Prof. Dr. Özer OZANKAYA


TEK ADAM YÖNETİMİ’, ATATÜRK’ÜN TÜRK GENÇLİĞİNE “VARLIĞININ VE GELECEĞİNİN TEK TEMELİ VE EN DEĞERLİ HAZİNESİ” OLARAK EMANET BIRAKTIĞI CUMHURİYET’E AYKIRIDIR!  

Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal, ulus yaşamında almış olduğu her görevde ve ulusal kurtuluş savaşının örgütlenişinden Cumhuriyet devrimlerinin yapılışına ve uygulanışına değin her aşamada bu meşruluk ölçütüne tam anlamıyla uygun davranmıştır.


 

 

Bugün anayasal değişikliklerle daha da pekiştirilmiş olan, gerçekte 1950’den başlayarak parti/içi demokrasiye yer vermeyen siyasal parti yönetimleri nedeniyle olguya dönüştürülmüş olan “Tek adam” yönetimi, hem bilime, hem cumhuriyete yani demokrasi yönetimine, hem de Atatürk ve Cumhuriyet karşıtı siyasetçilerin çok sömürdükleri İslam dinine aykırıdır.

Gerek uluslararası ilişkilerimizde, gerek iç güvenliğimizde, gerek ekonomik yaşamımızda, gerek eğitimimizde ... ulus olarak yaşayageldiğimiz, AKP yönetiminde ise en aşırı ölçülere varan yıkımların baş nedeni, SİYASAL YAŞAMDA “tek adam” düzeni, yani sorumsuz-kişi-yönetimi olagelmiştir.

Oysa “tek adam” yani “kişi yönetimi” bilime de, cumhuriyete yani demokrasiye de, Atatürk ve Cumhuriyet karşıtlarının onca sömürdükleri, ama hep çiğnedikleri İslam dinine de aykırıdır.

A- “Kişi yönetimi” bilime aykırıdır, çünkü bilimde “ben yanılmam” savına hiç mi hiç yer yoktur. Hiç bir bulgu, “yanlışsız bir araştırmanın yanlışsız sonucu” diye sunulamaz. Tam tersine, başka uzmanlardan o bulguyu eleştirel olarak irdelemelerini rica etmek ve EKSİK VE YANLIŞINI GÖSTERENE TEŞEKKÜR EDİP KENDİNİ DÜZELTMEK, bilim yönteminin, dolayısıyla da bilim ahlakının zorunlu gereğidir.

B- Tek adam yönetimi Cumhuriyete, yani demokrasiye aykırıdır, çünkü Cumhuriyette “en iyiyi, en doğruyu ben bilirim, ben yanılmam” demek ve denetimden kaçmak, yanılgılarının, başarısızlıklarının sorumluluğunu üstlenmemek, geçersiz, yani MEŞRULUK DIŞI bir davranıştır!

Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal, ulus yaşamında almış olduğu her görevde ve ulusal kurtuluş savaşının örgütlenişinden Cumhuriyet devrimlerinin yapılışına ve uygulanışına değin her aşamada bu meşruluk ölçütüne tam anlamıyla uygun davranmıştır.

Örneğin daha Mondros sözleşmesi yapıldığında bir ulusal bağımsızlık savaşının zorunluluğunu gördüğü halde ve Çanakkale Zaferini kazanmış komutan olarak Türk ordusunun da, Türk ulusunun da gözbebeği olmuş iken, hemen işe koyulmamış, tam tersine, düşman işgallerinin genişlemesine, Osmanlının kalan ordusunun dağıtılmasına karşın ve tutuklanma, sürülme, hatta öldürülme tehlikelerini de göze alarak işgal altındaki İstanbul’a gelip burada 5-6 ay süreyle yaptığı görüşmelerle kafasındaki planı tartıp biçmiş, bu davranışının hesabını da daha sonra verirken yukardaki Cumhuriyet, yani demokrasi ilkesine uyduğunu sergilemiştir:

“Bir kararım varken neden hemen uygulamadım? Hemen belirteyim ki, ciddi ve ağır bir karar bir kez uygulanmaya başladıktan sonra, “Ah, keşke şu yanını da düşünmüş olsaydım, belki başka bir çözüm yolu bulunurdu; yeniden bunca kan dökmeye gerek kalmazdı” gibi duraksamalara yer kalmamalıdır. Böyle bir duraksama, karar sahibinin vicdanında (kuşkusuz ‘vicdan’ı varsa, Ö.O) sürekli kanayan bir yara olur ve O’nu yaptığının doğruluğundan da kuşkuya düşürür.

“Ayrıca, birlikte hareket edeceğimiz insanların da benim önerdiğimden başka bir yol kalmadığına inanmaları gerekirdi . Düşünce hazırlıklarında ALÇAK GÖNÜLLÜ DAVRANMAK, KENDİNİ SİLMEK VE KARŞINDAKİNDE İÇTENLİKLİ BİR İNANMA DUYGUSU uyandırmak şarttır. İşte benim işgal sltındaki İstanbul’da beş- altı ay süreyle kalışımın tek nedeni budur.”

Nitekim Mustafa Kemal İstanbul’da kaldığı bu süre içinde, kafasındaki planı açığa vurmadan, yerliyle, yabancıyla, siville, askerle, gençle, yaşlıyla ... yaptığı görüşmelerde sınamadan geçirip tartmış, biçmiş, ondan sonra Anadolu’ya geçme kararına varmıştır. Önerdiği yol da, yine baştan sona dek ulusal direnişin ULUSAL EGEMENLİK İLKESİ ALTINDA ÇALIŞACAK BİR ULUSAL MECLİS tarafından yönetilmesi yoludur.Anadolu’ya YETKİLİ OLARAK, yani meşru bir atamayla gelmeye de özellikle özen göstermiş, 1970’li yıllarda Atatürk’ü öğrenememiş kimi gençlerin DURUMDAN GÖREV ÇIKARMAsındaki gibi ulusun onayı olmayan bir zor ya da şiddet kullanma yöntemine asla başvurmamıştır. Erzurum’da Ulusal direnişi başlatan çekirdek kadro da başkanını GİZLİ OYLA seçmiş, Erzurum , Sivas Kongreleri de demokratik yöntemle çalışmış, Tüm Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Devrimleri  de Türkiye Büyük Millet Meclisince yürütülmüş ve denetlenmiş, bütün kararlar ve yasalar “ULUSAL EGEMENLİK İLKESİNİN MEŞRULUK ÖLÇÜTÜNE GÖRE” yapılmıştır.

C- Tek adam, yani kişi yönetimi İslam dinine de aykırıdır.

Gerçekten de İslam elçisi, özellikle “Ümmetimde görüş farklılığı Tanrının rahmetidir” der ve katılımcı yönetimi savunur.

“Bilim Çin’de bile -demek ki, o günün koşullarında ulaşılması en güç yerde bile- olsa gidip alınız” demekle bilimi, yani özgür araştırma ve tartışmayı savunur.

Halife Ömer’in kadı adaylarına uyguladığı sınavda, “Kur’anda da öngörülmeyen yeni durumlar olabileceğini” kabul etmiş olması ve böyle durumda “O zamana değin görüş geliştiren bilginlerin vardığı sonuçlara” (icma-ı ümmet’e) da baktıktan sonra, onlarca da öngörülememiş durumlar olduğunda ‘Ben içtihat eder, yeni kural koyarım’ diyen adayı başarılı sayıp kadı atamış olması da yine “Tek kişi, tek otorite, tek görüş”, değişmez kural baskıcılığına İslamın gerçek özünün yer vermediğini anlatan örneklerdir.

İslamın kuramsal açıklamasına en değerli katkıyı yapanlardan İmam-ı Âzam da “en apaçık saptamaların bile irdeleme ve eleştirmeye açık olması gereği”ni vurgulamıştır. Bugün de gerçek hukuk tarihi bilginlerinin, O’nun, devesinin kaç ayağı olduğunu soran bir çocuğa bile, ancak deveden inip, “Gel birlikte sayalım, bir, iki, üç, dört” diye saydıktan sonra yanıt vermesini, demek oluyor ki, en apaçık sanılan konularda bile sürekli olarak araştırma ve irdeleme yapmanın gereğini, çünkü gerçekliğin sürekli değişimden geçtiğini vurguladığını derslerinde öğretmekte olmaları, İslam dininin gerçek özünün kişi yönetimine, yani baskıcılığa karşı olduğunu göstermesi bakımından da çok değerlidir.

Aslında Türk kültüründe de “danışma”ya, özellikle yönetici konumunda olanların, Köroğlunun seslenişinde belirtildiği gibi “gümbür gümbür gümbürleyen divanlarda” danışarak karar almasına yüksek değer verilir. Halk ozanı Pir Sultan Abdal’ın şu deyişi, “tek adam” yönetiminin yol açtığını gördüğümüz yıkımları göstermektedir:

“Bilirim, bilirim” deme, bilene danış,

Danışan dağları aşar mı aşar;

Danışmadan yola çıkan bir kişi

Sonunda yolundan şaşar mı şaşar!

SONUÇ OLARAK, “tek adam” yönetimi, NUTUK’ta Türk gençliğine “EN AĞIR KOŞULLARDA BİLE KORUYUP SAVUNMASI GEREKLİ EMANET OLARAK BIRAKILAN EN DEĞERLİ VARLIĞA”, yani ULUSAL BAĞIMSIZLIĞIN DA OLMAZSA OLMAZ KOŞULU OLDUĞU VURGULANAN CUMHURİYET’E, 12 EYLÜLCÜ ORTAMLA KOTARILAN “İkinci Cumhuriyetçilik” saldırısından sonra, yaratılan en aykırı durumdur, kanısındayım.

 

...

 

YAZARLAR

  • Cumartesi 24.8 ° / 13.8 ° false
  • Pazar 25.4 ° / 14.4 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • Pazartesi 25.6 ° / 13 ° Güneşli
  • BIST 100

    9693,46%1,77
  • DOLAR

    32,58% 0,35
  • EURO

    34,75% 0,10
  • GRAM ALTIN

    2507,64% 0,95
  • Ç. ALTIN

    4181,01% 0,22