Prof. Dr. Mehmet TOMANBAY


EKONOMİDE DURUM: CUMHURBAŞKANI MI YOKSA YARDIMCISI MI HAKLI?


Türkiye ekonomisi çok tartışılan bir dönemi yaşıyor. Sayın Cumhurbaşkanı ve AKP hükümeti 2017 yılı için açıklanan yüzde 7.4 dolayındaki büyüme ile böbürlenip geleceğe dönük iyimserlik tabloları çizerken, Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı ?Çatıyı güneşli havada onarmak lazım, verimlilik oranımız düştü? gibi eleştirilerde bulunuyor. Toplumun büyük kısmı da iyimserliği paylaşmıyor. ?Bu nasıl büyüme?, Büyümeyi kimse hissetmiyor.,Büyüdük ama fakirleştik,? gibi sorular ve eleştiriler ile yüzde 7.4´lük büyüme kamu oyunda ciddi şekilde tartışılıyor.

Gelin bakalım hangi yaklaşım doğru?

Ekonomik büyümeden beklenen ana fayda, genelde iki yönlüdür. Büyüme, üretim artışı, üretim artışı da istihdam artışı yani işsizliğin azalışı demektir. Beklenen ilk fayda; işsizliğin azalması ve böylelikle daha önce işsiz olanların elde ettikleri gelirleri ile daha iyi yaşamaya başlamalarıdır.  Büyümeden beklenen ikinci yarar ise büyümenin olumlu etkilerinin çalışanların gelirlerine yansıması ve gelirlerin artarak gönençlerini de (refahlarını) arttırmasıdır. Ancak işsizlik oranlarına ve çalışanların şikayetlerine bakıldığında büyük teşvikler ve kredi destekleri ile 2017 yılının ilk çeyreğinden başlamak üzere sağlanan ve hele ikinci çeyrekte dünya rekoru olarak takdim edilen yüzde 11.3´lük büyümeye rağmen vatandaş, geçen bir yıllık süre içinde ekonomik olarak hiçbir rahatlama hissetmemiştir.

Peki; vatandaşın refahına doğrudan yansımayan bu büyüme nasıl gerçekleşmiştir? Aslında büyümenin altında Cumhurbaşkanının 2019 yılı içinde yapılacak yerel, genel ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar vatandaşı ekonomik olarak rahatlatma arzusu yatmaktadır. Bu amaçla uygulanan popülist politikalar da 2017 yılı büyümesinin ana nedenidir. Hükümet kısa dönemli de olsa, vatandaşın ekonomik bir rahatlama hissedebilmesi için hem mali hem de para politikaları açısından genişleyici popülist politikaları uygulamaya sokmuştur. Öte yandan Cumhurbaşkanının da sürekli olarak Merkez Bankasına faiz oranlarını düşürme yönündeki telkininin altında, ekonomiye daha fazla para enjekte edilmesi ve böylelikle geçici de olsa alım gücünde bir artış yaratılarak vatandaşın memnun edilmesi yatmaktadır. Bu amaca uyumlu şekilde 2017 yılında KGF güvenceli kredi desteği ve kimi sektörlerde KDV indirimleri gibi teşviklerle uygulamaya sokulan genişleyici politikalar geçici de olsa sonuç verdi ve 2017 yılında ekonomi yukarıda sözünü ettiğimiz şekilde yüzde 7.4 büyüdü.

Ancak gerçekleşen bu büyüme ekonomiyi de ısıtmaya başladı. Hükümetin beklediği rahatlama yerine ısınan ekonomide enflasyon baskısı arttı ve cari açık hızla büyüyerek tehlike sınırı olarak kabul edilen GSYH´nın yüzde 5.0 ine ulaştı ve hatta aşmaya başladı. Bu gelişmeler 2018 yılı açısından yeni risklerin habercisi demek. Yaklaşık bir ay önce, IMF´nin üye ülkelerin ekonomileri ile ilgili yılda bir kere hazırladığı gözden geçirme raporunda da kimi riskler ele alınmış. Yayınlanan rapora göre Türkiye´nin büyük dış finansman gereksinimi, sınırlı döviz rezervleri, kısa vadeli sermaye girişlerine artan bağımlılık ve işletmelerin yüksek oranda döviz kuru riski ile karşı karşıya kalmaları 2018 yılı içinde Türkiye ekonomisini bekleyen en önemli riskler. Bu riskler gerçekten de şu anda ekonomimizin en önemli kırılganlıklarını oluşturuyor. Ayrıca IMF´nin tanımladığı riskler Türkiye ekonomisinin ciddi şekilde dışa bağımlı durumda olduğunu da gösteriyor. İşte 2018 yılındaki en büyük sorun da bu noktada ortaya çıkıyor. Sorun şu: 2018 yılında Hükümetin uygulamak istediği iktisat politikaları ile ABD ve AB´nin uygulamaya başladığı iktisat politikaları tamamen birbirine zıt görünüyor. Hükümet ciddi şekilde dışa bağımlı hale gelmiş ekonomimizi 2018 yılı içinde, popülist genişleyici politikalarla paraya boğmaya hazırlanırken ABD Merkez Bankası (FED) ve AB Merkez bankası tam da ters bir şekilde para politikalarını sıkılaştırıp para musluklarını kısmaya başladılar. Bunun sonucunda uluslararası faiz oranları yükseliyor. 2018 yılı yurt dışı borçlanmanın maliyeti artmaya başlıyor. Kısa bir süre önce de uluslararası kredi değerlendirme kuruluşu Moody´s kredi notumuzu bir kademe düşürmüştü. Bu da kredi bulmada risk primimizi yükselten bir diğer olumsuz gelişmeydi. Ayrıca uluslararası ticaret açısından ABD Başkanı Trump´ın özellikle Çin´e yönelik,  Çin´in de bunlara karşılık ABD´ye yönelik aldığı koruyucu kararlar dış ticaret savaşına yol açmış görünüyor. Dış ticaret savaşının yavaş da olsa genişlemeye başlayan Dünya ekonomisini olumsuz etkileyerek Türkiye´nin dış ticaretine zarar vermesi de yüksek bir olasılık.

İşte böyle bir ortamda Türkiye, bir yandan Suriye´de gerçekleştirdiği askeri müdahale ile artan finansman gereksinimi ve öte yandan da dünyada artan borçlanma maliyeti arasında sıkışıp kalmış görünüyor. Ekonomide Sorumlu Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek bu gerçekleri görebiliyor ve bu nedenle Cumhurbaşkanının ekonomi ile ilgili sanal iyimserliğine katılmıyor. Görevi gereği olağanüstü dikkatli bir dille eleştirisini satır aralarına yerleştiriyor. Yani 2019 seçimine dönük olarak Hükümetin ekonomik durum ile ilgili çizdiği pembe tablolar gerçekçi değil. Doların kurunun 4.00 TL´yi bulduğu böyle bir ortamda gerçekçi olması da olanaklı değil. 2018, döviz kurunun yükselmeye, enflasyonun, cari açığın ve doğal olarak dış borçlanmanın artmaya ve bu gibi nedenlerle de ileriye dönük belirsizliklerin yatırımcı ve tüketicileri kaygılandırmaya devam edeceği bir yıl olacak. Bu koşullarda Cumhurbaşkanı ve AKP Hükümeti 2019 seçimlerine kadar Türkiye ekonomisini batırmadan götürebilecekler mi? İşte bütün sorun burada?
Prof. Dr. Mehmet TOMANBAY

YAZARLAR

  • Cuma 24.9 ° / 15.2 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • Cumartesi 24.8 ° / 13.8 ° false
  • Pazar 25.4 ° / 14.4 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • BIST 100

    9548,57%0,19
  • DOLAR

    32,49% 0,16
  • EURO

    34,80% 0,25
  • GRAM ALTIN

    2487,88% 1,05
  • Ç. ALTIN

    4157,48% -1,05