Ahmet ERDOĞDU


TÜRK’ÜN CUMHURİYET MUCİZESİ

99.YILDAN 100.YILA GİDERKEN RÖPORTAJLAR-YAZILAR (13)


Değerli okurlar, 

Cumhuriyetin ilanından bugüne 99 yıl geçti. Biz de Yeni Adana gazetesi olarak, bu süre içerisinde Cumhuriyetin ülkemize ve ülkemiz insanına ne gibi yararlar sağladığının anlaşılması açısından, Osmanlı İmparatorluğundan Cumhuriyete, Cumhuriyetten bugüne gelen süreci inceliyoruz. Bu uzun yazı dizisinde bugün, Cumhurbaşkanlığı eski Kültür Danışmanı ve Yüksek Mimar, Mühendis Sayın, S. Eriş Ülger’in manevi annesi ilk Türk kadın savaş pilotumuz Sabiha Gökçen’i anlattığı yazı ile devam ediyoruz.

 

                                         MANEVİ ANNEM SABİHA GÖKÇEN!

 

                                               

Gerçek bir Cumhuriyet kadın, gerçek aydın bir TÜRK KADINI, Mustafa Kemal Atatürk’ün yaptığı tüm devrimlerini yüreğiyle ve aklı ile hazmetmiş gerçek bir Hanımefendiydi.

Sabiha gökçen 22 Mart 1913’de Bursa’da doğdu. Altı çocuklu bir ailen son çocuğu olarak dünya gözlerini açmış ufak tefek bir çocuk. Babası, Edirne Vilâyeti Başkâtipliğinden Bursa vilâyetine, bir daha Bursa’dan ayrılmamak şartı ile Abdülhamit tarafından sürülmüştü. İlme önem veren, çok okuyan, bilgili ve yetenekli bir babaymış.

İlk evliliğini Edirne’de yapmış. Bu evlilikten Şefik ve Nazime adında bir oğlu bir de kızı olmuş. Ne yazık ki bu iki çocuğun annesi o zamanlar tedavisi olmayan ”İnce Hastalık” yani Verem ’den çok genç yaşında vefat etmiş.

Annesi Hayriye Hanım’da ilk evliliğini bir subayla yapmış. Bu evlilikten de iki çocukları olmuş. Bunlar da bir erkek Neşet, diğeri kız Nafia. Hayriye Hanım çocukların doğumundan çok kısa bir zaman sonra eşini kaybediyor. O zamanlarda iki çocuklu bir kadının yaşamı tek başına götürmesi hem ekonomik hem de çevre baskısı nedeni ile kolay değildi. Ve derken bir tanıdık aracılığı ile her ikisinin de ikişer çocuğu olan anne ve baba evlenirler. Bu evlilik her ikisi içinde ikinci evliliktir ve mutlu bir evliliktir. Bu ailenin de beş çocukları oluyor. En büyükleri abla Nazime. Nazime’den sonra dört kardeş daha doğuyor. Karı koca ve toplam dokuz çocuk aralarında hiçbir ayırım öz veya üvey çocuklar gibi ayırım yapılmadan huzur ve mutluluk içinde yaşarken, Sabiha henüz ilkokul sıralarındayken babasını kaybetti. Çok geçmeden de annesini bir tatil günün sabahında kaybetmesi ergenlik çağına dahi adım atmamış Sabiha’yı çok ama çok yormuş ve üzmüştü.

Zaman elbette her acıyı dindiremiyor ama en azından her an anmanıza veya devamlı bu acılarla yaşamanıza da olanak vermiyor. Çünkü yaşam öyle veya böyle devam ediyor. 

 

NİHAYET O GÜN

Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, 22 Eylül–8 Ekim 1925 tarihleri arasında gerçekleştirdiği Bursa Gezisi sırasında manevi evlat edindi.

Sabiha henüz 12 yaşındayken, Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk 22 Eylül–8 Ekim 1925 tarihleri arasında gerçekleştirdiği Bursa Gezisi sırasın da, Sabiha’nın evlerinin yakınındaki Hünkâr Köşkü’nde konaklarken bir şekilde Paşa Hazretlerine ulaşarak okumak istediğini ileride vatanına ve milletine hizmet etmek istediğini iletmeyi başarır. 

Sabiha’nın kendine olan bu güveni Mustafa Kemal Atatürk’ün çok hoşuna gider ve ilgisini çeker. Mustafa Kemal büyük bir çocuk gibi Sabiha’yı karşısına alır uzun uzun konuşur ve çeşitli sorular sorar. Aldığı cevaplardan çok memnun kalan Paşa Hazretleri, ağabeysi Neşet Bey’inde onayını alarak 28 Eylül 1925 de Sabiha’yı manevi evladı olarak bağrına basar. Bir sonbahar sabahı gerçekleşen bu olay Sabiha Hanım’ın aramızdan ayrılana kadar hiç unutmadığı bir olaydır. Bursa’da yaşanan bu sahneyi Sabiha Gökçen daha sonraları manevi evladı olarak bana her anlatışında gözlerinin yaşardığını o naif ses tonu ile kelimelerin boğazından adeta gözyaşları ile çıktığını hatırlarım.

Mustafa Kemal Paşa 8 Ekim 1925’de Bursa ziyaretini tamamlayıp dönerken küçük Sabiha’yı da yanına almıştı. Önce Mudanya’ya geldiler. Oradan Gülcemal Vapuru ile Bandırma’ya geçtiler. Bu ara Paşa Sabiha’yı yanına alarak Gülcemal’in Güvertesine çıktılar ve karşılıklı sohbet edercesine konuştular. Genellikle Paşa Hazretleri sordu Sabiha dili döndüğü kadar cevaplıyordu. Ara ara heyecandan titriyordu. Söyleyeceklerini ve Paşa’nın sorduğu soruları cevaplarken dudakları titriyordu.

Paşa konuşmaya şöyle başlamıştı: 

“Bak Sabiha bende bir zamanlar tıpkı senin gibi çocuktum. Okumak isteye, bunun yollarını arayan bir çocuk... Dayımın tarlasında kargaları kovalarken bile aklım fikrim hep okuyabilmekteydi. Bizim maddi durumumuz da pek iyi değildi. O günler şu anda benim için dün gibi yakın. Yarın da sana bu günler çok yakınmış gibi gelecek. Neyse şimdi bunları bırakalım da yeni yaşamında neler yapman gerektiğini sana kısaca anlatayım. Ne dersin?”

“Ne gibi şeyler efendim?”

“Sofra adabını, gelen misafirleri karşılayacağın zaman yapman gerekenleri, giyim ve kuşam. Aslında ailen seni çok iyi yetiştirmiş, iyi bir terbiyede vermişler. Bizdeki yaşama çabuk ve kolay intibak edeceğini umuyorum.”

“Elimden geleni yapacağım efendim.”

“Şimdi önce Bandırma’ya varacağız. Oradan özel bir trenle doğru Balıkesir’e. Hep güzel yerlerden geçeceğiz. Vatan topraklarını tanıman çok iyi olacak senin için. Balıkesir’de üç gece kalacak sonra ver elini İzmir. Yalnızlıkta hissetmeyeceksin.”

“Sizin yanınızda insan yalnızlık hisseder mi hiç? Bunu öylesine içten gelerek söylemiştim ki Mustafa Kemal Paşa hafifçe gülümserken yanaklarımı, kıp kırmızı olduğunu sandığım yanaklarımı bir çocuk sevgisiyle okşadıktan sonra şöyle dedi:”

“Teşekkür ederim Sabiha. Ama ben bir başka şeyden bahsetmek istemiştim. Senin gibi benim iki kızım daha var. Birinin adı Rukiye, diğerinin Zehra. İnanıyorum ki her ikisi ile de çok çabuk kaynaşarak arkadaş olacaksınız. Böylece çocukluğunuzun gereğini de yerine getirebilecek, ders zamanı derslerinizi yapacak, çalışacak, oyun zamanı ise birbirilerinizle oynayabileceksiniz, aynen derslerinizi beraber yaptığınız gibi. Onlarda Bursa’ya benimle beraber geldiler. Şimdi vapurda kendi kamaralarındalar. Seni kendileriyle İzmir’de tanıştıracağım.”

Burada şu hususun altını kalın hatlarla çizmek isterim ki, Mustafa Kemal Atatürk manevi evlatlarının hepsi ile hayatı boyunca teke tek çok yakından ilgilenmiş, onların yeme içmelerinden tutunda sıhhatlerine, derslerine, giyimlerine kadar çok büyük ilgi göstermiştir. Manevi annem Sabiha Gökçen karşılıklı konuşmalarımızda özellikle Paşa Hazretlerinin Tabiat Bilgisi ve Matematik ile Yurttaşlık Bilgisi derslerinde kandillerinin çok büyük yardımı olduğunu anlatırdı. Mustafa Kemal Paşa manevi çocuklarını şüphesiz ayırım yapmadan çok seviyordu ama içlerinde Ülkü’de dahil Sabiha’nın Atatürk’ün gönlünde bir başka yeri ve değeri vardı. Sabiha’da sevgili Paşa’sını yanıltmamış, önerilerinin, dileklerinin, isteklerinin karşılığını çalışarak, başarının yollarında sabırla ve ısrarla yürüyerek Mustafa Kemal Atatürk’e yakışır bir evlat olmuştur. 

Nihayet İzmir’e gelinir. İzmir ve İzmirliler Paşalarını yürekleriyle karşılarlar. İzmir’de bu coşkulu karşılamadan sonra Paşa Hazretleri Sabiha’yı diğer manevi kızları ile tanıştırır:

“Gelin bakalım buraya çocuklar. Zehra, Rukiye bakın size bir de kardeş olarak Sabiha’yı getirdim. Bundan böyle hep birlikte olacağız. Hadi el sıkışın, öpüşün ve asla hayat boyu kardeş olduğunuzu unutmayın.”

Paşa Hazretleri’nin söylediğini yapan çocuklar gerçekten de birer kardeş oldular. Zehra güzelliği, Sabiha aklı, Rukiye kararlılığı ile hayat onları birbirlerinden ayırana kadar kardeşçe yaşadılar.

Her üç çocuğu da İzmir’de bir sürpriz bekliyordu. Mustafa Kemal’in en büyük kızı Afet Hanım Paşa’yı ve çocukları karşılamış ve özellikle de Sabiha’ya hitaben:

 

“Sabiha Evine Hoş Geldin” demişti

Bu karşılayış hem Sabiha’nın hem de Mustafa Kemal Paşa’nın çok hoşuna gitmiş. Hata Paşa memnuniyetini açıklarcasına ilave etmişti

“Evet! Sabiha evine hoş geldin” diye tekrarlamıştı.

“Benim yüreğimde Afet ablamın hayatım boyunca bir başka yeri oldu. Abla kardeş ilişkisi Afet ablamın hayata veda ettiği güne kadar devam etti. Hep birbirimizi sık sık aradık ve ziyaret ettik. Çankaya Köşkü’ndeki yaşamımız Büyük Adam’ın bizlere veda etmesinden sonra da devam etti ve birbirimize sahip çıktık. İster istemez yaşadığım sıla özlemini Afet ablamla konuşarak geçiriyordum. İzmir’de kaldığımız müddet içinde bana sofra adabı, genel görgü kuralları, herkese karşı nazik ve güzel davranmak, daima temiz olmak ve temiz giyinmek gibi zaten öncelerinde yaptığım gibi şimdi daha titizlikle yapmam öğretildi. Bunları hayata geçirişimde hiçbir güçlükle karşılaşmadım. Çünkü bunların böyle olmasını Mustafa Kemal Atatürk istiyordu. Mustafa Kemal Paşa’dan ilk dersimi İzmir’deki Naim Palas’ daki Paşa’nın akşam yemeğinden önce yemek odasında almaya başladım. Gerçekte bu oda yemek odası değil, sofrada yemek sofrası değildi. Atatürk’ün nerede, hangi şehirde olursa olsun, özellikle akşam sofraları okuldaki bir sınıfın kürsüsü gibiydi. Bu sofraya oturacak insanların pek çok özellikleri olmalıydı. En başta dinlemesini bilmek, Paşa tarafından sorulan sorulara cevap verecek kadar bilgili ve edepli olmaktı. BU sofrada sık sık bulunduğum için hem sofradaki misafirleri karakterize etme olanağı buluyor hem de pek çok konuda bilgi sahibi oluyordum. Paşa özellikle İsmet Paşa’nın bulunduğu akşam yemeklerine davet edilecek kimseleri bizzat kendisi seçerdi. Mustafa Kemal arkadaşları arasında İsmet Paşa Hazretlerine çok değer verir ve İsmet Paşa bir konuda konuşurken sofra da çıt çıkmaz ve Paşa’yı can kulağı ile dinlerdi. Akşam sofrası hazırlanıp ta davetliler geldikten sonra Gazi Hazretleri sofrayı şereflendirirdi. Ancak o akşam İsmet Paşa’da davetli ve her hangi bir nedenle geç kalmışsa, yemek başlamazdı. Ne zamanki İsmet Paşa’nın ayak sesleri yemek odasından duyulur, Gazi Paşa şöyle derdi:”

“Devlet geliyor, lütfen ayağa kalkınız.”

“Gazi Paşa giyim konusunda son derece hassa ve titizdi. Çok da zevkliydi. Her giydiğini ince elleyip sık dokuduktan sonra ütüsü bozulacak endişesi ile çok çok dikkatli giyerdi . Ceketinin altında her zaman yeleği olsun isterdi.”

“8 Ekim 1925’de Bursa’dan başlayan ziyaret önce İzmir sonra Konya ve daha sonra Afyon’a kadar gidilerek tamamlandı ve 21 Ekim 1925 akşamı Ankara’ya döndük. Ankara’ya döneceğimizi öğrendiğimiz an üç kardeş birbirimize sarılarak heyecanımızı paylaştık. O kadarki, üç kardeşten bir tek ben daha önce Ankara’yı hiç görmemiştim. Müthiş heyecanlıydım.”

İşte Paşa yukarı da kısaca anlatmaya çalıştığımız Ankara’ya yanında dört kızı ile gelir ve muhteşem bir şekilde karşılanır.

Çankaya Köşk’üne gelince herkes günlerce evvel hazırlanan odalarına çekildiler. Sevincimin ve mutluluğumun tadını çıkarmak için hemen yatağa girdim. Ancak birkaç gün sonra Paşa Hazretleri bizi huzurlarına çağırdı ve şu kısa konuşmayı yaptı:

“Artık bahçede oynayıp koşuşturmak bitti. Yarın okula başlayacaksınız. Köşkün Bahçesinde tek katlı küçük bir bina var. Onu fark etmişsinizdir sanırım. İşte orası sizin okulunuz bundan sonra. Şimdilik burada okuyacaksınız. Defterleriniz, kitaplarınızı kalemleriniz, çantalarınız hazır. Bunları size ben vermiyorum. Cumhuriyet Hükümeti sizlere armağan ediyor, okuyup vatansever çocuklar olarak yetişmeniz için. Umut ederim ki çok kısa bir zaman sonra bütün Türk çocuklarına bu kapılar açılacak. Günlerinizi, zamanınızı iyi ve faydalı şeyler yaparak geçirmenizi istiyorum sizlerden.”

Evet! Sabiha, Rukiye ve Zehra artık okula başlamışlardı. Hepsinin de kendine göre gelecek ile idealleri vardı.

Sabiha sükûneti, çalışkanlığı, Mustafa Kemal Atatürk’e olan muhteşem sevgi ve saygısı ile öne çıkarken, Sabiha’nın çok sevdiği gerçekten bir kardeş gibi sevdiği Zehra sakin, mücadeleci olmayan, kendisi ile barışık, çok da güzel olan bir kızdı. Ama ne var ki, talihi bu güzel özelliklerine uymamış çok genç yaşta bir kaza sonucu hayata veda etmişti. Manevi annem Sabiha Gökçen, Zehra’nın adı geçtiği her seferinde gözyaşlarına boğulurdu. 

Sabiha, ilköğretimini Çankaya İlkokulu’nda tamamladıktan sonra orta ve lise öğretimine İstanbul’da, Arnavutköy Kız Koleji ve Üsküdar Amerikan Kız Koleji’nde devam etti. Bu sırada zamanın kötü hastalığı İnce Hastalık (Verem) yakalandı fakat birinci evrede hemen tespit edildiği için tedavi olanağı vardı. Ve öylede yapıldı. Fakat bu arada okula devam olanağı bulamadı ve öğrenimine ara vermek zorunda kaldı. Önce Heybeliada’da sonra da Viyana’da tedavi gördü. Fransızcasını geliştirmek için bir süre Paris’te bulundu. 1934’te Soyadı Kanunu’nun kabul edilmesi üzerine Atatürk kendisine Gökçen soyadını verdi. Bu soyad konusunda Sabiha Gökçen çok gurur duyar ve Atatürk’ün imzası ile yazdığı “GÖKÇEN” belgesini mukaddes bir evrak veya belge gibi muhafaza ederdi. Kendisinden dinlediğim bu konuyu bana şu şekilde anlatmıştır: 

“Yıl 1934, … Soyadı Kanunu çıktıktan hemen sonra Atatürk her gece sofrasında bir dostuna, yakınına soyadı bulup veriyordu. Mesela kız kardeşine “Atadan” soyadını vermişti. Salih Bey’e (Bozok/ Yozgat mebusu olması nedeni ile) Bozok soyadı vermişti. O bir gece sıra bana gelmişti. Atatürk,

Söyle bakalım Sabiha, senin soyadın ne olsun, ”  dedi. 

Herkes yüzüme bakıyordu. 

“Siz ne emrederseniz o olsun efendim diye cevapladım.”

Heyecanlanmıştım. Aklımdan bin bir şey geçiyordu, ama bunların hiçbirini söylemeye cesaret edemedim. Atatürk bir süre düşündükten sonra, 

“Sana “Atatürk kızı”  soyadını vermek isterdim ama… dedi; 

Eline bir kâğıt alıp şunu yazdı: “GÖKÇEN”. 

“O geceden sonra ben Sabiha Gökçen oldum… Tabi o yıllarda ben henüz havacılığa başlamadığım gibi, havacı olmayı da aklımdan geçirmemiştim. Bana Sabiha demiyorlar, Gökçen diyorlardı. Çok kimse bu soyadını havacılığa başladıktan sonra aldığımı düşünüyor. Oysa Ata’nın Gökçen soyadını bana vermesinden sonra göklerle buluşup havacılığa başladım.” Atatürk’ün havacılığa inancı ve çalışmalarıyla yurtta yarattığı havacılık coşkusu, halkı bütün olanaklarıyla Türk havacılığını desteklemeye yöneltti ve bu sayede havacılık tutkusu Türk gençleri arasında hızla yayıldı. Bu gençlerden birisi de Atatürk’ün manevi kızı Sabiha Gökçen olacaktı. Sabiha Gökçen, 1935’de Türk Kuş’unun açılış töreninde yapılan planör gösterilerinden etkilenerek havacılığa ilgi duymaya başladım. Olay ise şu şekilde gelişti:” 

Türk Kuş’unun açılışında Atatürk:

“Gökçen, görüyorum çok heyecanlandın sen bu gösterilerde… Nasıl, sen de böyle havalarda süzülebilir, paraşütle atlayabilir misin bakalım?” dedi. 

Sabiha Gökçen’in,

“Onların yerinde olmak isterdim…” cevabını verdim. Bunun üzerine

“Cesaretinden dolayı seni kutlarım, buyurdular.  Akabinde de Türk Hava Kurumu Genel Başkanı Fuat Bulca ’ya; 

“Fuat Bey, Bizim Gökçen de çalışmalara katılmak istiyor, diyerek kaydımı yaptırdı ve ertesi gün 4 Mayıs’ta çalışmalara başladım.” 

“Böylece Gökçen, ilk kız öğrenci olarak- 1935 yılında Türk Hava Kurumu’nun Türk Kuşu Sivil Havacılık Okuluna girmiş oldu. Burada paraşüt ve planörcülük eğitimi gördüm, A ve B brövelerini aldım. Sonra yedi erkek öğrenciyle birlikte Kırım’a gönderilerek altı aylık yüksek planörcülük eğitimini Göktebel Yüksek Planör Okulunda tamamladım. Motorlu uçakla ilk defa 25 Şubat 1936’da uçtum.” 

Sabiha Gökçen, uçuşlarından birini de Türk Kuşu etkinlikleri çerçevesinde İstanbul’dan Bursa’ya uçarak gerçekleştirdi. Havacılıktaki yeteneğini birçok başarılı uçuşlarıyla kanıtlayan Sabiha Gökçen, 7 Haziran 1936’da saat 16.20’de Yeşilköy Tayyare Karargâhı’ndan kalkarak Yalova üstünde bir gezinti yaptıktan sonra 35 dakikada Bursa’ya ulaştı. Kendisini karşılamaya gelen Bursa Valisi, Orgeneral Fahrettin, Belediye Başkanı ve Cumhuriyet Halk Partisi ileri gelenleri, çok sayıda okullu ve Türk Kuşu öğrencilerinin beğeni dolu bakışları önünde ustaca hava da bir çok akrobatik hareketler yaptıktan sonra ve büyük bir başarıyla yere iniş yaptı. Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün de onurlandırdığı törende, Bursa Belediye Başkanı, şehir adına Sabiha Gökçen’e bir buket ve bir ipekli kumaş, Türk Kuşu öğrencisi de bir buket sundu. Gökçen, uçaktan inmeden önce alanda bulunanların genel ricası ve arzusu üzerine tekrar havalanarak çocukluğunun geçtiği Yeşil Bursa üstünde bir gezinti daha yaptı ve Uludağ’ı dolaşarak meydana indi. Genç havacının büyük bir cesaret ve kendi sanatını çok iyi bilmekten kaynaklanan bir özgüvenle yaptığı bu uçuş, meydanda hazır bulunanlar tarafından defalarca alkışlandı. Gökçen’in, uçuş eğitimde gösterdiği başarılardan dolayı, Atatürk, manevi kızına 

“Beni çok mutlu ettin… Şimdi artık senin için planladığım şeyi açıklayabilirim… Belki de dünyada ilk askeri kadın pilot olacaksın… Bir Türk kızının dünyadaki ilk askeri kadın pilot olması ne iftihar edici bir olaydır, tahmin edersin değil mi? Şimdi derhal harekete geçerek seni Eskişehir’deki Tayyare Mektebi’ne göndereceğim. Orada özel bir eğitim göreceksin” dedi. 

Mustafa Kemal Paşa’nın bu önerisine şiddetle karşı çıkan Fevzi Çakmak emrin büyük yerden gelmesi nedeni ile Sabiha’nın İlk Kadın Pilot olmasına mani olamadı.

1936 yılında Eskişehir Tayyare Mektebine girdi. Bu okulda 1936–1937 döneminde 11 ay süren eğitim gördü. Sonra Eskişehir’de bulunan Birinci Tayyare Alayı’nda altı ay görev yaptı. Burada av ve bombardıman uçakları alanında uzmanlaştı ve askeri pilot oldu. Sonrasında 1937 yılındaki Ege ve Trakya manevralarına katıldı. Aynı yıl kendi isteği üzerine Dersim harekâtında görev aldı. Savaş pilotu olarak büyük bir başarı kazandı ve ilk Türk kadın pilot olan Gökçen, dünyanın “ilk kadın savaş pilotu” unvanına da sahip oldu. Harekât dönüşünde Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın da dâhil olduğu en üst devlet yetkililerinin katıldığı bir törenle Gökçen’e,  Genelkurmay Başkanlığı tarafından bir takdir, Türk Hava Kurumu tarafından da “Murassa (İftihar) Madalyası” ve Atatürk tarafından yeşil mineli bir saat armağan edildi. 30 Ağustos 1937’de askeri uçuş brövesi alan Gökçen duygularını, “Atatürk’ün İzinde Bir Ömür Boyu Böyle Geçti” adlı kitabında duygularını şöyle anlatır:

“Ne mutlu bana ki, bu şeref beratını, milletimin ve vatanımın en büyük şerefe ulaştığı bu kutsal 30 Ağustos gününde almış bulunuyorum.” diyerek dile getirdi. 

                                                          

Daha sonra Ankara’da bulunan Balkan Paktı Heyeti üyelerinin Sabiha Gökçen ile tanışmaları ve kendisini uçakla başkentlerine davet etmeleri üzerine Gökçen, 16 Haziran 1938’de beş gün süren bir Balkan turuna çıktı ve Atatürk’ün isteği üzerine bu turu tek başına uçarak gerçekleştirdi. Vultee-v tipi bir uçakla İstanbul’dan havalanarak Atina, Sofya, Belgrat ve Bükreş’e gitti. Yugoslavya Genel Kurmay Başkanı Gökçen’i, “Beyaz Kartal” nişanı ile onurlandırdı. İstek üzerine Bükreş’te bir gösteri uçuşu yaptıktan sonra 21 Haziran’da İstanbul’a döndü. Gittiği yerlerde yoğun ilgiyle karşılanan Gökçen, basında geniş ölçüde yer aldı ve dünyada daha geniş kitlelerce tanındı. Çağdaş Türkiye’nin yüzü olarak diğer ulusların kadınlarına da örnek oldu. Ulu Önder Atatürk’ün yaşamını yitirmesi üzerine kadınların orduda görev yapmasına ilişkin yasanın çıkarılmasına Genel Kurmay Başkanı Fevzi Çakmak’ın mani olması nedeniyle istemeyerek te olsa ordudan ayrılmak zorunda bırakıldı. 1938 yılında Türk Hava Kurumu Türk Kuş’una “Başöğretmen” olarak atandı. Bu arada 1940 yılında Hava Okulunda askeri coğrafya ve topografya öğretmeni Üsteğmen Kemal Esiner ile evlendi. Ama eşini 1943 yılında kaybetti. Sabiha Gökçen, 1955 yılına kadar “Başöğretmenlik” görevini sürdürdü. Sonra Türk Hava Kurumu Yönetim Kurulu üyesi oldu. 1964’te emekliye ayrıldı. 

Sabiha Gökçen, yaşamı boyunca toplam 22 değişik hafif bombardıman ve akrobatik uçakla uçtu. 1953 ve 1959’da davet edildiği Amerika’ya, Türk toplumu ve Türk kadınını tanıtmak amacıyla giden Gökçen için büyük bir Amerika turu düzenlendi. Son uçuşunu 1996 yılında 83 yaşında iken Fransız pilot Daniel Acton eşliğinde Falcon 2000 uçağıyla yaptı. Aynı yıl havacılık kariyerinin en büyük ödülünü aldı. Amerikan Hava Kurmay Koleji’nin mezuniyet töreni için düzenlenen Kartallar Toplantısı’nın onur konuğu olarak katıldığı Maxwell Hava Üssü’ndeki törende “Dünya tarihine adını yazdıran 20 havacıdan biri” seçildi. Bu ödüle layık görülen ilk ve tek kadın havacı oldu. Çağdaş Türk kadınının parlak bir örneği olan ilk kadın Türk pilotu ve dünyanın ilk kadın savaş pilotu Sabiha Gökçen’in adı İstanbul Kurtköy’de yapılmakta olan havaalanına verilmişti.  Ne yazık ki, çok arzuladığı kendi ismini taşıyan ve inşaatı sürecinde ziyarette bulunduğu havaalanının açılışını görmeye ömrü vefa etmedi. Ankara’da bir apartman dairesinde, mütevazı bir yaşam süren Sabiha Gökçen, tedavi gördüğü Gülhane Askeri Tıp Akademisi Hastanesi’nde 22 Mart 2001 tarihinde saat 08.15’te kalp ve solunum yetersizliği nedeniyle 89 yaşında iken yaşama veda etti.  Şu anda Ankara’daki Cebeci Şehitliği’nde ebedi uykusunu uyumaktadır.   

 

   

Değerli okurlar,

Yazı dizimize gösterdiği ilgiden dolayı Sayın S. Eriş Ülger’e şahsım ve gazetem adına teşekkür ederiz.

 

YAZARLAR

  • Cumartesi 31 ° / 16.7 ° false
  • Pazar 35.8 ° / 19.6 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • Pazartesi 30.8 ° / 18.3 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • BIST 100

    9809,64%0,96
  • DOLAR

    32,58% 0,30
  • EURO

    35,07% 0,29
  • GRAM ALTIN

    2457,40% 0,88
  • Ç. ALTIN

    3991,84% 0,00