UĞURATEŞ-Sırası Geldikçe


CUMHURİYETİN DÖNÜM NOKTALARI (4)


Türkiye´de, siyasetteki şekil değiştirmeler tüm hızıyla sürerken, Dünyadaki gelişmeler de soğuk savaş boyutuyla iki kutuplu olarak devam ediyordu. İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşan dengelerde, iki kutuplu bir görüntü alan Dünyada, Doğu ve Batı olmak üzere iki blok, 1949´da atılan imzalarla kurulan NATO ve 1955´te kurulan Varşova Paktı olarak, önemli bir cepheleşmeyle, silahlanmaya başladı. Bu kutuplaşmanın sonuçları, tüm Dünya coğrafyasında yaşanan mücadeleler ve milyonlarca can kaybıyla kendini göstermeye başladı.

Dünya savaşının ardından kapitalist yayılımla, komünist yayılımın sağlanması için, her iki blok, üçüncü ülkelerde büyük bir mücadeleye başladı. ABD, komünizm yayılmacılığını önleyeceğini bahane ederek, okyanus ötesi müdahalelere başladı. Türkiye dâhil NATO kapsamındaki veya yandaşı olan ülkelerden 16´sında askeri üs kurdu. (Adana´da bulunan ve 1954 yılında tamamlanarak hizmete açılan İncirlik üssü de bunlardan biri ve ABD, İncirlik dâhil bu üslerden altısında, taktik nükleer silahlar bulundurmaktadır.) 1 Mayıs 1960´da sağ olarak yakalanan pilotunun Pakistan´dan Norveç´e uçtuğunu söylemesine rağmen, bu uçakların ana üslerinden olduğu bilinen İncirlikten havalandığı iddia edilen ve kendi hava sahasında SSCB tarafından düşürülerek, sağ ele geçirilen pilotu sorgulanan bir U-2 Casus Uçağı (Dragon Lady, çok kısa sürelerde yüksek irtifalara ulaşabilen, atmosfere yakın yüksek irtifalarda uçabilen, ikmalsiz 3000 mil havada kalabilen, yakıtsız 300 mil kadar süzülme yeteneğine sahip, yüksek donanımlı kamera ve kayıt cihazlarına sahip, istihbarat maksatlı kullanılan, ABD yapımı uçak) ABD ile SSCB´nin arasını daha da gererken, Türkiye de, uluslararası siyasette çok zor durumda kaldı.

Soğuk Savaş döneminin ilk sıcak çatışması, Kore Savaşıyla 1950-1953 arasında yaşandı. İlk defa Kuzey Kore ve Güney Kore destekçisi görünümü veren iki karşıt blok, karşı karşıya gelerek acımasız bir savaş başlattığında, ABD karşısında, bu kez Komünist Çin vardı. Türkiye, 1951´de bu savaşa bir tugay seviyesinde katıldı.

25 Mart 1957´de Avrupa´da yeni bir gelişme oldu ve imzalanan Roma Antlaşması ile kurulan Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET), 01 Ocak 1958´de yürürlüğe girdi. AET´nin amacı, malların, işgücünün, hizmetlerin ve sermayenin serbest dolaştığı bir ortak pazarın kurulması ve en nihayetinde Avrupa´da siyasi bütünlüğe gidilmesiydi. Böylece dünyada üçlü bir güç dengesinin oluşmaya başlayacağının emareleri de net olarak ortaya çıktı. Küresel jeopolitik, hiç durmaksızın, artan bir ivme ile değişiyordu. Aslında Avrupa, Birinci Dünya Savaşından önce de bir takım anlaşmalarla, yüzyıllara dayalı düşmanlıklardan kurtularak, Dünyada yeni bir güç oluşturmanın yollarını arıyordu. Bu arayışlarda da Avrupa Kıta bütünlüğü içerisinde Almanya ve Fransa öne çıkıyor ve Fransa, özellikle İkinci Dünya savaşı sonrası süreçte, Fransız Milli Kahramanı De Goulle ile İngiltere´yi dahi dışlıyordu. Ancak, engellenemeyen Küresel güç odaklarının müdahalesi de kaçınılmazdı.

Başka bir kıtada 1953´te başlayan ve Dünyanın yakından takip ettiği gelişmeler, 1959´da kutupsal dengelerde sallantıya neden oldu. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB), Küba´da yaşanan değişimle birlikte (1953-1959 Küba Devrimi), ABD´nin yanı başında bir üs elde etme imkânına kavuşarak, buraya, SSCB lideri Nikita Khrushchev´in talimatıyla füze yerleştirmeye başladı. Maksat, Kennedy yönetimiyle masaya oturarak, hem Küba´yı güvence altına almak, hem de Türkiye´ye 1961´de yerleştirilmiş olan füzeleri söktürerek, kendi yakın emniyetini sağlamaktı. Ekim 1962´de Küba´ya yerleştirilmeye başlanan füzelerle, SSCB amacına ulaştı. Bu krizle, Dünya nükleer güçleri ilk defa, bizzat karşı karşıya gelmişti. Kriz sonrasında, nükleer güçte denge unsuru benimsendi. Türk halkı da ikinci kez, İncirlik Üssünün kendi güvenliği ile alakalı olmadığını gördü.

1953-1959 Küba Devrimin, Dünyaya kazandırdığı bir akım vardı. Devrimin en renkli kişiliklerinden Ernesto Che Guavera (1928 doğumlu Arjantin´li hekim, Marsist-Leninist düşünceye sahip devrimci, gerilla lideri. Küba´da Fidel Kastro ile birlikte başlattığı devrimci mücadelesini, diğer Güney Amerika ülkelerine de yaymaya çalışırken, 1967´de Bolivya´da öldü.)  sergilediği mücadeleci liderlik ve yaptığı halkların özgürlüğü mücadelesiyle, tüm Dünyada olduğu gibi, Türkiye´de de gençlik tarafından örnek alınan bir lider, simge, idol konumuna geldi. 

Bu süreçte, soğuk savaşın gerginliği tüm sertliğiyle hissedilirken, ABD bu kez, 1954´te Fransız sömürgeciliğinden kanlı bir şekilde kurtulan Vietnam´da, komünist yayılımın önlenmesi için, 1964´ten itibaren giderek şiddeti ve yoğunluğu artan bir savaşa girdi. Bu savaş, tüm acımasızlığıyla Ocak 1973´e kadar devam ederek, 27 Ocak 1973 Paris Antlaşmasıyla sona erdi. ABD kaybetmişti ama algı tabii ki farklı yönlendirildi.

Bu dönemde Türkiye´nin bir sorunu daha vardı. 1878´de Osmanlı tarafından Birleşik Krallık´a bırakılan Kıbrıs´ta, olaylar bir türlü durulmuyordu. 1920´lerden, 1950´lerin sonuna kadar süren karışıklıklardan sonra, 19 Şubat 1959´da Birleşik Krallık, Yunanistan ve Türkiye arasında imzalanan Londra Antlaşmasıyla, 16 Ağustos 1960´ta bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu. Ancak, toplumlar arası uzlaşma bir türlü sağlanamıyordu ve Aralık 1963´te, Kıbrıs Türklerine karşı silahlı saldırılar başladı. Bu saldırılar tarihe, ?Kanlı Noel? adıyla geçti. 30 Aralık 1963´te, Yeşil Hat Antlaşması yapıldı. Ancak, Kıbrıs´ta olaylar bir türlü durulmuyordu ve çatışmaların artması ile Rumların silahlanma kararının ardından, 2 Haziran 1964´te, İnönü Hükümeti Kıbrıs´a çıkartma kararı aldı.

Bu gelişmenin ardından, ABD Başkanı Lyndon B. Johnson tarafından, oldukça kaba bir üslupta yazılan ve Türkiye´nin, müttefiklerine danışmadan, kendi başına hareket etmesini eleştirdiği gibi, böyle bir müdahalede ABD silahlarının da kullanmasına müsaade edilmeyeceğini bildirerek, SSCB´nin olası müdahalesi durumunda, NATO´nun, Türkiye´yi savunma konusunda isteksiz davranacağını da ima eden bir mektup, 5 Haziran 1964´te, Başbakan İnönü´ye iletildi. Bu mektup bir dönüm noktasıydı ve Türkiye´nin, önündeki süreçte müttefiklerine ne kadar güvenebileceğinin sinyallerini veriyordu. Açıkçası Türkiye, bu mektupla birlikte, uluslar arası arenada yalnız olduğu realitesiyle yüzleştirildi. Bu mektubun ardından, Türkiye müdahaleden vazgeçti. Türkiye, kendi iç siyasetinde darbeyle bir dönüm noktası daha yaşarken, zorlu bir dış siyasetle de mücadelesi gerekiyordu. Üstelik bekası için, Kıbrıs´ta kontrol kesinlikle sağlanmalıydı ve bu konuda, güç odaklarının çıkarlarıyla çeliştiğinden yalnız olduğunu da anlamıştı.

Dünya jeopolitiği sürekli dinamik bir yapıyla ve dikkat gerektiren bir hız ve değişkenlikle devamlılığını sürdürürken, 1971 muhtırasının, ülke üzerindeki etkileri devam ediyor ve ülkede müthiş bir siyasi mücadele sergileniyordu. 1973´te yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçimiyle, askeri vesayetin kaldırılması veya en azından Mecliste yapılacak oylamayla, Meclisin istediği ve soruna yol açmayacak birinin Cumhurbaşkanı yapılmasının gerekliliğine inanılıyordu.  Kurucu unsur olarak kendini Cumhuriyetin tek koruyucusu ve kollayıcısı olarak algılayan asker, iç siyasette de zaman zaman kendini aynı konumda görerek yaptığı müdahalelerle, aslında demokrasiye ve ülkenin demokratik öğretisinin gelişimine zarar veriyordu.  Adalet Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisi işbirliğine giderek, kendi adayları olan Cumhuriyet Senatosu Kontenjan Üyesi Fahri Korutürk´ü, 6 Nisan 1973´de Cumhurbaşkanı seçerek, parlamento dışı baskılara karşı yeni bir dönüm noktası oluşturmaya çalışıldı. Aslında bu seçimin de ne kadar vesayet önleyici olduğu tartışmalıydı. Çünkü seçilen Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, eski Deniz Kuvvetleri Komutanlarından, emekli bir amiraldi.

1973 seçimleri, ülkenin ileriye dönük beklentilerinde önemli bir unsur olacaktı ve ülkede egemen güçler arasında önemli bir mücadele, hırslı bir rekabet başladı. Seçim sonucunda CHP, 1950´de kaybettiği seçim sonrası yapılan seçimlerin ardından, ilk defa birinci parti oldu.

Bu seçimin ertesinde de uzun süreçli bir Hükümet bunalımı yaşanmasının ardından, Ocak 1974´te kurulan CHP-MHP koalisyonu, ülkeyi bir dönüm noktasına daha götürdü.

15 Temmuz 1974´te Kıbrıs´ta yaşanan darbe girişimiyle, Nikos Sampson, 17 Temmuz 1974´te, yeni Kıbrıs Hükümetinin Geçici Devlet Başkanı seçilerek, bir gün sonra, Kıbrıs Helen Cumhuriyetini ilan etti. Gelinen konjonktürde, bölgesel jeopolitikte etkinliği ve ülkenin çıkarlarını koruyarak, Kıbrıs Türklerinin de güvenliğini sağlamak maksadıyla, 20 Temmuz 1974´te Kıbrıs Barış Harekâtı yapıldı.

Kıbrıs Barış Harekâtı, ülke üzerindeki etkileriyle, yeni bir dönüm noktası oldu. (Devam edecek)

Can UĞURATEŞ

 

YAZARLAR

  • Cuma 30.8 ° / 18.5 ° false
  • Cumartesi 31 ° / 16.7 ° false
  • Pazar 35.8 ° / 19.6 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • BIST 100

    9809,64%0,96
  • DOLAR

    32,58% 0,30
  • EURO

    35,07% 0,29
  • GRAM ALTIN

    2457,40% 0,88
  • Ç. ALTIN

    3991,84% 0,00