Ali MARALCAN- EMEKLİ KURMAY ALBAY


MUSTAFA KEMAL´İN 20 EYLÜL 1917 İSYAN RAPORU (MIHTIRASI)


/resimler/2018-9/18/1123140137686.jpg"Gerçek kurtuluş toplumdaki marazı (hastalığı) tespit edip tedavi etmekle elde edilir. Marazın tedavisi ancak ilmi ve fenni bir tarzda yapılacak olursa Şifa verici olur..."

(Atatürk, 27 Ekim 1922, Bursa)

Mustafa Kemal´in Türkiye Cumhuriyeti´ni kurarken verdiği çetin mücadele içinde 20 Eylül 1917´de kaleme aldığı gözlerden kaçmış bir askeri-siyasi rapor vardır.

Büyük Nutuk´un fikri yapısını hazırlayan bu raporu, Mustafa Kemal Osmanlı Hükümeti´ni yöneten en tepedeki kişilere yollamıştır. Bu raporu, tarihsel çerçevesi içinde ele almak istiyoruz.

36 yaşında genç bir paşa (mirliva/tuğgeneral) olan Mustafa Kemal, bu raporu o sırada Osmanlı devletini ve ülkeyi yöneten en üst düzeydeki iki yetkiliye, sadrazam ve harbiye nazırına yollamıştır. Bu rapor ülkenin o sırada içinde bulunduğu felaket tablosunu, yönetimdekilerin alışkın olmadığı gerçekçi ve sert bir dille anlatır, uyarılar yapar ve çözüm önerileri sunar.

Bu rapor, Atatürk´ün birbirinden heyecanlı olaylarla dolu yaşamında ve Yeni Türkiye´nin kurulma kavgası içinde, biraz tarihin gölgeli tarafında kalmış bir belgedir. 100 yıl sonra Mustafa Kemal´i daha iyi anlamak için bu belgeyi yeniden ele almak ve değerlendirmek gerekiyor.

I Dünya Savaşı´nın en zor zamanları... Tarih, 18 Eylül 1917...  Yer, Halep... O gün, 7. Ordu Komutanı Atatürk, Halep´ten İstanbul´daki Bahriye Nazırı ve 4. Ordu Komutanı Cemal Paşa´ya, "Memleketin hayatına ilişkin araştırma ve incelemeye değer görüşlerimi bildirmeye hazırım" diye bir telgraf gönderdi. Cemal Paşa bu telgrafla 19 Eylül´de, "Pek çok yararlanılacağına emin olduğum görüşlerinizi beklerim" diye cevap verdi.

20 EYLÜL MUHTIRASI´NI MUSTAFA KEMAL VE ALBAY İSMET BİRLİKTE HAZIRLADILAR

Daha sonra anıların ışığında ortaya çıktığı gibi Mustafa Kemal Paşa Halep´te 20 Eylül 1917 Muhtırası´nı hazırlarken, yanında Albay (Miralay) İsmet de (İnönü) vardır. Daha önce Doğu Cephesi´nde Mustafa Kemal´in emrinde çalışmış ve kolordu komutanlığına yükseltmiş olan İsmet Bey, Filistin Cephesi´nde de onun yanındaydı. İsmet Bey, Halep´te Mustafa Kemal´in emrindeki 7´nci Ordu´ya bağlı 3´üncü Kolordu´nun komutanıydı.

/resimler/2018-9/18/1124133884237.jpgDaha sonra Kurtuluş Savaşı´nda kader birliği yapacak ve Yeni Türkiye´yi birlikte kuracak olan Mustafa Kemal-İsmet İnönü ikilisi, bu ortak siyasal anlayışın ve derin işbirliğinin ilk sınavını 20 Eylül 1917 Muhtırası´nda verdiler.

İsmet Paşa´nın daha sonra belirttiğine göre, Mustafa Kemal Muhtıra´nın bazı bölümlerini kendisine dikte ederek yazdırmış, sonra birlikte okumuş ve yer yer düzeltmişlerdi. Ancak doğal olarak Mustafa Kemal muhtıraya, bir kolordu komutanı olan Albay İsmet´ in imza koymasını istemedi.

Şevket Süreyya Aydemir Tek Adam ve ikinci Adam adlı eserlerinde, 20 Eylül Muhtırası´nda Mustafa Kemal ve İsmet Bey´in işbirliği yaptığının altını özellikle çizer. Tek Adam eserinde İsmet Paşa´nın bu konudaki mektubunda yazdığı şu satırlara da yer verir: "Bu mektubu, Halep´te ordu kumandanı olan Mustafa Kemal Paşa yazdı. Beraber düşündük. Hazırladık. Benden imza istemedi ve zaten bir kolordu kumandanı olarak, imza etmem mümkün değildi... Gerçek budur."

ATATÜRK´ÜN SÖZ KONUSU RAPORDA BÜYÜK BİR CESARETLE ORTAYA KOYDUĞU SORUNLAR ŞUNLARDI

Atatürk Osmanlı´nın hastalığını çok doğru teşhis etmişti. Örneğin 29 Temmuz 1912´de, Behiç Erkin´e yazdığı mektubun bir yerinde aynen şöyle diyordu:

"ihtiraslar, cehalet ve mantıksızlık yüzünden koca Osmanlı Devleti´ni mahvedeceğiz. Kuvvetli bir Osmanlı İmparatorluğu yaratmayı düşünürken, vaktinden önce esir, sefil ve rezil olacağız."

Atatürk öngörüsünde yanılmayacaktı.

İttihatçılar, 1914´te Osmanlı Devleti´ni I. Dünya Savaşı´na sokarken "kuvvetli bir Osmanlı İmparatorluğu yaratmayı" düşünüyordu. Savaşın sonunda ise bırakın kuvvetli bir Osmanlı İmparatorluğu yaratmayı, eldekini, avuçtakini de kaybettiler. 1918´de I. Dünya Savaşı´ndan çekilirken, 6 yıl önce Atatürk´ün dediği gibi, "esir, sefil ve rezil" olmuştuk.

Atatürk´ün 1912´de yaptığı teşhis çok doğruydu. Osmanlı, "ihtiraslar, cehalet ve mantıksızlık" yüzünden dağılıp parçalanmıştı.

Atatürk sadece sorunları görmekle kalmamış, yetkililere çözüm yollarını da göstermişti.

Örneğin, I. Dünya Savaşı´nın sonlarında, 20 Eylül 1917´de Halep´ten Sadrazam ve İçişleri Bakanı Talat ile Başkomutan Vekili Enver paşalara gönderdiği 2010 kelimelik ünlü raporunda, hem Osmanlı´nın içinde bulunduğu hastalığı teşhis etmiş hem de reçeteyi yazıp tedavi yöntemini göstermişti.

Atatürk´ün söz konusu raporunda büyük bir cesaretle ortaya koyduğu sorunlar şunlardı:

1. Halk ile yönetim arasındaki bağlar sarsılmıştır. Ülke genel bir anarşiye sürüklenmektedir.

2. Mülki idare tam bir acz içindedir. Zabıta kuvveti yetersizdir. Memurlar rüşvet, yolsuzluk, vurgunculuk yapmaktadır.

3. Yargı işlememektedir.

4. Ekonomi çökmektedir.

5. Çürüyen saltanatın bir gün hep birden çökmesi muhtemeldir.

6. Ordumuz sefil ve perişan durumdadır.

7. Almanlar tamamen kendi çıkarlarıyla hareket etmektedir. Almanların savaşı kazanması imkânsızdır.

SORUNLARIN ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

Bütün bu büyük sorunlara karşın asla umutsuz değildi.

Şöyle diyordu:

"Bu kısa genel bakıştan çıkardığım sonuç: Artık her iş bitmiştir ve bulunacak bir çare kalmamıştır zemininde değildir. Böyle kötümser bir kanaatin, düşmanların ve tehlikelerin en vahimi olduğunu açıklamaya lüzum görmem. KURTULUŞ VE HAY AT İMKÂNI VARDIR. Ancak hedefe ulaştıracak tedbirleri bulmak lazımdır." Atatürk´ün bu sorunlara karşı ortaya koyduğu çözüm önerileri de şunlardı:

1. Hükümeti güçlendirmek, jandarmayı kuvvetlendirmek,

2. Yargıyı, adalet işlerini düzeltmek,

3. Ekonomiyi iyileştirmek,

4. İhmalleri, suiistimalleri azaltmak,

5. Ülkeyi "sağlam bir hareket üssü" yapmak,

6. Askeri politikamızı bir savunma politikası haline getirmek,

"Elimizde bulunan kuvvetleri ve bir tek neferi son ana kadar saklamak... Memleketimiz dışında bir tek Osmanlı neferi ´bırakmamak..."

Atatürk raporunun sonunda, Almanların sadece kendi çıkarlarını düşünerek hareket ettiklerini, bu doğrultuda Türk ordularını kullandıklarını belirtti.

"Atatürk´ün bu raporu dikkate alınmadı. I. Dünya Savaşı bitti. Almanya ve Osmanlı yenildi. Osmanlı Devleti paramparça oldu. I. Dünya Savaşı tüm dünya için bitti, ama bizim için bitmedi. Savaştan hemen sonra Anadolu´nun işgal edilmesiyle Atatürk´ün önderliğinde Türk Bağımsızlık Savaşı başladı. Saltanat ise çürümeye devam edip sonunda çöktü.

MUSTAFA KEMAL PAŞA´NIN ALMAN EMPERYALİZMİNE KARŞI DİRENİŞİ

Alman emperyalizmine şöyle isyan ediyordu: "İçinde bulunduğumuz bu bataklıktan Almanlarla beraber kurtulmak zorunlu ise de Almanların bu zorunluluktan ve savaşın uzamasından yararlanarak bizi sömürge yapmak ve memleketimizin bütün kaynaklarını kendi ellerine almak siyasetinin karşısındayım. Bugün Falkenhayn her vesileyle herkese karşı, Alman olduğunu ve elbette Alman çıkarını en fazla düşüneceğini söyleyecek kadar cesaretlidir. Halep´te, Fırat´ta ve Suriye´de Alman siyasetinin Alman çıkarının peşinde koşan bir Alman komutanın, yüz binlerce Türk kanı için karar verme mevkiinde bulunması tamamen vatanımızın çıkarlarına aykırıdır. Falkenhayn geldiği günden beri Türklere düşman Arap aşiretlerini kazanmaya çalışmaktadır. Irak harekâtının uygulanamaz olduğunu daha ilk günden beri anlamasına rağmen bu harekatı memleketimize yerleşmek için kullandı. Gerçekte amacı bütün Arabistan´ı Alman yönetimine almaktı. Nitekim planın ikinci aşamasına başlamıştı, Irak hedefi değişince Sina cephesinde bir taarruz istemeye başladı. Amacı Arabistan´ı Alman idaresine sokmaktır. Eğer Filistin´in savunması mümkün olursa Falkenhayn en büyük başarıyı kazanmış olarak ortaya çıkacaktır. Ancak bu durumda da memleket yine bizim elimizden çıkıp bir Alman sömürgesi haline gelecektir..."

Atatürk, "Memleket Savunması?nın söz konusu olduğu o günlerde "Memleketin hiçbir köşesi herhangi bir yabancı nüfuz ve idaresi altına verilmemelidir" diyordu.

Son cümlesi şuydu: "Bulunduğunuz makam sebebiyle bunları anlatmakla vicdanım üzerindeki bir yükü kaldırmış olduğuma inanıyorum." Nereden gelirse gelsin, emperyalizme tahammülü yoktu.

20 EYLÜL MIHTIRASI´NIN ANALİZİ

Muhtıranın Mustafa Kemal´in yaşamında, bakışında ve duruşundaki yerini, 100 yıl sonra daha derinlemesine ele almak istiyoruz.

Çünkü bu muhtıra Atatürk´ün, daha 19 Mayıs 1919´da Anadolu´ya çıkmadan önce, onu dönemin Osmanlı devletini yöneten diğer devlet yetkililerinden, İTC´li (İttihat Terakki Cemiyeti) liderlerden farkını, vizyonunu ve geleceğe dönük siyasi yaklaşımlarını ortaya koyuyor. Bu nedenle Mustafa Kemal´in 1919 öncesi imzasını attığı bu tek ve eşsiz belgenin 100 yıllık bir perspektifle bize öğrettiği ´Atatürk gerçekleri´ni madde madde mercek altına alıyoruz.

1- Milli Politika

Mustafa Kemal´in 20 Eylül Muhtırası´nın ortaya koyduğu en önemli fark, rapora yansıyan ´Milli duruş, milli bakış ve milli politika´dır. Mustafa Kemal bu raporda açık bir şekilde, iktidardaki İTC´li Talat-Enver ikilisinden farklı olarak ülkenin Almanların boyunduruğu altına sokulmasına karşı çıkmıştır. Bu çok önemli bir karşı çıkıştır. Çünkü bu muhtıradaki ifadeleri, onun gelecekte vereceği ´Milli Mücadele´nin bütün işaretlerini taşımaktadır.

2- ´Halkçı´ Muhalif Söylem

Mustafa Kemal´in 20 Eylül Muhtırası´nda öne çıkan ikinci önemli nokta, halkın durumunun gerçekçi bir şekilde tespit edilmesi ve bu ´feci şartlar´a karşı önlem alınmasının istenmesidir. Mustafa Kemal bu muhtıra ile aynı zamanda kendisini, halkın ve milletin sözcüsü ve savunucusu konumuna yerleştirmiştir. Bu tavır adeta tek başına bir ´muhalefet partisi´ söylemidir.

3- ´Ordu Çökmüştür´ Saptaması

Mustafa Kemal´in bu muhtırada toplumsal çöküşten sonra dile getirdiği en çarpıcı gerçek, buna bağlı olarak ordunun da nasıl çöktüğü ve eridiği gerçeğidir. `Millet sağlam olmadan ordu sağlam olamaz´ gerçeğini bütün yalınlığı ile dile getirmiştir. Mustafa Kemal ´Ordu çökmüştür´ saptamasını 3 yıldır ´Başkumandan Vekili´ (padişah vekili), Harbiye Nazırı (savaş bakanı) ve Serdar-ı Ekrem (genelkurmay başkanı) gibi iddialı sıfatlar taşıyan Enver Paşa´ya söylemektedir. Ordunun çöküşünü ve perişan durumunu adeta onun gözüne sokmaktadır.

4- Sorumluluk Alma Cesareti

20 Eylül Muhtırası özellikle Mustafa Kemal´in her dönemde ve her cephede sergilediği ?sorumluluktan kaçmama, aksine sorumluluk alma cesaretini´ açık bir şekilde ortaya koyan belgedir. Bu muhtırada tüm Sina-Filistin Cephesi´nin bir Osmanlı-Türk komutan olarak kendisine verilmesini ısrarla istemiştir. Hatta ´ordu eriyecekse, Alman komutanın, yabancıların elinde değil, benim elimde erimelidir´ diyerek milliyetçi bir komutanın `gururlu ve kıskanç´ bakışını da sergilemiştir. Bu muhtıra, Mustafa Kemal´in sorumluluk alma cesaretinin ilk örneği değildir.

5- Siyasal öngörü

Mustafa Kemal 20 Eylül Muhtırası ile üç konuda, İTC yönetiminden farklı olarak kendi vizyonunu ve siyasal öngörülerini ortaya koyar. Çünkü liderlik için gerçekleri tespit etmek yetmez. Bu gerçekler temelinde gelecekte meydana gelecek olay ve gelişmeleri de doğru tahmin etmek gerekir. Bu da öngörü yeteneği ister.

Mustafa Kemal´in 20 Eylül Muhtırası´nda kaleme aldığı ve İTC yönetimini uyardığı üç siyasal öngörü şunlardır:

Birincisi, Osmanlı devletinin bu toplumsal çürüme ortamında ve uzayan savaş nedeniyle ´birden ve toptan çökme tehlikesi´dir.

İkincisi, Mustafa Kemal´in Almanya´nın yenileceği konusundaki öngörüsüdür. 1917´de Enver Paşa hâlâ Almanya´nın sonunda mutlaka kazanacağına inanırken, ´nihai zafer´ hayalleri görürken, Mustafa Kemal Alman mağlubiyetinin gelişini görmüştür. Üstelik bu yenilginin gerekçelerini de İTC yönetimine açıklamıştır.

Üçüncüsü, Mustafa Kemal´in Filistin´de İngilizlerin denetiminde bir Hıristiyan hükümet kurulacağını öngörmesidir. Bu öngörü ilerleyen yıllarda, Filistin´de bir Yahudi devleti olarak İsrail´in kurulması ile gerçekleşmiştir. Mustafa Kemal böyle bir yabancı devlet ile İngiltere´nin Mısır, Süveyş ve Kızıldeniz´i kontrol altına alacağını ve kendisine hizmet eden bir İslam dünyası yaratacağını da öngörmüştür. İngilizlerin bunu bölgede ´savaşın asıl hedefi´ olarak gördüğünü de belirtmiştir.

6- Gerçekçilik

Mustafa Kemal´in 20 Eylül Muhtırası´na yer veren tüm kitaplarda altı çizilen en önemli noktalardan biri ?gerçekçilik´tir. Rapor toplumda ve ordudaki tüm gerçekleri çıplak bir şekilde dile getirmiştir. Gerçekleri gizleme, örtme, kapatma, çarpıtma veya süsleme, abartma yoktur. Gerçek neyse o durum açık bir dille yazılmıştır.

7- Medeni Cesaret

Gerçeği söyleme cesareti, tüm toplumlarda ´medeni cesaret´ sözcüğü ile tanımlanır. Bu toplum içindeki durumuna bakmadan gerçeği dile getirme cesaretini ifade eden bir sözcüktür. `Medeni´ yani uygar kavramı, insanların her şart altında düşüncesini söylemesini sağlayan uygar bir ortam ve uygar bir topluma işaret eder. Eğer toplum henüz o aşamada değilse bile, gerçeği söyleyen kişi, insan olarak olması gereken bir uygarlığın gereğini yapmaktadır. Medeni cesaret budur.

8- isyan Ruhu

Mustafa Kemal´in 20 Eylül Muhtırası, sıradan bir ´medeni cesaret´in ötesinde ciddi bir ´isyan ruhu´nun da göstergesidir.

O, kimseye körü körüne biat ve itaat etmeyen güçlü bir başkaldırı karakterine sahiptir. Baskı gördüğü, haksızlığa uğradığı zaman ´isyan etmektedir.´

9- Devirler Arası Çizgi

20 Eylül 1917 Muhtırası değerlendirmesinin son maddesinde Mustafa Kemal´in bu konuda söylediği çok güzel bir değerlendirmeye yer veriyoruz.

Mustafa Kemal 1926´da gazetecilerle yaptığı söyleşide, Kazım Paşa (İnanç) ile Suriye Cephesi´nde yatakta konuştuğu sahneyi anlatırken Çanakkale´yi de hatırlatır. Çanakkale´de cephedeki tüm askeri birliklerin kendisine bağlanması konusunda onunla arasında geçen ´Az mı gelir, çok mu?´ şeklindeki tarihi telefon konuşmasını da anarak şunları söyler:

"Az mı gelir, çok mu gelir? Bu kararı vermek için aradan bunca facialar ve telafisi mümkün olmayan zararlarla dolu dört sene geçmesini mi beklemek gerekirdi? Takdir olunan bu imiş... O gün benim dediğim, hakikat teslim olunsa daha iyi olurdu; dört senelik felaket derslerinin sebep olduğu uyanma hissinin baskısı altında, bugün bana grup kuvvetlerinin teslim olunmasında mı fazla fayda vardı, bunlar tartışmaya değer.?

10- Liderlik Bildirgesi

Analizde tek tek ele aldığımız tüm maddeler ışığında 20 Eylül 1917 Muhtırası´nın Mustafa Kemal açısından en önemli sonucunu net bir şekilde belirtmek gerekir: Bu muhtıra, Mustafa Kemal´in liderlik bildirgesidir. O dönemde Osmanlı devletini ve siyasi iktidarı elinde tutan İttihat ve Terakki Cemiyeti´nin (İTC) en tepesindeki iki lidere, Talat ve Enver´e doğrudan verilmiş bu siyasi/askeri rapor, raporu çok aşan tonu ve talepleriyle açık bir muhtıradır. Bildirge Mustafa Kemal´in ülke yönetimindeki liderlik iddiasını açıkça ortaya koymaktadır.

SONUÇ OLARAK

7. Ordu Komutanı Atatürk, 4 gün arayla gönderdiği iki uzun raporla hükümeti ve orduyu uyarıp uyandırmaya çalıştı. En ağır biçimde cezalandırılmak dahil, her türlü tehlikeyi göze alarak çok büyük bir cesaretle ve özgüvenle devletin en tepesindekilere çıplak gerçekleri gösterdi.

Bu raporlar, Atatürk´ün, akılcı ve bilimsel hareketinin de belgeleridir. Raporlarda önce gözleme dayalı olarak sorunları sıralıyor, sonra bu sorunlara tamamen akılcı, bilimsel ve gerçekçi çözümler üretiyordu. İşte bu "bilimsel yöntem"dir. Atatürk, Milli Mücadele´den hemen sonra 27 Ekim 1922´de Bursa´da öğretmenlere seslenirken "Gerçek kurtuluş toplumdaki marazı (hastalığı) tespit edip tedavi etmekle elde edilir. Marazın tedavisi ancak ilmi ve fenni bir tarzda yapılacak olursa şifa verici olur..." diyecekti. Gerçekten de 1917´deki iki raporunda önce toplumsal hastalıkları tespit etmiş, sonra da bu hastalıklara "ilmi ve fenni bir tarzda" çözüm önerileri getirmişti.

Atatürk en kritik anlarda, örneğin daha önce 1915´te Çanakkale´de ve daha sonra 1921´de Sakarya´da orduların başına geçerek iki büyük zafer kazandı. 1917´de Sina-Filistin´de de orduların başına geçmek istedi. Ancak isteği kabul edilmedi, sonunda Sina-Filistin kaybedildi.

100 yıl önce, 20 Eylül 1917´de yazılan bu belge okunmadan Büyük Nutuk anlaşılmaz. Bu muhtıra, Milli Mücadele´nin önceden ilan edilmiş gerekçesidir, önsözüdür... Aynı zamanda ileride onun liderliğini yapacağı Kurtuluş Savaşı´nın işaret fişeği gibidir... Çünkü bu muhtıra, Samsun, Erzurum ve Sivas´ta oluşan isyancı ruhun en önemli belgesidir...

ATATÜRK 20 EYLÜL 1917 RAPORUNDA SURİYE-FİLİSTİN CEPHESİNDE 1917 YILINDA TÜRK ORDUSU ALEYHİNE GELİŞEBİLECEK TEHLİKELERİ ÖNCEDEN NASIL GÖREBİLMİŞ VE TESPİT ETMİŞTİ?

/resimler/2018-9/18/1125231229350.jpgBu sorunun cevabını Atatürk´ün sahip olduğu liderlik yeteneği, geniş ve derin tarih kültürüne sahip olmasına borçluyuz.

Atatürk´ün liderlik vasıfları şunlardır.

  1. Önsezi
  2. Mantık
  3. Meşruluk duygusudur.

Bize göre Atatürk´ü Atatürk yapan vasıfların başında gelen 3 ve asli vasıflar bunlardır. Atatürk bu üç vasfını hiçbir zaman tek tek değil birlikte kullanmıştır. Bunun içinde hiç yanılmamıştır.

Atatürk geniş bir kültüre sahiptir. 57 yıllık kısa yaşam sürecinde değişik konularda 4289 kitap okumuştur. En çok okuduğu ve araştırdığı konu tarihtir. Tarih konusunda 1233 kitap okumuştur. Askeri ve siyasi konularda kararlar verirken geniş tarih bilgisinden çok yararlanmış ve daima başarılı olmuştur.

SAYGIDEĞER VATANDAŞLARIM VE ASİL TÜRK GENÇLERİ!

Ulu Önderimiz ve ebedi Başkomutanımız Atatürk, Türk Ordusunu yönetecek Komutanlar ve Devlet Adamlarını, ülkeyi ve Türk Silahlı Kuvvetlerini yönetirken başarılı olmaları ve hata yapmamaları için şöyle uyandırıyor:

Türk komutanlardan istek ve beklentilerini şöyle ifade ediyor:

?Komutanların emirleri altına verilen Millet evladını, memleket araçlarını, düşmana ve ölüme sürerken düşündükleri tek nokta, Milletin kendilerinden beklediği vatan görevinin ateşle, süngüyle ve ölümle yerine getirerek sonuç almaktır. Askeri görev, ancak bu anlayış ve inançla yerine getirilebilir. Lafla, politikayla düşmanın vaatlerine kulak vermekle askerlik görevi yapılmaz. Omuzlarında ve kafalarında askerlik sorumluluğu yükleyecek kadar kuvvet bulamayacakların feci sonuçlarla karşılaşmaları kaçınılmazdır.?

Devlet adamlarından istek ve beklentilerini şöyle ifade ediyor:

? Bu memlekette çalışmak isteyenler, bu memleketi idare etmek isteyenler memleketin içine girmeli, bu milletle aynı şartlar içinde yaşamalı ki ne yapmak gerekeceğini ciddi olarak hissedebilsinler.?

Bu mutlu ve gurur dolu günleri bizlere armağan eden, Yüce ulusumuza kendi kendini yönetme yetkisi veren, çağdaş cumhuriyeti bizlere armağan eden ulu önder Atatürk´ün manevi huzurunda saygı ve hürmetle eğiliyoruz!

Ruhu şad olsun!

KAYNAKÇA:

  1. MUSTAFA KEMAL´İN İSYAN MUHTIRASI KEREM ÇALIŞKAN
  2. TEK ADAM CİLT 1 ŞEVKET SÜREYYA AYDEMİR
  3. YÜZYILIN KİTABI SİNAN MEYDAN
  4. 1923 KURTULUŞ AYARLARINA DÖNMEK SİNAN MEYDAN
  5. ATATÜRK VE SİYASET AHMET YAŞAR ZENGİN

YAZARLAR

  • Cuma 24.9 ° / 14.2 ° Güneşli
  • Cumartesi 28.3 ° / 15.1 ° Güneşli
  • Pazar 28.3 ° / 15.7 ° Güneşli
  • BIST 100

    9079,97%3,10
  • DOLAR

    32,35% 0,15
  • EURO

    34,93% -0,09
  • GRAM ALTIN

    2322,96% 0,18
  • Ç. ALTIN

    3843,45% 0,00