Cumali KARATAŞ


Sanat Gündemi - “SİNEMADA ŞİİR”


Sinema ve şiir o kadar birbirine yakın bir şey ki, gerçekten hayatın içinde … Suyunda, havasında, sokağında, meydanında… Adana için Yaşar Kemallı, Orhan Kemallı, Muzaffer İzgülü, Demirtaş Ceyhunlu romanların sinemanın albenisine yakın olması da bunun bir kanıtı… Şiir ise zaten her romanın, öykünün yol başında var. İkisinden de kaçmak olanaksız.. “Her üç kişiden beşinin şair” olduğu Adana için de düşünüldüğünde, şiir/sinema kardeşliğinin dibi derindir… İşte buydu bizi bir arabacının çocuğu olarak, yanında Aliye Rona olduğu hâlde Sular’a doğru seyreden üstü açık o  otomobildeki Yılmaz Güney’in yer aldığı sinema kortejinin ardındaki binlerce gençle birlikte, şiirle güçlenen sinema fırtınasının ardından sürükleyen…

Bir Adana genetiği varsa(!) o da şiir ve sinema öncelikli senteziyle Adanalı gençlerin kanına kadar da sinmişti ki, “şiir kitabı çıkarmak isteyen”/”artist olmak isteyen”   ilanlarıyla, imzalı artist resmi taleplerinin çekiciliğine kapılan saf tutkularla hep o aşkı arayan yeniyetme heyecanlara göz kırpanlardandık… Peki orda, Arabacı Cabbar’ın ne işi vardı ömrünce görmediği Yazlık Halk Sineması gişesinin önlerinde… Bir liraya sinema bileti almak neyineydi!.. Yarınki nafakasının garantisi yokken bir lirayı feda etme kararını verdiğinde sinemaya artık bulaşmıştı… Sinemadan bihaber olan “Paytoncu Cabbar”, yalnız çelimsiz çift atlarının koşulu olduğu faytonunu “Umut” filmine kiraya vermemiş, film oyuncusu Yılmaz Güney’e  adını da vermişti.

 

*ADANA SİNEMASI…

YILMAZ - “UMUT” - CABBAR

Ne zaman sinema konusu olsa gözümün önüne, ilk gittiğimn bir sinema olarak Hergele Yolu’ndaki Yazlık Çiçek Sineması gelir. Sonra, Adana’nın ünlü kabadayılarından Köşker Tevfik’in akşamları heykel gibi önünde durduğu Obalar Caddesi’ndeki Bağdat Sineması, Fehime Abla’yla gittiğimiz Sema sineması ve daha nice anılarımızın serpildiği Şan, Yeni, Şehir gibi nice yazlık sinemalarla, Asri, Ünal, Alsaray, Nur, Çelik, Lüks gibi kışlık sinemalar… Babamın ilk ve tek sineması olan Yazlık Halk Sineması ise bambaşka bir öykünün sürüklediği bir gerçeklik olarak Güney sinemasının içeriğiyle örtüşür… “Umut”tur o, “Umut”un Arabacı Cabbar’ıdır; Yılmaz Güney’in yaşamın gerçeği karşısında evrilen film hikâyesinin gişelerinin önüne davet ettiği bir gerçekçi figürdür…

  Öyle ki, bu öykünün içinden bir de Yaşar Kemal çıkar... Nerden duymuşsa duymuştur Paytoncu Cabbar; günde bir Hürriyet gazetesi girmeye başlamıştır üstü toprak kaplı çamur sıvalı briket eve ki olacak şey değildir. Gazete almayla bitmiyor her şey tabii, okuması yazması yoktur kim okuyacaktır bunu. Verir oğlanın eline, parlatıp geçen teneke soba başında okudukça dinler ama o özlemini duyduğu toprakların ırgatıdır artık yerinde olmayan…

Yaşar Kemal’ın çizimli tefrika romanı olan “İnce Memed”in roman platosunda onun hep gençlik heyecanıyla kendini bulduğunu oğlu ballandıra ballandıra anlattıkça, Yaşar Kemal’e, toprağın ve emeğin yazarı keh keh gülerken, o memnuniyetin savurduğu naifsi tutkuyla ovada Cabbar’ın ardına düşer!

Derken Yılmaz girer devreye.. Senaryolarında doğaçlamayı kullanan, tıkandığı yerleri kafadan çözen bir çok yönlü dahi sinemacı Yılmaz bulmuştur Paytoncu Cabbar’ı alıp kafasındaki yere koymuştur. Araba kirasından da memnun olan Cabbar’da bir merak bir merak… “Ulan şu işe bak biz artiz olamadan atımız arabamız artiz oldu.” Diye de güle güle söylemiş olmalıdır kendisi gibi arabacı yaptığı dünürü Yusuf  emmiyle sinema yoluna düştüklerinde. Bu öyküyü dinleyen Yaşar Kemal keyif ve ilgiyle dinlemiştir Fayton üstünde “Offf…” çeken Paytoncu Cabbar’ın hikâyesini. İşte, “Umut”lu, “İnce Memed”li emekle sanatın sarmaşık olduğu bir gerçeklikteki böyle bir sinemalı hikâyedir bizimki de.

 

*ALTIN KOZA

“SİNEMADA ŞİİR”

 Derken, Altın Koza’ya geliyoruz. Geçtiğimiz hafta düzenlenen 29. Uluslararası Adana Altın Koza Film Festivali bir yerde emek ödülleriyle açıldı… Suzan Kardeş, Zihni Göktay ve Zafer Ayden’e “Orhan Kemal Emek Ödülleri” verildi. AVM ve Atatürk Parkı’nda film gösterimleri ile panel, söyleşi ve sergiler ile birlikte “Adana Kısa Film Yarışması”, “Uluslararası Kısa Film Yarışması”, “Öğrenci Kısa Film Yarışması”, “Ulusal Kısa Gösterim Seçkisi” gibi etkinlikler hafta boyunca sürdü. Düzenlenen bu etkinliklerden biri de, Adana Büyükşehir Belediyesi Tiyatro Salonu’nda yapılan; Ataol Behramoğlu, Nihat Behram ve Nevzat Çelik gibi şairlerin katıldığı, “Sinemada Şiir” adını taşıyordu. Altın Koza yönetiminde de yer alan gazeteci ve televizyon programcısı Nebil Özgentürk, sahne aldığında  böyle bir fikri ortaya koyduğunu belirtti. Şiir-sinema ilişkisini de kısaca değerlendiren Özgentürk, Yılmaz Güney’in “Arkadaş” adlı film klasiğinde yer verilen, çok etkilendiği,  Ahmet Arif’in “Haberin Var mı Taş Duvar?” adlı şiire konuşmasında yer verdi:

Haberin var mı taş duvar?

Demir kapı, kör pencere.

Yastığım, ranzam, zincirim.

Uğrunda ölümlere gidip geldiğim

               Zulamdaki mahzun resim.

               Görüşmecimn yeşil soğan göndermiş,

               Karanfil kokuyor cigaram

               Dağlarına bahar gelmiş memleketimin.

               “Şair dostları davet ettim…” tümcesiyle konuşmasına  giren Nebil Özgentürk, dostluğu bulunan ve şiirini seven “Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var” adlı şiiriyle usta edebiyatçı, şair Ataol Behramoğlu’ndan söz ettikten sonra; “Darağacında Üç Fidan” adlı yapıtın yazarı olan Nihat Behram için, “Yılmaz Güney’in has adamı” diye vurgulayıp; İdamını beklerken yazdığı, Ahmet Kaya tarafından bestelenen “Annem” adlı şiirin şairi olan Nevzat Çelik’ten de övgüyle söz etti.

            *ATAOL BEHRAMOĞLU

            “GÖNLÜMDEKİ SİNEMA…”

Söz alan Ataol Behramoğlu: ”Nebil gerçekten teşekkür ederim. Beni ve Nevzat’ı sundun. Bu panel fikrini ortaya atan o…” dedi. Yılmaz Güney’in “Boynu Bükükler” adlı romanını, filmini tiyatroya uyarlayan Ayşe Emek’in salonda bulunduğundan da söz eden Behramoğlu; Şerif Gören’le aralarında geçen yaş anekdotuna rahat bir konuşmacı atmosferiyle keyifle değinip, Menderes Samancılar’ı da selamladı.

O panelist deneyiminden kaynaklanan bir gözlem ve sonuç olmalı ki; Mudanya’da katıldığı bir panelde, konuşmacının çok önemli şeyler söylediği halde, hızlı konuşurken kendini anlatamadığından söz eden Ataol Behramoğlu;  böyle bir hataya düşmemek için burda da az ama öz konuşacağını belirterek kendine açık bir uyarıda bulundu, belki de detaylar konusunda da dinleyicelere. Daha sonra, “Bir Gün Mutlaka” adlı filmde de Ahmet Arif’in “Hasretinden Prangalar Eskittim” adlı kitabının gösterildiğine değinen Behramoğlu; Yılmaz’a, ‘kitabımı niye göstermedin’ dediğinde “aklıma gelmedi” yanıtını aldığına da konuşmasında yer verdi.  

 Ataol Behramoğlu, “İki şeyden, yerli şiir ve yerli sinemadan söz etmek isterim.” Dedi. Attila İlhan’ın etkilendiği o şiiri için: “Sisler Bulvarı şiiri de aynı zamanda bir sinemadır.” Diyen Ataol Behramoğlu; ”Sinemanın bir öyküsü olur, o öykünün bir imgeye dönüşmesidir şiir. Şiir ve sinema arasında yakın bir ilişki var, tüm sanatlarda olduğu gibi. Gerçeği yeniden yorumlama konusunda ortak bir yakınlık var.” Diyen Ataol Behramoğlu; Hikayeler gelir geçer. Ama görseller akılda kalıcı olur. Sinema, öyküyü özetler ve öyküyü görüntülerle anlatır. Gönlümdeki sinema, görsellerin hikayeyi imaja dönüştürdüğü bir sinema. Sinemanın şiirden öğrenmesi gereken şeyler var. Şiir ve sinema bu konularda birbirine çok yakın iki sanat’’ dedi. “Şiirle sinema özdeştir zaman zaman, şiir tüm zamanları konuşur, size bir derinlik verir. Şiir ve sinema zamana yürüyen insana çok yakın…” olduğunu belirten Behramoğlu; Tarkovski’nin şiirsel sinemasına da değindi.  

Ece Ayhan sinema ilişkisi konusunda; ”Ece Ayhan sinemayı, öykü sineması ve şiir sineması diye ayırmış aferin. Çok iyi bir yazı. Bence de Türk sineması daha çok öykü sineması olarak gelişmiş bir sinema. Şiir sineması ise görselliğin daha ağır bastığı bir sinema.” Diyen Ataol Behramoğlu, en eski sanat türü olan şiir ile en yeni sanat türü olan sinema arasında ilk olarak hikâyenin özetlenmesi noktasında bir ilişki olduğunu vurgulayarak, “Bütün sanat alanları birbiriyle ilişkilidir. Çünkü sanatsal yaratı gerçekten yola çıkar ama gerçek olmayan bir gerçeği de kurgular. Bütün sanat dalları arasında gerçeği yeniden yorumlama konusunda bir ortaklık sergiler” notunu da düştü.  Şiir sineması ile görsellik arasında bağ kuran Behramoğlu; Yılmaz Güney’in, “Umut”ta arabasını bırakıp kaçarken geri dönüp ayakkabısının tekini de almasının çarpıcı bir görsellik olduğunun altını çizdi. “Hırant Dink’in ayakkabısının delik olmasından mesela bir film çıkar…” diye de ekledi. Aslında bu ayakkabılı sahnelerde imgesel çağrışımın altını da çizmek gerekir sanırım.  

Sinemanın romana olan katkısı hakkında da düşüncesini ifade ederek; “Öykü sinemayı özetler, sinema öyküyü görüntüleyerek anlatıp, Sinemanın roman türünü de özetler görüşünü dile getiren Ataol Behramoğlu, “Sinema öyküyü görüntülerle anlatır, romandaki doğa betimi bir sayfa sürer, sinema onu tak diye bir karede gösterir. Ama sinemada bugün şöyle bir sapma da söz konusu bugün, dizi meselesi… Diziler bırak öyküyü özetlemeyi, uzatıyor da uzatıyor” ifadelerini kullandı.

Behramoğlu, şiirin sinema ile özdeşleştiği ikinci konunun ise zaman meselesi olduğunu belirterek; ”Bir romanda zamanları bölüm bölüm okursun, karıştırırsın sayfaları, sinema ise bir yıl sonrayı gösterir. Şiir de bütün zamanları birbirine karıştırarak zaman duygusunda size başka bir derinlik verir. Şiir ve sinema arasındaki yakınlık ve uzaklıklar deyince demek ki öykünün özetlenmesi yani öykünün imaja dönmesi ve zaman kavramı konuşulabilir. Sinema ve şiir bu anlamda en yakın iki sanattır.” Derken şiisinema ilişkisine farklı ve derinlikli bir bakış yüklüyordu.

 

*NİHAT BEHRAM

“ŞİİR KİTABI GÖSTERMEK SİNEMA DEĞİL…”

 “Filmde şiir kitabı göstererek değil de bir şairin hayatını veya bir şiiri filme çekerek şiir sinema ilişkisine giren Nihat Behram: ”Bir şairin hayatını filme çekmek ya da bir filmde şiir okumak, şiir kitabı göstermek şiir sinema ilişkisi değildir. Çünkü bunlar yapılabilir şeyler.” Dedi. “Her şiirin arkasında derinlikli bir öykü vardır, örneğin, Ahmet Arifin ‘33 Kurşun’ şiiri çok derin bir öyküdür.” Diyen Behramoğlu; “Ben sinemacı olsam Tevfik Fikret’in hayatını sinema için düşünürdüm. Her şey vardır hayatında. Şiirden sevdaya, hüzne dair her şey.” Dedi. “Öyle şiirler var ki içinde şiir yok. Şiir bile kendi içinde şiir taşıması lazım sanat olması için. İçinde şiir taşımayan hiçbir sanat, sanat anlamı taşımaz.” Diyen Nihat Behram; “Bir şiir tarihi olayı anlatan bir şeydir ancak anlattığı tarihi olayı imgelerle aştığı zaman şiire ulaşılabilir. Yani şiir kendi içinde şiir taşımak zorunda sanat olmak için. Bana göre yönetmen de bunu başardığı zaman filmi şiirsel olur.” Derken de ilginç bir noktayı irdeleyerek konuya farklılık kazandırıyordu.

*NEVZAT ÇELİK

“İYİ YÖNETMENLER USTA ŞAİRLERDİR”

“Şiir bin yıllık gelenek, sinema ise yenidir.” Diyerek, konuşmasına şiir önceliğiyle başlayan şair Nevzat Çelik: “Şiirle sinema bir kundakta büyüyen iki bebek gibi birbirini destekler.” Dedi. “Aslında şiir bütünlük yaratır, imgelerle görselleşir, sinemayı besleyen şiirdir.” Diyen Çelik, ”Eğer şiirle ilişkilendirilmezse sinema eğlenceli basit bir gösteri olmadan öteye geçmezdi.” Dedi. “Bir filme iyi bir kameramanın şair gözüyle bakması gerekir.  Şiire en yakın sanat alanı sinemadır. Şiirin sanat dallarını öncelediği ve yönlendirdiği bilinir.” Diyen Nevzat Çelik; “Bir taşın yontulmasında, resimdeki renklerin geçişinde, müziğin ritminde şiir vardır. Şiir renktir, sestir, ritmdir,uyumdur; şiir her şeydir. Diğer sanat dalları şiirle başlar şiirle biter.” Dedi. ”Şiirin, kelimeler, sözcükler kullanıldığı için öykü ve romanla alışverişi daha sıkı olması gerektiği düşünülürken öyle değildir, yani şiirle yakın değildir. Şiir çünkü tüm kelimeleri bir araya getirdiğinde anlamından başka bir yere ulaştırdığı için şiir olur. Bu anlamda bütün resim, heykel, roman, öykü ve sinemayı da dahil edersek bütün bu sanat dalları şiirle başlayıp şiirle biten şeyler arasındaki formlardır. Aslolan ise şiirdir. Diyen Çelik, konuşmasını şöyle tamamladı: “Şiirle sinema birbirini destekliyor. Şiirin en yakın olduğu yaratım sinema, sinemanın en yakın olduğu alan da şiir oluyor. Hepsini yönlendiren şiir. Şiirsiz hiçbir şey düşünemeyiz. Hiçbir şey imgesiz kendini var edemez. Bu yüzden sinema en çok şiirden beslenir. Hayatın içinde de şiir var. Fakat biz bunu bazen sezemiyoruz, geçip gidiyoruz. Şair bunu kurguyla sezgiyle, akılla, bilgiyle duyuruyor ve o zaman fark ediyoruz. Her iyi heykeltıraş, her iyi ressam ve her iyi yönetmen çok usta şairdir aynı zamanda. Şiir özellikle sinemada güçlüdür ve her iyi yönetmenler de usta şairlerdir’’ dedi.

Panelde Ataol Behramoğlu sinema şiir ilişkisine görsel katkıyla en güzel bir örnek olarak Nazım Hikmet’in “Saman Sarısı” şiirini okurken, Nevzat Çelik de  “Bağışlanmış Hüzün” adlı romanına isim veren “Bağışlanmış Hüzün” adlı şiirini okudu.

Bir izleyicinin şiir ve hayat konusundaki sorusunu yanıtlayan Ataol Behramoğlu toplumda kadın şairler neden azdır sorusunun ise sadece şiire indirgenmemesini; “örneğin  müzikte de Mozart, Beotheven Schopenhauer gibi büyük besteciler, resimde ise büyük ressamlar, edebiyatta romancılar görüyoruz hepsi erkek olan” dedi. “Çok büyük kadın yazarlar, müzisyenler, ressamlar da var tabii ki. Ama bu meseleyi şiire indirgemek yanlış, bu genel bir sorun. Ve bunun toplumsal nedenleri vardır mutlaka.” Diyen Behramoğlu; erkek egemen bir dünyada yaşandığının altını çizerek, günümüzde kadın şairlerin sayısının da giderek arttığından, genç şairler arasında artık çokça kadın şair göründüğünü söyledi.  

Etkinlik sonrasında, Festival Yürütme Kurulu Başkanı sinmema oyuncusu Menderes Samancılar ile CHP Adana Milletvekili Müzeyyen Şevkin’in panelist şairlere çiçek vermesiyle sona erdi. Daha sonra, Adana Büyükşehir Belediyesi Tiyatro Salonu Fuayesi’nde Nihat Behram, Ataol Behramoğlu ve Nevzat Çelik imza günü düzenlediler. Fuayede, Mazlum Vesek tarafından hazırlanan ‘Türk Sinemasının Belleği Dergiler’ sergisi de yer alıyordu.

YAZARLAR

  • Cumartesi 31 ° / 16.7 ° false
  • Pazar 35.8 ° / 19.6 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • Pazartesi 30.8 ° / 18.3 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • BIST 100

    9915,62%2,05
  • DOLAR

    32,42% -0,15
  • EURO

    34,65% -0,66
  • GRAM ALTIN

    2439,28% 0,14
  • Ç. ALTIN

    3999,24% 0,19