ALİ TAŞ ADN.


“RÜZGÂR” (*)


Yazar-Eleştirmen Cengiz Gündoğdu’nun, konferanslardan birinde, bir okurun, “Yazılarınız kışkırtıcı bir rüzgâra benziyor.” Demesinden esinlenerek, kitabının adını “Rüzgâr” koymuş Cengiz Gündoğdu. Ülke ve toplumla demokrasinin özdeşliğini despotluğu ele alarak olumsuz kılan ve ve her alanda “tek”çiliğe, “mutlak”çılığa karşı çıkan, sanatta “model” güzellikleri, ”başyapıtları” kabul etmeyen bildirisini açıklayan Gündoğdu; despotun “rüzgâr kıran”larının bir işe yaramayacağını, “Böyle bir dünyanın çok öncesinde olsa bile, Rüzgâr o güzel dünya için, metalaşmanın olmadığı insani dünya için, o güzel dünyayı kuracak insan için, esip durdu dergi sayfalarında… Şimdi okuyacağınız yazılar, o esintinin… o güzel mücadelenin bir özetidir der.” (s.XI) 
İkinci baskı yapan “Rüzgâr” adlı kitaba, Ayhan Hünalp’ın “Ekmek ve “Eleştiri” Kitapları Üstüne (s.1-4) adlı yazısıyla girilmiş… Ayhan Hünalp’ın girişinin ardından Cengiz Gündoğdu’nın “Varlık”(10), “Sorun” (1) ve “Yazıt” gibi dergilerde yayınlanan 12 yazısı ile “Rüzgâr”ın 2. Bölümünde “Okur Mektupları” (s.107/203) yer alıyor. Cengiz Gündoğdu’nun, sanat ortamındaki olumsuzlukları açıkca yazmasını olumlu karşılayan Ayhan Hünalp; mezunu olduğu Atatürk Lisesi’ndeki edebiyat öğretmenlerini (1940) anımsatırken Fevziye Abdullah Tanseli Nurullah Ataç, Cevdet Kudret Solak; felsefe öğretmenleri olarak da; Hayrinüssa Köni, Adnan Cemgil gibi kıymetli isimleri Candan Yücel’den, Turgut Özakman’a uzanan öğrenci zincirinin birer halkaları olarak anmadan geçmez. Her Pazar sabahı ise, Nurullah Ataç’ın Atatürk Bulvarı’ndaki Özen Kıraathanesi’ni İlhan Berk’ten Necati Cumalı’ya kadar doldurduklarını ifade den Hünalp; Yaşar Kemal ile kendisinin çay içecek paraları olmadıkları için sohbetin bitimine yakın gelip, Ataç’ın, Kavaklıdere’ye kadar yapacağı yaya sohbetlere katıldıklarını belirtir. Nurullah Ataç’ın bir gün kendisine: ”Matematik şiirin şemasıdır!” (s.2) dediğinin altını çizen, Nurullah Ataç’la Cengiz Gündoğdu’yu açıkca eleştirel yönden birbirine benzeten Ayhan Hünalp; Nurullah Ataç için:”…O huysuz bir ihtiyardı, seveni azdı, sayanı çoktu. Tıpkı bizim Esenköylü Cengiz Gündoğdu gibi der.  Hünalp, “Cemal Süreya’nın bana kızdığı, bunu da yazdığı tek konu olduğu halde, burada kasıla kasıla tekrarlayacağım…” (s.3) diyerek; “1940 Sanat Kuşağı’nın oluşmasında çok büyük etken olan Ankara Halkevinin cumartesi konferanslarında yalnızca Nurullah Ataç’ın ayakta olmak koşuluyla dış salonlara kadar dolduğunu vurgularken; Cengiz Gündoğdu’nun da çeşitli şehirlerdeki konferanslarda konaklaya konaklaya gelirken gençlerle etrafı kuşatılmış değil mi der. Ayhan Hünalp’ın girişinin ardından Cengiz Gündoğdu’nın “Varlık”(10), “Sorun” (1) ve “Yazıt” gibi dergilerde yayınlanan 12 yazısı ile “Rüzgâr”ın 2. Bölümünde “Okur Mektupları” (s.107/203) yer alıyor. 
 Cengiz Gündoğdu, “Canı Sıkılan Bir Yazarın Demokrasi Üstüne Notları” (s.5-11) adlı yazısında da despotluğun, demokrasinin önünü kesmesinden yakınır. Toplum olarak demokratlığı hayatımızın özü yapamadığımızı eleştirir. Konunun sanat cephesi olarak, Enis Batur’un, Edip Cansever’i eleştiren bir yazarla,  Halide Edip ve Servet Tanilli’yi eleştirmeyip, saldırdığını belirtir. “Kötü Bir Yazarın Notları”nda (s.13-17), gerçekçi sanatın insana insan olduğunu anımsatmasından söz eden Cengiz Gündoğdu;  bir eserin eser olabilmesi için halkın düşüncesini, estetik bir boyutunu ileriye götürmesi gerektiğini dile getirir. “Çağdaş İnsanlar Müzesi” (s.18-22) adlı yazıda ise bir eserin müstehcenlik ölçütlerini eleştiren Gündoğdu, daha sonra, Pınar Kür, Selim İleri, Attila İlhan, Ahmet Altan, Mehmet Eroğlu, Tezer Özlü Kıral gibi yazarların gerçek anlamda eser yazmadıklarını, güzelliği, ahlakın kölesi yapan idealist estetiğin etkisiyle ahlak bildirgesi yazdıklarını vurgular. 
 “Bir Çocuk Ağlıyor”da (s.23-28), Kemal Özer’in önerdiği, Uğur Kökden’in “Tiskinti Çağı”ndan söz eden Cengiz Gündoğdu, deneme üzerinden toplum/despotlık bağını eleştirel gözle kurar.  Auschwitz soykırımına da değinen Uğur Kökden’in kitabında insan olduğunu belirten Gündoğdu, Madrid, Paris hattında insancıl bir dolaşıma girer de Kökden’le. “Yengeç Fırtınası”nda (s.29-40), despotluk bağnazlığının sürdüğü sonucuna da varılır. Burda, bir de “Hakaretçiler Takımı” var. Ne desin insan, Allah akıl fikir versin diyor… Sonra, “döneklik” diyor; bilimdeki gelişmelere sırtını veren Memet Fuat’ın düşünce değişimine doğal bakmasını eleştiriyor. Cengiz Gündoğdu, yaşamda, sanatta, kalkınmada hakikati irdeliyor, gösteriyor Cengiz Gündoğdu. Sonra dogmatizm; Bruno, Galilei, İbn Sina, Nadajlı Abdurrahman…  Toplumcu gerçekçiliğe saldıranları eleştirdikten sonra  “Utangaç Sokağı”nda (s.41-52), Uğur Kökden’li bir tanışıklıkla yerini tiyatro adamı, oyuncu, yönetmen, oyun yazarı Kemal Bekir’e bırakıyor… Soyadı Özmanav olan Kemal Bekir’e, “sen tiyatro yönetmenliğini bırak, Git manavlık yap…” demek gerçek dışı, sığ ve komik bir öneri. Diyerek, Kemal Bekir ve Asım Bezirci konusunda Enis Batur’u eleştiriyor. Batur,   “Gergedan” dergisini çıkarıyor. Yazıyı yazan Ömer Madra da eleştiriden payını alıyor. Burdan Çehov’a geçiliyor… “Vişne Bahçesi” oyununu hafif komedi olarak diye düşünerek Moskova Sanat Tiyatrosu’na gönderen Çehov’la, oyunun hiçbir şekilde komedi olmadığını savunan yönetmen Stanislavski’nin, Çehov’un 1903 Aralık ayında Moskova’ya giderek tartışmalarından, gösterime giren oyunun da çok tutulduğundan söz ediliyor. (s.47) Şehir Tiyatrosu kaynaklı olarak Turgut Özakman ile Gencay Gürün de eleştiriliyor. “Tapınıcılar” eleştirisinde ise Kemal Tahir’le, Oğuz Atay var. 
 “Makaram sarı bağlar” havasından girilen “Yumruklarım Sıkılı” (s.53-58) adlı yazıda Muzaffer İzgü’nün, ödül konusunda ahbap-çavuş ilişkisini gündeme getiren eleştiri de yer almakta. İspat etmesi isteniyor. İspat konusunda ise konu gelip Nadaj’lı Abdurahman’a, Aristoteles’e, Galilei’ye dayanıyor… “Yıl 1600. Nadajlı Abdurrahman. Dünyanın döndüğünü söyledi. ‘İspat et’ dediler. İspat edemedi. Osmanlı Sarayı’nda kementle boğdular./…/…Galilei, …Dünya dönüyor, dedi. Bu, ispatçıları çok kızdırdı. Galilei’ye türlü eziyetle ‘Dünya dönmüyor’ dedirttiler./…/Spartaküs, insanların eşit olduğunu ispat edemedi. Çarmıha gerildi. Ali b.Muhammed, Doğu’nun büyük ihtilalcisi. İnsanların eşitliğini ispat edemedi öldürüldü.” (s.56) 
 En Güzel Haberi” (s.59-70) adlı yazıda, “…Türkiye’de kapitalist sistemin estetiği sıfır…”(s.60) diyor.  “Belleksiz Toplum” diye de bir eleştiri var… Uğur Kökden’le camileri ziyaret ediyorlar…  Camilerde mimari  estetiğe önem veriyorlar. Mimar Sinan’ın eserleriyle günümüz yapıları karşılaştırılıyor. Sanata, şiire de yansıyor bu…  Okur mektupları, eşitlik, işkence, insan hakları, demokrasi, Gündoğdu’nun izlekteki denek taşları oluyor.  Yazının sonuna doğru, Hilmi Şekerci’nin Varlık’ta anlattığı Suphi Taşhan’ın şiiri övgüye değer yerini buluyor:”Peşin öderiz/Izdırap/Gözlerimizi yaşsız bulur.”(s.69) 
 Türkülerle yürümeyi sürdüren Cengiz Gündoğdu, İstanbul yollarında yürüyor. “Asya’m’dan sonra “Turnalar”…  “Tan Aydınlığı”(s.71-79)  yazısında böyle bir ezgili giriş var. Gönül tellerini titreten güzel türküler bunlar.  Sistemsel eleştiriler yazıdaki yerlerini alırlar. Vibvaldi gelir ardından bölünen notalarla…  bu tip güncel değinilerde” Otobüsteki ahlakçı”lık, “tıpış tıpış”lık yazıdaki yerlerini alırken, olması gereken tavır ve davranışları karşı cephede oluşturuluyor.     
 Cengiz Gündoğdu’nun, sanat dostları tarafından “75. yaşına armağan” olarak hazırlanan “Kaç İnsanı Yaşadım” adlı kitabın giriş yazısı olarak verilen ve Ekim 1989’da Varlık’da yayınlanan “Kaç İnsanı Yaşadım” (s.I-VI) adlı yazı hakkında daha önce yazdığım o yazıya olduğu gibi yer vermenin daha doğru bir şey olacağını düşündüm… Cengiz Gündoğdu, Karadeniz dolaylarından (Maçka olabilir) olan “Sen yağmur ol ben bulut” adlı türküyle giriş yaptığı yazısında, yazar duyarlılığından kaynaklanan genel bir tavırdan söz ediyor. “Talepçilik”, “Dilsiz”, “Utana Utana”, “Beş Metrelik Direk”, “Yol Arkadaşlarım”, “Bakış Açısı”, ”Sorular”, “Sevgili Karakterim” ve “Kaç İnsanı Yaşadım” ara başlıklarıyla süren yazısında; ödül ve star sistemi üzerine eleştirilerini sürdürürken; “Söyledim. Bir kez söylüyorum. Ben hissedenlerin yazarıyım. Geldim işte. Yeniden yaşamayı insanı… sizi.” (S.89)
 “Derinlerde Beni Bekliyor” (s.91), Savaş, barış, sanatçı, hapishane, sistem vurgularına koşut sürer Cengiz Gündoğdu’nun analizi… Deniz otobüsünde, Avrupa’da hapishanelerin güzelliğini anlatan adama: ”Düşüncenizden dolayı o hapishanelerde 50 yıl yatmaya ne dersiniz?” der.  Güzelle hapishanenin yan yana gelmeye tahahmmülü olmayan Dobra dobralığın istemi: ”Neden bazı hapishaneler var, neden bazı o insanlar o hapishanelerde yatıyor” (s.92) yanıtını doğuran bir düşüncedir. Sisteme bağlı bir sanatçı yaratım istemeyen Gündoğdu;   “Selim İleri, Adalet Ağaoğlu, Füruzan, Tomris Uyar, Latife Tekin ve Orhan Pamuk gibi starlaştırılan yazarları sıraya aldıktan sonra, Adalet Ağaoğlu’nu soyutta intiharı güzelleştirmekle eleştiriyor. 
 “Selam yolladım Aldınız mı?”(s.97-106), Cengiz Gündoğdu, Star sistemi eleştirisinin bedelini ödediği, Varlık’tan ayrılma kararı verdiği, Asım Bezirci’yle bir söyleşiye gittiği günler… Canı sıkkın mı sıkkın… Yine düello diyor… “Dürüst ve aydın hasım”… hep bunu özledim. Düşünce dünyasında keyifli bir mücadele olurdu o zaman. Rousseau; Bir hakkın savunulması için en elverişli kendi davasında hüküm verebilecek dürüst ve aydın hasım karşısında bulunmaktır” diyor.  Düello denince de insanın aklına Rusya tarihinden flu düello sahneleri de takılmıyor değil… Daha sonra, Amerikan kovboy filmlerindeki sırt sırta verip birden ona kadar saymalar… Düellonun tarihine göz attığımızda, Akhilleus ile (Aşil) Hektor’un düellosu karşımıza çıkıyor. Öyle ki… Düello hukuk tarihine de girmiş… Yargıçların içinden çıkamadığı davalarda düello yaptırtarak sonuç aldıkları dönem de olmamış değil. Başlı başına bir yazı konusu bu düello.  Düello olmuyor tabii; özlenen sahne yok… Ya ne var? Sus, sus, sus; kimseler duymasın… Söylendiği gibi, hafif türünden bir Batı müziği şarkısı değil tabii bu… “Türk edebiyatının önde gelen yazarları sizin yüzünüzden okunmaz oldu.” (s.99) diyorlar. Cengiz Gündoğdu da; “Keyiflendirici bir yüklem. Ben ‘okumayın şu yazarı ‘ dedim mi, o yazar okunmuyor. Ben “Okuyun’ dedim mi okunuyor (s.99) diyor… Aman ne güzel bir ironi… Derken İzzet Kılıçlı; “Yazıt’ın sayfaları açılıyor Gündoğdu’ya… Söyleşi derseniz… Asım Bezirci’yle farklı yanlarını anlatıyorlar gerçekçiliğin. 
 “Rüzgâr”ın ikinci bölümü: ”Okur Mektupları”(s.107-204)… Yerimiz oranında, buradan da sanat/kültür ağırlıklı bir genel toparlama yapmak gerekir… Mektuplar, “İnsancıl” ilk on yılından seçilmiş… Bu bölümdeki ilk yazı, Cengiz Bey’in annesi Fitnat Hanım’a ait… Sonraki isimler: Erdinç Özköylü, Dündar İncesu, Yakup Şahan-Mustafa Durak- Ahmet Uysal-İbrahim Oluklu, Özgür Kemal, Cuma Şat, Baha Çıtakoğlu, Deniz Korkusuz, Toktamış Ateş, Mehmet Akbaş, Cumhur Ergelen, Şeref Bilsel, Sevim Çoban, Uğur Yıldırım, Doğan Ağrı, Özgül F. Yalçın, Cemil Fırat, Yusuf Çotüksöken, Mustafa Turan İsmail Tez, Hasan Kaya, Kamber Aydın, Murat Yaşar Onaran, Fahri Fıratoğlu, Kasım Polat, Hasan ve Güngör Gençay.  
 Fitnat Hanım, “İki gözüm, Sevgili Oğulcuğum Cengiz’im” (s.109-112)  diye başladığı mektubu Ocak 1960 tarihinde yazmış. Dile kolay, tam 63 yıl olmuş. Mektup, Ağustos 1996’da “İnsancıl”da yayınlanmış… Deneme gibi, bir yazarın yazar olduğunu ortaya koyacak şeylerden biri de, sıcak ve içten katılımla yazılan bir mektup olsa gerek… Bazılarının yaşamında başlı başına öyküler gizleyen mektuplar da yok değildir sanırım… Yer sorunu nedeniyle fazla bir şey söylemeye hakkımız olmasa da, şu kadarını söyleyebiliriz… Yıl 1973, Reutlingen, liseyi bitirip Almanya’ya gitmişsiniz  ondan bundan alınan borç paralarla. Mektup 20-25 günde geliyor belki.. Yapı Sanat’lı, sıradan mezunsunuz.  Puanlar düşünce sanırım, mühendisliği kazanmışsınız. Bildirilmiyor tabii, iyi ki bildirilmiyor. Gelsen gelinmez, kalsan kalınmaz; karar hiç verilmez. Karar hakkında bocalamayı bırakın, mektup gelse gitse bir buçuk ay. Hayaller de varsın orda kalsın… İşte mektup denince araya girmek zorunda kaldık. Başka yaşanmışlıklar olsa da belki bir gün yazılacak mektup yazısına kalsın deyip dönelim Fitnat Hanım’a; hak diyene haksızlık olmasın…  Evet, hak diyor Fitnat Hanım.  Ne güzel bir diyalog var aralarında. Oğul Cengiz; ”Sevgili anneciğim, bu dünyada haksızlığın sebebi nedir, haksızlık nasıl kaldırılır?” diye soruyor. “Yer kapma, iskemle kavgası…” diyor Fitnat Hanım; “…Adam Smith efendi de bu çirkin mücadeleyi haklı gösteren bir nazariye meydana getirdi…” Berrin Hanım’ın da vurguladığı gibi, aydın bir Cumhuriyet ebesi olan Fatma Fitnat Hanım, ekonomiyi de bilen donanımlı bir örnek kadın… İnsancıl ve toplumcu ol diyor oğluna:”… Haksızlık yapma ve haksızlık yapana karşı katiyetle mukavemet et. Aksi halde sana sütümü helal etmem1 diyor. (s.110) Şimdi, Gündoğdu’ya eleştiri yapma diyenlerin başvuracağı adres belli oldu mu?!.. Bilim, sanat ve felsefeden söz eden Fatma Hanım, inanç ve umut dağıtan adeta bir insanlık nutku çekiyor oğul Cengiz Bey’e…  Platon’la ilgilenen Cengiz Bey, Dekart’la ilgili soru da soruyor annesine.  Annesi:””…İradeni kullan ve felsefe okumaya devam et. Abur cuburla dolu derslere fazla zaman ayırma. Nasıl olsa dersleri ilerde bir çırpıda halledersin. Ben senin aydın bir insan olmanı istiyorum cahil bir diplomalı değil.” Doğru ama İlginç… Fatma Fitnat’tan 63 yıl sonra anneler hâlâ çocuklarına bunun tam tersini söylüyorlar. 
 Mektuba gelince… Resimler gidip geliyor, düşünceler soruluyor, öğütler veriliyor… Ne güzel bir mektup, ne güzel mektuplaşma… İyi ve temiz bir dille yazılan, sıcak, içten, dolu dolu bir yazışma. Öğretmenini bulursa, lise ve üniversitelerde bile ders olarak okutulabilecek bir mektup, kitaba girdiği çok iyi olmuş. Cengiz Bey’deki yazarlık, sanat ve felsefenin genetik olmadığını kim söyleyebilir şimdi? 
 Erdinç Özköylü’nin, Cengiz Gündoğdu’ya hitaben (Kasım 1990) yazdığı (s.113/116) mektup, sanırız İnsancıl’ın oluşumuna yönelik bir fizibilite raporu özelliğindeki iş mektubu olsa gerek… Sanata koşut olsa da sanat, kültür vb. bir paylaşım görülemediği için, mektupla ilgili bir konuya değinmek istemiyoruz. Aslında, bu tür kitap yazılarında istediğimiz şey, alanı sanat/kültür alanına hapsetmek. Yetkin olmaya çalıştığımız bir alan olmadığında da, ne kadar geri durmak istesek de; felsefe, bilim vb. gibi sanatın yan konularından bazı önemli detayları bütünlük gereği paylaşmaya çalışalım. Fakat şimdi bir de göz sorunu çıktı. Alanı daha daraltmaya karar verdim, çünkü bir de, ilgilendiğim alanlar dışında, kendi edebiyatım, müziğim, sanatın var ki, bunlar oldukça ihmal edilmiş durumda. Anlaşılabileceğimi umuyorum.       
 Dündar İncesu (s.117-121), yayın ve dağıtımın içinde profesyonel biri olsa gerek… Basım, yayın ve dağıtımın nasıl yapılacağını ve çalışma yöntemlerini daha detaylı, kesin ve gerçekçi bir biçimde ortaya koymaktadır. Yıl, 1989 ve konu yine “İnsancıl” dergi ve yayıncılığı olsa gerek. Yakup Şahan, Mustafa Durak, Ahmet Uysal, İbrahim Oluklu; “Bizler insani-gerçekçi edebiyatın güzelliğiyle kültürümüzü insanileştirmek… güzelleştirmek için yola çıktık..” (s.124) demişler.  “edebiyatı yaygınlaştırmak, bu ülkenin en uzak köşesine kadar götürmek amacındayız” diyen dört yazarın “İnsancıl” dergisi adına bildiri benzeri bir değerlendirme ve dergi ile yayıncılığın yaşama koşullarını netleştirmeye çalışıyorlar…. “Biz, insani-gerçekçi edebiyatın, insanı dönüştürücü gücüne inanıyoruz…” denilen bildiride; “Bizler için edebiyat, insan olmanın… hayatı insanileştirmenin vazgeçilmez şartı…./…/….Edebiyatın insan hayatına girmediği bir toplum ne yaparsa yapsın, önü kapalı bir toplumdur…./…/… Edebiyat, insan bilincini, yanılsamalardan koruyan bir barikat değildir yalnızca. Edebiyat, toplumun evrensel insanlık yolunda, insanlığa kattığı değerlerin en yücesidir.” (s.122)   
 Bir ”İnsancıl” okuru olan Özgür Kemal (s.126-128),  “…Olanca gücüyle yaşama bağlı, cıvıl cıvıl, hayat dolu bir dergiyi-İnsancıl’ı bizlere sunduğunuz için sağ olun dostlar. İnanır mısınız ‘O taze demlenmiş çayı her ay sabırsızlıkla bekliyorum. Ayda bir sadece İnsancıl’ı almıyorum.  Biliyorum ki aynı zamanda sevgiyi, dostluğu ve insanca olan tüm duyguları alıyorum” derken; Cuma Şat, (s.129-132) Sağmalcılar Cezaevi’nden yazmış 1993’de… Cengiz Gündoğdu’nun, “Gerçek” dergisinde yayınlanan, “Üç Yanı Denizle Çevrili Mezarlık” başlıklı yazısı üzerine yazışıyorlar. Konu Sivas; 37 cana, aydına, sanatçıya mezar olan Sivas’ta yaşanan olaylar üzerine uyarıda bulunmak.   “Üç yanı denizle çevrili mezarlık’ olan toprakların, üç yanı denizle çevrili gülbahçesine dönüşeceği güzel günler yakındır…” diyor Şat.  
 Baha Çıtakoğlu (s.133-134), bir derginin her ay ki tipik doğum sancısı heyecanlarından birini yaşıyor. Söz konusu olan dergi “İnsancıl…” Ve  “İnsancıl” henüz beş dört yaşında... Yeni yeni yürüyen bir çocuk dergi. Bugünkü gibi delikanlı çağında değil. Sayın Cengiz Gündoğdu-Berrin Taş yönetiminde edebiyat kavgasının önünü açmışlar. Bu gün 30 yılı geride bırakmış İnsancıl… dile kolay, bir ömür nerdeyse.. Hem de yayınevi, sanat atölyesi bütünlüğüyle. Emeği geçenlere bin teşekkür olsun.  
 Deniz Korkusuz (s.135-136),  Cengiz Gündoğdu’ya yazdığı mektupta, “…bahın bu Gomünist dergisidir” diyenlerin şimdi iyi bir “İnsancıl”okuru olduklarını hatta bunun içinde Ülkücülerin de bulunduğunu belirtmektedir.  Yani kısacası okurun önyargı handikabını aştığının altını çizmektedir. Doğrusu da bu değil midir?..  İnsanın yolu elbette ki kendi yolu ama hayata, sanata, kültüre çok yönlü bakmasını bilmeli, öğrenmelidir insan…
 Cengiz Gündoğdu, kendisini eleştiren Toktamış Ateş’in (s.137-140) yayınlanmaz bulduğu yazıyı, demokratik bir yazıyı söz verdiği için,  demokratik bir davranış göstererek yayınlıyor.   Cengiz Gündoğdu, “Toktamış Ateş’in bozuk bir dille yazdığı yazıyı söz verdiğim için okurlarımızdan özür dileyerek yayınlıyorum” derken; Mehmet Akbaş (s.141-143), Aralık 1994’de yazdığı mektupta, “İnsancıl’ın ekim sayısında yer alan “Ormana Çekilme Zamanı” adlı yazısında Cengiz Gündoğdu’nun: ”Benim de ormana çekilme zamanım geliyor” demesinin; ”Polonya’da Bir Kuş Var” adlı romanda küçük çocuğun Nazi işgaline karşı verdiği amansız mücadelede, yaşadığı ormanların hikâyesini kendisine anlattığını vurguluyor.  Cumhur Ergelen’in, “İnsancıl’a Gecikmiş Bir Mektup”da (s.143-145) ise, “…İlerleyen zamanda ‘geç de olsa’ … sahte gerçeklerin bizi uğraştırdığı yeryüzünde farkına varamadığımız olguların,  İnsancıl’ın süregelen sayılarında ve sayfalarında okurlara, yan, bilinçkitlesine sunulduğunu…gördüm” diyen Ergelen, düşüncesini yansıtmayı sürdürüyor: ”Bu görüş şu anda ulaştığım düşünsel düzeyin, diğer söylenişle bilinçsel devrimin seçkiciliği arayışıydı. Bu bağlamda, İnsancıl’ı izlemek yaşamsal etkinliğimde yerini aldı.”              
  “Sayın Cengiz Gündoğdu ve ‘Düş Kız Gökyüzüne Gidiyor’ Şair-i Hanfendisine” (s.145-151)  başlıklı mektubunda Şeref Bilsel; “Dergilerdeki şiirler hakkında bir şey söylemek istemiyorum-şiir’in bugünkü belirsizliği bunu kaldırmaz zannındayım.  Günümüz şiir’nin belli bir tanıma sığdırılamayışı zaafının yol açtığı bugünkü durum, ne yazık ki herkesi kendi şair’i yapmış ve bu kadar çok şair’i olup da şiir’i olmayan bu ülkede herkese şiir adına çeşitli sav ve yargılarda bulunma hakkını tanımıştır.“  Yazının devamında, Berin Taş’ın yazdığı: Düş Kız Gökyüzüne Gidiyor’  şiiriyle ilgili bazı paylaşımlar yer almaktadır. Mektubunda: “Ben gerçek sanatı İnsancıl’da yakalıyorum. Bütün sanatların en gerçeği en doğrusu İnsancıl’da. Bu sanatlardan yeni yeni sanatlar doğurmak istiyorum dünyaya…”diyen  Sevim Çoban (s.152-155), mektubunu şöyle sürdürüyor: ”Ben, binbir türlü güzellikle dolup taşan İnsancıl’ı seviyorum. Çünkü bütün sevingenlikler, sevinçler, güzellikler onda. Sistemi, basitliği, sıradanlığı, yalancılıkları, korkaklığı, karanlığı taşlayan, yakıp yok eden tek silah o. Ben de o silahın bir mermisi olma çabasındayım…” 
 “Cengiz Gündoğdu’yu Mahkum(!) Ediyorum” (s.156/167)   başlıklı yazısında; Lale Oraloğlu tarafından beğenilen ve sahneye koyma sözü verilen “Ikstratos” adlı oyunun on dört yıldan beri sahnelemediğinden yakınan Uğur Yıldırım; sanılmaktadır ki, bu oyun konusunda tepki vermeyen Cengiz Gündoğdu’nun bu tavrını gözden geçirmeye mahkûm ediliyor.” Derken; Doğan Ağrı (s.158-167), yurtseverlik, vatan bölücülüğü, ülkemizdeki düşünce, basın ve örgütlenme özgürlüğünden söz ederek, “…politik özgürlük elde edilmeden toplantı, ifade ve örgütlenme özgürlüğü gerçekleşemez…”(s.161) deyip;  1995 Haziran’ın da yazdığı mektubunun sonunda: ”Proletaryanın çıkarlarını, anlatmaya çalıştığım içerik ve farklılığını da ön koşarak, sorunumuz özelinde, ‘vatan’ kavramıyla sembolize etmekte sakınca görmedim” notunu düşerken; Özgül F. Yalçın (s.168-171), “Gündoğdu’nun İnsancıl’ın Nisan ayındaki Yıldız Güncesi’nde bir saptaması var ki katılmamak mümkün değil: Devrimcilerin eğlence biçimi devrimci değil!...” diye başladığı yazısında Emek Kültür ve Sanat Merkezi’nde düzenlenen etkinlikle ilgili eleştiriler getiriyor. 
 Cemil Fırat (172-174) mektubu da eleştirel özellik taşıyor… “Yıldız Güncesi”nde:”(…) Edip Akbayram’ı seviyorum… sesini… müzik bilgisini satmadı Akbayram… metalaşmadı. Edip Akbayram, bizim… insanın emekçisi. (…)” (s.172) diyen Cengiz Gündoğdu’yu eleştiren Cemil Fırat; Akbayram’ın klip ve çıktığı televizyon programlarını eleştirip;  “Ancak bütün bunların ötesinde Edip Akbayram’ın esas suçu tıpku Zülfi Livaneli, Selda Bağcan, Ahmet Kaya vs.’nin yaptığını yapması; sosyalistlere ait değerlerin, ürünlerin içini boşaltıp kendisi için kullanmasıdır…”(s.173) demektedir. 
 Yusuf Çotuksöken (s.175-180), İnsancıl yayınları arasında çıkan kitabı olan “Bir Dilcinin Günlüğünden Okul Sözlüğü”nün Eleştirisi” adlı kitabının, İnsancıl’ın Ekim 1996 sayısındaki ilanında “Bir Dilencinin Günlüğünden Okul Sözlüğünün Eleştirisi İnsancıl yayınları” şeklinde hatalı çıkmasını eleştiriyor. Dizgi yanlışlarından sakınan Çotuksöken; soyadının da birçok yerde yanlış yazıldığını belirterek, soyadını 18 yazılış biçimiyle verirken, eşi Prof. Dr. Betül Çotuksöken’den dolayı da kendisinin de bazen yanlışlıkla prof. olarak anılmasının sonuna ekler Fuzli’nin dörtlüğünü:
Kalem olsun eli ol kâtib-i bed-tahrirün 
Ki fesâd-ı rakamı sûrumuzı şûr eyler
Gâh bir harf sükutuyla kılur nâdiri nâr 
Gâh bir nokta kusûrıyla gözü kör eyler.
Türkçesi: 
O kötü yazı yazan katibin eli kalem gibi kurusun, 
Bir rakam yanlışıyla sevincimizi acı eyler, 
Bazen bir harf düşürerek nadir’i (az bulunur) nâr (ateş) eyler, 
Bazen de bir nokta eksiğiyle gözü kör eder. (s.176)  
 “Gündoğdu’nun Yanlışı” (s.181-186) başlığıyla girilen yazısında ise Cengiz Gündoğdu’nun  “Yıldız Güncesi’nde” değindiği savaş ve barış konusunda düşünsel anlamda yanlışlık yaptığını belirtmektedir. 
 İsmail Tez, mektubunda (s.187) Cengiz Gündoğdu’nun, hem İstanbul’da, hem de İstanbul dışında hiçbir seminer ve panele katılmak istemediğini, bununsa yanlış bir karar olduğunu belirtirken; Bursa Özeltip Cezaevi’nden İnsancıl’a mektup yazan Hasan Kaya (189-199), felsefe eğitiminin yarım kaldığından söz ederek, Cengiz Gündoğdu’nun birikim ve deneyiminden yararlanmak istediğinden söz ederken; Kamber Aydın, “Güven bunu hak etmiyor?” (s.190-194) başlıklı mektubunda, Vedat Türkali’nin “Güven” adlı romanını “İnsancıl”da eleştiren Cengiz Gündoğdu’yu eleştirmekle birlikte de, “Güven” üzerinden giderek, karşıt bir eleştirellik olarak, “Güven”in olumlu özelliklerinden söz ediyor.  Bu tip yazılarda, Cengiz Gündoğdu’nun insancıl ve demokrat bir çizgi izleyerek, kendisini eleştirenlere de yer verdiği göze çarpıyor… Bu da kompleksiz bir özgüvene sahip olduğunu gösteriyor. İnsancıl okurlarına seslenen Murat Yaşar Onaran da aynı konuyu değinerek; “Güven” konusunda Cengiz Gündoğdu’yu haklı bulmaktadır. Onaran’ın değerlendirme felsefesi, Vedat Türkali’nin, bir yazardan beklenmeyen bir acizlik yaparak, Gündoğdu’ya karşı yakışıksız yanıt vermesidir.  
 Eleştiri var eleştiricilik var… İnsancıl’da şiiri yayınlanmayan Fahri Fıratoğlu (s.197-198)  ise yaptığı övgüleri geri alarak eleştiriden öte hıncını alan bir çocukluk sergilerken; Kasım Polat ile Hasan da birer not gibi düşen mektup yazanlardan…  “İnsancıl”ın ilk sayısının çıktığına tanık olan ve sonra yurt dışına giden Kasım Polat(s.197-198), 10 yıl sonra “İnsancıl”ın hâlâ yayınlandığını görmekten duyduğu memnuniyeti belirtiyor. Soyadı belirtilmeyen ve öğrenci olduğu yer alan Vartolu Hasan (s.201) ise “İnsancıl” okuru olduktan sonra tartışmayı, yorum yapmayı ve kendilerini ifade ettiklerini öğrendiklerini belirterek; “…Derginizde Ömer Naci Soykan’la felsefeyi, Cengiz beyle eleştiriyi, Berrin Taş’la şiiri öğrendim ve diğerleriyle çok şeyi…” demektedir.   
 Güngör Gençay, Cengiz Gündoğdu ve Berin Taş’a seslenerek (s.202/203) yazmış mektubunu… Güngör Gençay (1934-2012) dendiğinde “Gerçek Sanat” dergisi ve Gerçek Yayınları anımsanır. Şiir, öykü yazan, çocuk kitaplarıyla tanınan Gençay, Sanat gazetesi “Göz"ü de çıkarmış. Mektubunda, dergilerin yaşayabilme olanaksızlıklarından söz eden Gençay…  Sonrasında, “İnsancıl”da, ’“Yaşam Çavlanı” adlı şiir kitabının Berrin Taş ve çalışma arkadaşları olan Tekin Ağacık, Figen Alkan, Fatma Korcan, Meryem Oruç, Ergün Özütemiz, Deniz Saraç ve Ayten Yılmaz tarafından irdelenmesi nedeniyle teşekkür ediyor.   

*(Rüzgâr/Sayıl Cengiz Gündoğdu/Eleştiri-Deneme/Temmuz 2018/204 sayfa)

 

 

 

 

 

YAZARLAR

  • Cumartesi 31 ° / 16.7 ° false
  • Pazar 35.8 ° / 19.6 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • Pazartesi 30.8 ° / 18.3 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • BIST 100

    9809,64%0,96
  • DOLAR

    32,58% 0,30
  • EURO

    35,07% 0,29
  • GRAM ALTIN

    2457,40% 0,88
  • Ç. ALTIN

    3991,84% 0,00