ALİ TAŞ ADN.


GÖÇÜKTEKİ ?ÖLÜM VARDİYASI?-1


Soma´daki 301 madenci yurttaşımızı yitirdiğimiz maden ocağı felaketi göçükler tarihinin en ağır yaşanan can kayıplarından biri olarak yer almaktadır. 13 Mayıs 2014  yaşanan bu acıya Kurgu Kültür Merkezi Yayınları duyarsız kalamamış. Hande Baba´nın derlediği antolojide 37 yazar, Soma göçüğü içerik ağırlıklı 37 öykünün yer aldığı ?Ölüm Vardiyası? adlı kitapta yer almışlar. Hande Baba´nın önsözde belirttiğine göre, maden ocağı göçüğünde yitirdiğimiz 301 yurttaşımıza ithaf edilen kitabın geliri Soma´da mağdur olmuş çocukların yararına kullanılacağı belirtilmekte. ?Ölüm Vardiyası?(1) Adil Okay, Ahmet Önel, Ayşegül Kocabıçak, Berna Özpınar, Buket Başaran Akkaya, Deniz Dengiz Şimşek, Deniz Moralıgil, Engin Çetinbağ, Ersin Köseoğlu, Ertan Mısırlı, Eşref Karadağ, Göksu N. Çakır, Gönül Çatalcalı, Güner Arslan, Halit Payza, Hande Baba, Hüsamettin Köseoğlu, Kezban Şahin Taysun, Merih Doğan, Murat Tuncel, Münevevr İzgi, Nalan Yılmaz, Nazmi Bayrı, Nevzat Süer Sezgin, Nilgün Erdem, Nuran Türemen, Nursel Çetin, Onur Çalı, Osman Günay, Semra Şahin, Şaban Akbaba, Tamer Gökçel, Tayfun Ak, Yelda Karataş, Zeynep Yenen ve Zürbiye İvdik isimli yazarların öykülerinden oluşan bir güldeste.

Alfabetik olarak isimleri yer alan yazarların ilki olan Adil Okay´ın ?Karaydı? Her Şey Karaydı??(s.9-14) adlı öyküsünün kahramanları nişanlı bir çift olan Ali ile Ayşe? Diyaloglarda Uludere, Roboski gibi girişlerin de verildiği Okay´ın öyküsünde sendikadan maden patronuna değin eleştirel vurgular yer alırken; geçim zorunluluğundan kaynaklı gerçekler karşısında umarsız işçilerin zorunluluğu içerik atmosferinde verilmekte. Hazırlanan yöresel tabloda doğanın sanatsal görselliği de fark edilir: ?İlkbaharla değişirdi kasaba halkının günlük hayatı. Duvarlara tırmanmaya çalışan yabani begonvillerin takati kısa sürede tükenirdi. Yol kenarlarında yeşeren papatyalar boy atar atmaz islenir, kararırdı. Kekik, adaçayı, lavanta çiçeği gibi kokulu bitkiler zaten tarihe karışmış ya da saksılara sığınmıştı. Manisa lalesi, kum çiğdemi, yıldız sümbülü adı verilen çiçeklerle, kocayemiş, defne, zeytin gibi ağaçların sayısı azalmıştı. Kömür tozuna direnen sadece, yörede garik denilen dikenli çalılardı. (s.13)

Ahmet Önel, ??Sanki kabuklarını çatlatıp yeniden kocaman olmaya istekli bir küçük gövde bu. Deviniyor, deviniyor ve ilk hâline dönüyor.? (s.18) satırlarının başlarda yer aldığı ?Yüzleşme? (s.17-21) adını taşıyan öyküsünde yaşam savaşımının gerçekçi portrelerinden bir fikir işçisinin basamak düşerek iş arayışı, her şeye karşın bir şeyler yapmak istemesi,  diyaloglarla varılan sonucun yolu basın merkezli güncellikle, günün adamını eleştirel bir içerik noktasında buluşturuyor.  Ayşegül Kocabıçak, ?Olmaz mı?? (s.22-26) adlı öyküsünde, zeytinyağıyla limonun karışımıyla geçmeyen kara ellerin sahibi bir madenci babayla, madenci arkadaşı İhsan´ın göçükte yaşamlarına son noktanın konuluşunun hemen ardından babasız bir çocuk psikolojisinin yansımaları görülüyor. Babasızlık duygulanımının sürüklediği hüzünlü akıntıda canlılık görülüyor.        

?Geçim Kuyusu? (s.27-29), Berna Özpınar´ın öyküsü? Eşini kaybeden bir annenin babasına soran çocuğuna ?Gün gün yüzer kuyuya girdiler? (s.27) tümcesiyle verdiği yanıt özet bağlamında göçük felaketini işaret ediyor. ?Annemin o sözleri gibi kuyunun içindekiler de hep örtülü kaldı? Her şeyi yapışkan bir sisle kaplayan zamanın ışığında anlayabildiğim kadarıyla çok ölüm olmuş. Hatta kısa yazgılı ömürlere ölümlerden ölüm yağmış?? Ve göçük yanında ölümcül bekleyişte olan bir annenin dokuz yaşındaki kızının ağıtını susturabilmesi için yaptığı acı uyarı: ?Sus, yoksa babanı çıkartmazlar.? (s.27-28) 

Buket Başaran Akkaya´nın ?Mecburdular? (s.30-34) adlı madenci öyküsünde de acı haber var? ?Karşı yamaçlarda konumlanan işçi-patron konumu merkezli eleştirel gözlemle verilen anlatımda; ?Trafo bahane, sigortadan para almak için bunu uydurdular. Grizu olsa para alamayacaklar.? (s.34) vurgusuyla verilen mesaj dikkat çekerken; madencinin yaşamından görsellikler yansıtan dirilik yer alıyor:

?Dikiveririm bir dakkada, sen hele çayını içedur.?

?Bırak kalsın, delik altta nasılsa, kimsecikler görmez.?

?Hem iki canlısın, yorma kendini? Bugün biraz avans çekeyim de anamla birlikte çarşıya çıkın. Bebeğe bir şeyler alırsınız.?

?Acelen ne erim, yarın doğuracak değilim ya.? (s.30)

?Sana Demedim? (s.35-39) adlı Soma ve madenci kökenli öyküsünde Deniz D. Şimşek tümcelerini yöresellikle güzelleştiriyor? Diyaloglarda dilolarak yöresel gerçekçiliği güçlendiren  Şimşek; dağınık, hızlı, farklı dili ve şaşırtıcı bir iç içelikle oluşan, konumlar ve anların yer değiştiği içerikle eriştiği güzel biçeminde öyküsünü dinletmesini biliyor?

-Gavırali´nin oğlu askerden gelik!

-Benim gırmızı göyneği ütüle, biyaz pontülü de? Muhtar olduğumu hatırında tut ona göre.

-?Memed´in son mektubunu istedi Ede.

-He ya, doğru söylüyon, köylük yerde kim para verici ona, senin üç guruş mayışınla mı evlenici çocuk? Tarlan tapanın da yok ki arpa buyda satasın. Dört evlek tarla neyimize yetici?

-Alamanya´ya gitmedim ya,  iyi bok yedim.?

-Gavırın işi mi biter? İyi ettin de gitmedin.

-Görestim sıpayı.

(Askerden gelince?) ?Mehmet, ?Manisa? dedi ?maden!?

-Olmaz! denildi, gıran mı dıkıldı yeryüzüne??

Sonra olanlar oldu?

?Ede, bir ara uyanır gibi oldu.  Tıkırtılı sesine uyandı Alamanya Treni´nin. Şöyle bir odayı dolandı gözleri, duvarları, göremedi. Öksürdü bir iki. Kalktı, su içti. Karısına, oğluna baktı. Kıyamadı Emine´yi uyandırmaya. Üstüne battaniye örttü Mehmet´in. Alnından öptü, saçını okşadı. Odasına döndü, muhtar bedenini yatağına attığında bir tren daha kalktı hırıldayarak, gülerek baktı gidişine.?

-Siktir git!?

Mehmet el sallarken pencereden, elinden bir kâğıt düştü, süzülerek kondu Ede´nin önüne. ?Memmed!? diye haykırdı arkasından. Tren uzaklaştı, nokta kadar oldu. Kâğıdı aldı, uzunca baktı. Karaydı, kapkara. Dizleri büküldü. Gözlerinden üç yüz bir damla düştü. Belki daha fazlaydı. Belki daha fazlaydı. (s.38-39)  

Deniz Moralıgil ?Suya Sorulan? (s.40-43) adlı öyküde de madenci kazalarından görüntüler yansıtılmakta. Engin Çetinbağ, ?Karanlıkları Yara Yara Çıkmak? (s.44-49) adlı öyküsünde de maden emekçisi Yaşar´ın iş yaşamından yansımalar var.  Ersin Köseoğlu, bir madencinin yaşamından izler taşıyan ?Arkam Önüm Sağım Solum Sobe? (s.50-64) adlı öyküsünde babadan mesleği devir alan Madenci Mehmet Ali    Bade ile Soma´da kol gezen astım ve kanserden söz edilirken; grizu patlamasının yaşandığı anda kömür işçilerinin ölümcül telaşından kesitler veriyor. Can pazarından yansıyan sıcak ve ölümcül izlerde, ?Öğlen sıcağına eklenen ölüm, her evde, her bedende kanırta kanırta acıyı kaşıyordu.?(s.60) dizesiyle gözlerinizin önüne madenci yöresinin bildik acılı görüntüleri gelebiliyor. Can damarı olan diyaloglar özgünleşirken, felaketi resmetmek için de bir düzlem oluşturuyor.

Can pazarından bazı ölümcül diyaloglar sergileniyor?

?Amanın! Amanın! 750 kişi var diyorlar madende can dayanır mı bu acıya??

?Dağlar düz oldu. Ağaçlar boynunu büktü. Soma sel oldu gözyaşlarıyla.?

?Mahmut´u gördünüz mü? Mahmut çıktı mı?

?Allahııım! Duydunuz mu? Cesetleri taşıyorlarmış kömür bantlarında. Yandık ki ne yandık!?

?Ömrümde bu kadar ambulans görmedim ben! Neler olup bitiyor burada!?

?Soğuk hava deposunu morg mu yapmışlar??

?Her yer nasıl cenaze olur komşum? Gerçek mi bu yaşanan? Allahım! Sebep olanların adı sanı batsın!?

?Hani bizim yakınlarımız? Neredeler? Alın size daha fazla üretim, alın size daha fazla ölüm!?

?Kimliği belirlenemeyenler varmış! Amanın! Yakınları DNA testi için kan örneği verecekmiş! Oooy! Oy!

?Oğlumun saçından bir tel olsun bari verin. Kime sarılırım şimdi ben oğul diye??

?Allahım! Çocuklarımın babasına, KRK27 no´lu cenaze diyorlaaar! Nedir bu??

?Yas da yasak olur muymuş ya! Canım ciğerim yanmış benim. Bağırmak, ağlamak da mı yasak! Nerde insanlık? Allah sizi bildiği gibi yapsın.?

?Gülümser kardeş! Dur bakalım, paralama kendini. Kötü bir şey olsa duyardın. Alevler, dumanlar çıkıyor hâlâ bak, vardiya saati olduğu için içerisi kalabalık. Birkaç yaralı çıkardılar o kadar. Ambulanslar geldi,götürdü. Yakınlarınıza temiz hava basıyoruz. Hepsi yaşıyor, dediler. Ne bileyim??

?Sen öyle san komşum! Bir süre hiçbir müdahale olmadı. Ambulanslar gelip gelip dizildi. Bak, ancak saat sekizde başladılar cenazeleri çıkarmaya. Ağızlarına da maske koyuyorlar canlı süsü vermek için? Gece yarısı oldu, bekliyoruz. Maden cesetle dolu, diyorlar. Ondan sonra cenazeleri tek ambulansla götürüp az ötede birbirlerinin üstüne koyup paket gibi yaptıklarını gözlerimizle gördük. Bu nasıl bir şey ya Rabbim! İnsan canı bu kadar mı ucuz? Allah´ım sen koru cemi cümlenin çoluk çocuğunu, eşini?? (s.60-61-62)      

Ertan Mısırlı´nın kısa ama öz, konuya öz yaşam kokan ?Kimsesizler Mezarlığı? (s.65-67) adlı yazısında Uzun Adam´a sorduğu:?Öyle ama neden emek harcayan değil de, onun üzerine saltanat kuranlar rahat?? (s.66) sorusunu galiba yine İlhan Berk yanıtlar!.. ?Tarihten kırbaç sesleri geliyor duyuyor musun?? Zıt konumlar üzerinde oluşan maden gerçeğinin madenci yaşamından kaynaklanan acı öyküsü ise Mısırlı´nın Zonguldak´ta maden çavuşu olan dedesi Ali Çavuş ve 13 arkadaşının, 1953 yılında, sağ çıkamadıkları Soma´daki 5 No´lu Kömür Ocağına gönderilmeleri. Ali Çavuş, ??Bütün itirazlarına rağmen?? mayısın o sabahı ?zorla? madene indirilmeden önce, ??Bugün bu ocaktan sağ çıkarsak bize karada ölüm yok?? demiş ama olmaz mı? ??Başka bir Mayıs günü Ali Çavuş ve on üç arkadaşı grizu patlaması sonucu havaya uçmuş?? Paramparça bedenlerden geriye kalanların toplanıp alelacele ?Kimsesizler Mezarlığı?na defnedilse de, yıllar sonra çocukları kendilerine gösterilen o yere gittiklerinde öyle bir mezarlığın olmadığı görülmüş. Mısırlı´nın yazısında, Ali Çavuş´un oğlu Kamil Çetin´in, babasının yaşamını yitirdiği o madene indiği ve babasının kendisine, ??eskiden grizu sızıntısını anlamak için maden ocağının derinliklerindeki galerilere kafes içinde kanaryaların asıldığını anlatmış. Kanaryaların yaşayıp yaşamadığına bakılarak can güvenliği sağlanıyormuş. Kanaryalar ölmeye başladığında maden ocağı hızla boşaltılıyormuş?.? (s.66) Ertan Mısırlı´nın ?Bu şiir kömür kokar.? notu düştüğü dizeleri İlhan Berk 1946 yılında yazmış:

Öyle insanlar gördüm ki

Ölüm peşlerine düşmeye korkardı

Kılları uzamış hayvanların yanı sıra

Ya kuyulara iniyorlar

Ya kuyulardan çıkıyorlardı.

?Toprağın Yavuklusu? (s.68-70) adlı öykü Eşref Karadağ´a ait yine bir madenci öyküsü? Eşinin maden ocağında öldüğünü sanan Kezban´lı yöresel diyaloglar, gerçeklik sunuyor:

?Deli olma Kezban!? demişti anası. ?Madenciye tutulmakta neymiş? Genç yaşta dul galmak istiyosan o başka. Madenci dediğin toprağın yavuklusudur a gızım!? 

?Patozcu Nuri, yirmi bilezik dakcem goluna. ? demiş diye söze girdi Baklacı Safiye. ?Hem de Soma´nın göbeğinden bir gat yapcekmiş üstüne. İnanmıyosan otur garşıma da açıverem baklaları önüne.?

?Aman uğraşma benlen! Allah ne yazdıysa o olur Safiye abla.? (s.68)      

Kezban, maden ocağına doğru koşarken geri dönüşlerle bunları anımsıyor. Patozcu Nuri aklına geldiğinde ise ona olan nefreti tümcelere yansıyor:

?Boynunu gayışlara gaptırasıca!? (s.69)

Ocağın başında beklerken boynuna dolanan elin eşi Hüseyine ait olduğu görülir:

?Unuttun mu? ? ?Gece vardiyasına geçmiştim ya.? (s.70)

Göksun N. Çakır´ın ?Ölüm Uykusu?nda (s.71-74), eşini madende yitiren bir annenin, öğretmen olup on yıldır atanamayan oğlu Haluk´u ?acının renginde beklemede? olduğu görülür. Gizli güncel eleştireler de taşıyan öyküde, canını kurtarmak isterken kaçan oğul Haluk´un ??Çıkışa geldim, hayatımın çıkışına!..? vurgulu son düşüncelere öyküye damga vuruyor. Soyut imgeselli şiirsel dizeler öykünün omurgasını oluşturuyor:

*Kadın:Tarih çıban çıkarıyor, / sözcükler güdük??

*Anne:Umut gitti mi bir daha kolay kolay gelmiyor / mucizeler selamete çoktan kavuşmuştur çünkü.?    

*Oğul / Haluk:Ölümün gözleri var, / izliyor merteklerin arasından.    

Gönül Çatalcalı´nın yine maden içerikli ?Derin Uyku? (s.75-80) adlı doğacı ve çevreci eleştirellikler taşıyan öyküsü insan/yaşam/kömür madeni arasında geçiyor. Para uğruna yapılanlar, insanlığı unutmalar, olumsuz boyutlarıyla teknolojinin müdahalesi gibi eleştirel göndermeler, zehirli ve yanıcı gazlarıyla kömür madeninin oluşumu, tüneller, yaşam odaları, vardiyalar, çalışma koşulları, can pazarı? Sonunda dile gelir? Kömürün öznesi olduğu içinden geçirmelerde manzaranın boyutu büyük olur. İşçilerin yeri başkadır onun gözünde: ???Gözümde kutsaldılar. Heyhat! Öyle yoksullardı ki! Yerin yüzlerce metre altına inip gökyüzünü görmemeyi, ölümü dünyada test etmeyi göze alacak kadar yoksul!..? (s.78) Sonuçta, ?Yüzyıllardır süren derin uykumdan bunun için mi uyandım, uyandırıldım ben? Geride kalan bunca bebeğin, bunca çocuğun babasının katili olmak için mi? Kocalarını, evlatlarını ellerinden aldığım kadınların, anaların çığlıklarını duymaktansa sağır olmak istiyorum./Yanıyorum için için sızlıyor katmanlarım.?(s.80) ?Hürüş Susmasın? (S.81-89) adlı öykü ise Güner Arslan´ın, Osmanlı dönemindeki madenci kadınların yer aldığı Soma öyküsü? ??Hırıltısına ıslıkların karıştığı nefesi, ciğerlerinin perişanlığını anlatan bir ağıt gibiydi?? (s.81) dizesiyle betimlemeye çalıştığı öyküsünün kahramanı Fuat. Bir de Zeliha var,  sigarasına göz diken; ??Kömür tozu yetmiyor mu bir de bu mereti ziftleniyorsun?..? diye onu azarlayan; ?Bırak şu madeni, gidelim buralardan?? (s.81-82) diyen Zeliha?Madendeki son gününde, Fatma Nine´yi sevindirmek için, madene kanarya indiren Fuat´ın kanaryası ölünce bir faciadan dönülür. Fuat´ın ?Hürüş sustu..? sözüyle sonlanan öyküde, Hürüş ölür ama madencilerin de hayatını kurtarır.

Halit Payza da madenci acısını satırlarına taşımış ?Mor Dilara? (s.90-98) adlı öyküsünde? Dilara´yı gölge gibi özlemle izler. İçsel konuşması hüzünlüdür. Kendine yaktığı ağıttır aslında bir madencinin? Yaşamı sırtlayan emekçi bir kadına karşı duygu diliyle yazılan öyküde; ?ömrün yükünü? ona yıktığı için bir daha ölmek ister?  ??Galeriler insanları sindiren bağırsak bir nevi. Kömüre insan eti karışmıştır, çokça da kan. Biraz da toplu mezardır Dilara, her madenin karnı? Yaşama ilişkin ne varsa unuttuğumuz, o an anımsamanın nehrindeyizdir. Asansör bir tabut gibi, sarkar aşağıya, halatların gıcırtısına yer altı suyunun hayaletsi şıpırtıları karışır? Ben karanlığı gecede değil, kömürde tanıdım. Yeraltının tek renginin kara olduğunu orada anladım. Karbonmonoksitin karanlığa saklandığını, orada pusu kurduğunu kokusundan anladım.?(s.96-97) Dahası? Grizu, galeri, havalandırma aspiratörleri, su tulumbaları, basınçlı hava kompresörleri, bürlerdeki vinçler? İki kere öldürür insanı tek hayatta?           

Kitabın derlemecisi Hande Baba da madencilerin izinden yürüyenlerden. ?Yerin Burnu Var? (s.99-102) adlı öykü ona ait? Öyküsü de ilginç, bir madenci kazmasının, maden kazasında yeraltında mahsur kalan insanlarla olan diyalogunu anlatıyor kısaca? İçeriğinde eleştirel mesajlar veren Hande Baba´nın öyküsünün kahramanı olan  kazma kendini en sona gizlemiş. ?Var Git Ölüm Bir Zamanda Yine Gel? (s.103-110) adlı öykü Hüsamettin Köseoğlu´nun? Mayıs ayının yaşattığı olayları sayıp döken Köseoğlu; Soma felaketinin yaşandığı 13 Mayıs´ta kilitlenip kalıyor? Kendi dramını Soma felaketiyle özdeştiren öykü kahramanı gencin Selma´sıyla yaşadığı kaza sonucu tekerlekli sandalyeye mahkûm olur kalır.

Kezban Şahin Taysun´un da ?Yağ Lekesi değil Kömür Karası? (s.111-120) adlı öyküsü de Soma kaynaklı? Eve her dönüşünde şükreden eşi Fatmagül´ün bir gün korktuğu başına gelir? Yerin yüzlerce metre altındaki üretim panosunda vardiya değiştirirken patlamaya yakalanan Hikmet´in geri dönüşler de yapan uzun soluklu iç sesinde görülen gökyüzünün mavisi, doğanın yeşili biraz da Ahmet Arif´in ?Görüşmecim yeşil soğan getirmiş/Dağlarına bahar gelmiş memleketimin? dizelerini anımsatıyor ister istemez. Tarım, hayvancılık ve sanayi olmadığı için madene tutsak olma umarsızlığına değinen Hikmet´in içsesinde madencilerin psikolojik sıkıntılarıyla karşılaşmanın yanı sıra yöre gerçeğinin görselliği sözcüklerle işlenir. Hikmet, tıpkı çocukluğundaki gibi, boyuna aşan çayda manda sırtında karşıya geçiyordu? Merih Doğan´ın ?Büyük Okullarda Oku Oğlum? (s.121-123) adlı madenci öyküsü baba oğulun maden ocağındaki konuşmasıyla başlar. Oğul Ahmet, babasını bir türlü maden ocağından çıkmaya ikna edemez? ?Burda kalacağım?? diye tutturur babası. Oğluna öğüt verir:?Anneni üzme sakın. Derslerine iyi çalış, oku, büyük okullarda oku oğlum.? (s.122) Uyandığında: ?Anne, babam geldi mi?? olur ilk sözü. ?Gelmedi yavrum, vardiyası vardı. Birazdan gelir? diyen annesine:?Gelmeyecek, anne? der. Birazdan madende yangın çıktığını haber alırlar. Ahmet´e, rüyasında ayan olur.   

Murat Tuncel, ?Pembe Bilezik? (s.124-129) adlı öyküsünde geçmiş zamanda, madenci bir dayıyla yeğenin konuşması da yer alıyor? Dayısından söz eden ninesinin ?Gecesi gündüzü birmiş oğlanın? sözü kafasına takılan yeğen, kömür madenin de çalışan dayısının yüzünün kara olduğunu düşünür. Fakat, dayısı geldiğinde onun beyaz yüzüyle karşılaşır. Münevver İzgi´nin yazdığı öykünün ismi: ?Soma? Ah Soma!? (s.130-134) Öyküsünde, eşinin sağlığında yardımları sadaka gibi algılayan, ihtiyacı olanlara verin derken; eşini madene verdikten sonra ise yardımlar değil de, çocukları bordroda gösterilmeyen işçilerin hakkının verilmesini ister.  ??Susturulmuş bir yalnızlık yerin yüzlerce metre altındaki yerini alır?? (s.131) tümcesiyle eleştirelliğini sürdürür İzgi: ?Kadınların, çocukların, tüm yöre insanlarının belleğinin bir köşesinde, söylenmeyen, söylense de ?Allah korusunlar´la kovulmaya çalışılan karanlık bir öykü sinsice köklenir. Dallanır budaklanır. Bozkır sıcağında yeni ağıtlar gününü bekler böylece.? (s.131)  Bir diğer madenci öyküsü de ?Şehla Gözlüm? (s.135-138). Nalan Yılmaz yazmış bu öyküyü?  Bir maden kazasının sıcaklığı veriliyor öyküde. Mühendislerden biri  ölüleri, eliyle ?şey? diye işaret ediyor? ?Maske takın şeylere? şey 1, şey 2, şey 3? artık hepsi birer sayı?? (s.136) Tesellisi, sebebi ise ?Fitrat? Bu işin fitratı bu Hasan ölenle ölünmez.? (s.137) Öykü baştan sona maden felaketinde ölümünü bekleyen bir şahla gözlü işçinin gözleminde verilip, dramatik bir sonla noktalanıyor:

?Şimdi alevler saçlarımı yalıyor. Birazdan bir ?şey´ bile olamayacağım.

Ancak nerde olursanız olun, nereye kaçarsanız kaçın, hiç unutmayın!

Gözüm üzerinizde! Gözüm üzerinizde!? (s.138)

?Aşağıda ölüm var, yukarda açlık?? vurgusunu yapan ?Soma, maden faciasından kurtulan bir madencinin sözü? olan üst notla girmiş ?Kara Gündür Gelip Geçmez? (s.139-144) adlı öyküsüne Nazmi Bayrı? Alsancak´ta yaşamını sürdüren, annesi ile babası ayrılmış on dört yaşındaki çocuğun, Soma felaketinde babasız kalan çocuklarla kendini özdeşleştirmesiyle girilir öyküye; devamında babasız kalan çocuklar, eşsiz kalan kadınlar, yaşamını yitiren madenciler söz alır. Cenaze merasimi acılı portrelerle sürer. Bir bölümü şöyle bitiriyor Bayrı: ?Neden acı hep fakiri görüyor.?

 Nevzat Süer Sezgin, ?Kara Leke? (s.145-148) adlı öyküsü, Yeni Yaşam dergisinde yayımlanan yazısında, ?Hızlı kazanılan para kan kokar?? dediği için üç yıl kadar cezaevinde yatan Neşe Dallı´nın özgürlüğüne kavuşup, dışarıda kara yaşamla karşılaşmasıyla son bulan bir rüyada geçiyor. ?Yükselin Dönüşü´nde (s.149-153), Nilgün Erdem, annesiyle birlikte çalıştığı ağa evinin kızıyla birbirlerini seven Mehmet´le Yüksel´in sevdası yer alıyor. Kızın babası olan Salih Ağa´nın olayı duymasıyla annesiyle birlikte işsiz kalan Mehmet Soma´daki maden ocağında çalışmaya başlayınca Yüksel ile gizlice evlenirler. İki çocukları olur. Mehmet, maden ocağında yıllarca çalışmaya dayanamaz hasta olur. Birkaç kez söylese de sigortası yapılmaz. Mehmet hastanede tedavi görürken, eşi Yüksel madenin muhasebesini basıp, masanın üstündeki kağıt açacağını kaparak:?Katillerrrr, katilsiniz siz!? dediği an madenin sirenleri çalar.

Nuran Türemen, ?Kara Yazgı? (s.154-158) adlı madenci öyküsünde de birbirlerini seven Ceylan ile Halim´in evliliklerinde gelişir öykü?  İki çocuklarıyla birlikte kirada sürdürdükleri yaşam, oğlu Alican´ın doğum günü olan o gün maden ocağında yaşanan felaketle yaşama veda eder. ?Babamın Katilleri? (s.159-161), Nursel Çetin´in, babasız kalan bir madencinin evindeki görüntüler, küçük bir çocuğun gerçekçi gözlemleriyle verilir.

Metin Altıok´un üst notlu madenci göndermesi yer alan Onur Çalı´nın ?Ben, benim? (s.162-163) adlı kısa öyküsü, madencinin, yaşamını madende yitiren madenci arkadaşı Cemal´le olan iç söyleşmesi yer alır. Erken yaşta ölen Apollinaire ile Zonguldaklı Muzaffer Tayip Uslu´nun   şair olarak yan yana geldiği, Ceyhun Atıf Kansu´nun dört dizelik üst not göndermeli şiiriyle öyküye girilir? Osman Günay´ın, ön kahramanının Durdu Çavuş olduğu, ?Lamba Numarası? (s.164-175) adlı yaşamdan madene uzanan öykü gerçekçi bir öyküye benziyor? Madencinin yer altı yaşamının, dilsel ve ussal tavırlarına değinilen öyküde, liseden arkadaşı olan Semine´yle ümitsiz aşkının felsefi labirentlerinde dolaşan Durdu Çavuş´un şu sözü çok anlamlı: ??Sonraya doğru anladım ki, o, yeni bir dünya kuracak büyüklükte bir aşka sahip, bense onun bana birkaç kez yansıyan hayaline. Belki de bu yüzden yeryüzünden kaçıyor,   her gün yeraltına iniyorum??(s.173) Günay´ın madenci öyküsü, Durdu Çavuş´un da yaşamını yitirdiği ölümcül bir patlama sonrasını betimleyerek biter. Semrin Şahin, ?Ölüm Kuyusu? (s.176-180) adlı Soma mekânlı durağan öyküsünde babasını ve dedesini maden kazasında yitiren bir oğul fotoğrafıyla çıkıyor okurların karşısına. Bu fotoğrafın, basının cesedini aradığı ilk kareleri de hiç kimsenin karşılaşmak istemediği madencilerin korkulu bir rüyası. Öyle ki, bu kaçınılmaz yazgıyı oluşturan sert koşulların babası ve dedesi gibi, öykü kahramanını da maden ocağına inmek zorunda bırakır.

Hiç unutmam, Damar´dan, İnsancıl´dan Cumhuriyet´e, yayımlanan yüzü aşkın kitap hakkındaki eleştirel denemelerimin başlangıç noktası, yaklaşık 33 yıl önce Yeni Adana gazetesi sanat sayfasında yayınlanan Şaban Akbaba´nın ?Güneşin Konağı? adlı şiir kitabı hakkındaydı. Öyle ki; yayınlanan yazı okunamayacak derecede de silik ve bozuktu. Şimdi Şaban Akbaba´nın ?Zahide? (s.181-189) adlı öyküsünü okuyunca ilk aklıma gelen bunlar oldu. Ve Zahide isminin bana anımsattığı, Neşet Ertaş´ın sesinden kulaklarımızda kalan,  klasikleşen bir türkü, daha doğrusu bozlak/maya? Dönelim, Akbaba´nın ?Zahide?sine? Yaşıtlarından birkaç yaş küçük davranışlar sergileyen, matematiksel işlemler yapamayan, ilkokulu zorlukla bitiren Zahide´nin, yeni evlenen alt komşusuna âşık hâlinin görüldüğü öyküde,  baba/kız iletişimi etkendir? Babasına bağlı olan Zahide´nin babasını madende yitirdiği anların acı duygulanımıyla öykü son bulur.

Tamer Gökçel, ?Baret Işığı´nda (s.190-193) kömür madeni ve madenci üzerine olan ölümcül konuşmalarla son verir öyküsüne.

 ?Ruhumuzu Kaldırın Göçük Altından? (s.200-205) adlı öykü de Yelda Karataş´a ait? Maden Mühendisi olan bir evladın anne/baba karşılaştırmaları ile girilen öyküde, madencilerin tedirgin yaşamından derin izler bulabilmek olası. Göçüğün olacağı son gece, oğlunu, göçük olacağı yönünde uyaran anne, daha sonra oğlunu çağırdığı odasında ona bardağına uyku ilacı koyduğu çayı ikram ederek kendisi madene iner.  Sözünü ettiği o beklenen büyük göçük gerçekleştiğinde, anne kendini oğlunun yerini feda etmiş olur. Annesinin odasının kapısını kırarak kendisini uyandırdıklarında vakit artık çok geçtir.

?Bazen annem oluyorum. Hasret gideriyorum aynaya bakıp.? (s.205) Tayfun Ak´ın ?Yürüyüşü? (194-199), madencinin olumsuz koşullarının söz konusu olduğu eylem hâlinin meclisin kapısına kadar uzanan hak arama savaşımından kesitler ?Burada!? başlığı altında verilmektedir. Zeynep Yenen´in ?Elinin Kiri? (s.206-209) adlı madenci öyküsünde ise eşi ve kayınbabasını kaybeden kadının kocasının yerine geçerek yaşam savaşında yer alması konu ediliyor. ?Ölüm Vardiyası? (1), Soma´dan portrelerin verildiği, Zürbiye İvdik´in, ?Çocuk, Ölümü Oyun Sanmıştı? (s.210-216) adlı madenci öyküsüyle son buluyor ?Ölüm Vardiyası?? 

 

(Ölüm Vardiyası/Seçki/Kurgu Kültür Merkezi Yayınları/2.Baskı/Mart 2019/224 sayfa/

 

YAZARLAR

  • Cuma 24.9 ° / 15.2 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • Cumartesi 24.8 ° / 13.8 ° false
  • Pazar 25.4 ° / 14.4 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • BIST 100

    9548,57%0,19
  • DOLAR

    32,49% 0,16
  • EURO

    34,80% 0,25
  • GRAM ALTIN

    2487,88% 1,05
  • Ç. ALTIN

    4157,48% -1,05