Ahmet ERDOĞDU


TÜRK’ÜN CUMHURİYET MUCİZESİ

99.YILDAN 100.YILA GİDERKEN RÖPORTAJLAR-YAZILAR (15)


Değerli okurlar, 

Cumhuriyetin ilanından bugüne 99 yıl geçti. Biz de Yeni Adana gazetesi olarak, bu süre içerisinde Cumhuriyetin ülkemize ve ülkemiz insanına ne gibi yararlar sağladığının anlaşılması açısından, Osmanlı İmparatorluğundan Cumhuriyete, Cumhuriyetten bugüne gelen süreci inceliyoruz. Bu uzun yazı dizisinde bugün emekli öğretim üyesi ve Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Kurucu Rektörü, Profesör Dr. Sayın A. Mete Tuncoku’nun yazısını sunuyoruz.

                                    

TÜRKİYE VE JAPONYA’NIN ARASI

Kimdir Japonlar, Nereden Gelmişlerdir?

Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, bugün Japonya’nın bulunduğu Japon Adaları, yerkürenin oluşmaya başladığı ilk dönemlerde Asya Kıtasına bitişikti. Daha sonra koparak ya da denizlerin yükselmesiyle kıtadan ayrılmışlardır. Bu gerçeği, günümüzde yapılan arkeolojik ve antropolojik araştırmalardan da anlayabiliyoruz. Durum böyle olunca, Japon Adaları’nın kıtaya bitişik olduğu dönemlerde, Asya’da yaşayan her canlı ve bu arada insanlar da Japon Adaları’nın bulunduğu yerde yaşıyordu. Yani bu açıdan bakıldığında Japon ırkının da kıtayla bağlantılı olduğu söylenebilir. Ancak daha sonraki dönemlerde, Japonya’ya kuzeyden Sibirya üzerinden ve güneyden, Pasifik adalarından gelen başka etnik gruplar da olmuş ve karışmışlardır.  

Ardından yüzyıllarca süren, Japonya’nın Asya’dan ve dünyadan kopuk, içine kapalı bir toplum olarak geliştiği uzun bir dönem gelecektir. Günümüz Japon insanının ve kültürünün gelişmesi, işte asıl bu kapalılık dönemlerinde olmuştur. Kısacası bugünkü Japonlar; etnik olarak Asya Kıtasına bağlı olmakla birlikte, sınırlı bir ölçüde kıta dışından gelen halklarla da karışmış, çok homojen bir toplum oluşturmaktadır.

 

Japonca Nasıl Bir Dildir, Türkçeye Benzer mi?

Japoncanın nasıl bir dil olduğu konusu aslında ilk soruyla yakından ilgili. Çünkü günümüz Japoncası da, bir yandan Asya bölgesinde yaygın olan Ural-Altay dilleriyle benzerlikler gösterirken, diğer yandan güneyde Pasifik bölgesindeki Rikyuu grubu dillerin etki ve özelliklerini taşımaktadır. 5. yüzyıla kadar yazılı olmayan, yani alfabesi bulunmayan bir dil olan Japonca, 5. yüzyıl ile birlikte kıtadan (Çin’den) başlayan yoğun kültür-uygarlık akışının etkisiyle birlikte, Çin alfabesini (Kanbun) benimserken, ister istemez Çin dilinin etkisinde de kalmıştır. Bugün konuya aynı açıdan bakıldığında Türkçe ile olan benzerlikleri konusunda kısaca şu söylenebilir: Türkçe gibi Japon dili de cümle düzeni yönüyle Ural-Altay dilleri ile benzerlikler göstermektedir, ortak kelimeler vardır. Cümle düzenleri her iki dilde de çok benzerdir. Ne var ki, bu konuda abartıya kaçmamak, “Türkçe ile Japonca birbirine çok benziyor” gibi genel ve kesin sonuçlara varmamak gerekir. Japon kültürü gibi Japon dili de, yüzlerce yıllık kapalılık döneminin etkisiyle Japonya ve Japonlara özgü bazı özellikler geliştirmiştir.

Japoncanın üç alfabeden oluşan bir yazı sistemi vardır. Bunlar kırk beşer harflik Hiragana ve Katagana alfabeleri ile sayıları üç bini bulan resim-kelimelerden oluşan Kanji, yani Çin alfabesidir. Günlük dilde, belirli kurallar içinde, bu alfabelerin her üçü birden kullanılır. Japon dilinin yabancılar için en zor olan yönlerinden birisi, kuşkusuz, okuma ve yazmasıdır.   

Japoncanın bir diğer özelliği de Saygı Dili diyebileceğimiz kadar nezaket ve saygı ifadeleri içermesidir. Yaş, toplumsal statü, cinsel farklılık ya da aradaki ilişkinin şekil ve yoğunluğuna göre farklı kelimeler kullanmak gerekmektedir. Yüzyıllarca, kapalı bir toplum olarak gelişen Japonya da, dil de doğal olarak farklı birtakım özellikler geliştirmiştir.

Türkler Japonları Neden Takdir Eder?

Gerçekten daha çocukluk yıllarımdan ben de, anne-babamdan ve çevremdekilerden Japonlara ilişkin hep güzel şeyler, övgüler dinlemiştim. Japon insanının dürüstlüğü, çalışkanlığı ve vatanseverliği sık sık örnek olarak gösterilmiş, anlatılmıştı. Daha sonraki yıllarda eğitimimin farklı dönemlerinde de benzer şeyleri duydum, okudum. Sanıyorum hayranlığın kökeninde; Japonya’nın 19. yüzyılın ortalarından itibaren (Meiji Dönemi: 1868-1914) hızla sanayileşip, özellikle askeri alanda güçlü bir devlet olması ve 1904-1905 Rus-Japon Savaşında Osmanlı’nın büyük rakibi Rusya’yı denizde ve karada yenmesi yatmaktadır. Bunun yanı sıra, gene 19. yüzyılda Japonya’yı gezen bazı misyonerler de yazdıkları kitaplarda Japonları övmüşlerdir. Bilindiği üzere, Halide Edip Adıvar, Namık Kemal, Ziya Gökalp ve Mehmet Akif Ersoy gibi çağdaş Türk düşünür ve yazarları da Japonya’nın gerçekleştirdiği başarıları övgüyle işlemişlerdir. 

Ertuğrul Firkateyninin 1890’da Japonya’ya yaptığı resmi ziyaret dönüşü, Oşima Adası yakınlarında fırtınaya yakalanarak batışı ve bu kazada 500’ü aşkın denizcimizin şehit oluşu, iki ülke ilişkilerinde önemli bir yer tutar. Kaza sonrası kurtulan 60 kadar denizcimizi Japon halkı, başlattıkları yardım kampanyasıyla toplanan paralar ile memleketlerine yollamışlardır. Tüm bunlar kuşkusuz, dönemin Türk kamuoyunda ve aydınlar arasında çok olumlu yankılar yapmıştır. Japonların Türkiye ve Türklerle ilgilenişinin de bu olayla birlikte başlayıp geliştiğini söyleyebiliriz. Daha yakın zamanlarda ise, Hiroşima ve Nagasaki’ye atılan atom bombaları, binlerce insanın acı kaybı, Japonya’nın savaştan yenik çıkmasına karşın kısa bir süre içinde kalkınıp bir refah toplumu yaratması, tüm dünyada olduğu gibi bizde de çok geniş yankılar yapmıştır. Bu mucizeyi gerçekleştiren Japon insanına karşı Türklerin duyduğu ilgi de artmış, hayranlık boyutuna ulaşmıştır.

 

Peki Ya Japonlar, Onlar Türkler İçin Ne Düşünür?

Elbette Japon insanının da Türk insanına karşı duyduğu yakın ilgi ve sevgiden bahsedilebilir. Yukarıda dile getirdiğim Ertuğrul’un hazin öyküsü bir bakıma Japon halkının Türklere olan ilgisinin gelişmesinde önemlidir. Aslında Japonların Türklere olan ilgisi, Çin’e olan tarihsel ilgileriyle bağlantılıdır. Japonya açısından çok önem taşımış ve her zaman ilgi odağı olan Çin, Japon araştırmacıların ve tarihçilerinin de, öncelikli olarak ilgilendiği ülkelerden olmuştur. Çin Tarihini inceleyen Japon araştırmacıları, o dönem Çin belgelerinde ilk kez Türklerden bahsedildiğini görmüşlerdir. Böylece Japonların Türkler hakkındaki ilk bilgileri Çin kaynaklarından edindiklerini söyleyebiliriz. Daha sonraki yıllarda da devam eden bu ilgi, özellikle, çok güçlü ve yüzyıllarca süren bir imparatorluk olan Osmanlı İmparatorluğu’nun her döneminde artarak devam etmiştir. Japon kaynaklarından görebildiğimiz kadarıyla Japonlar, diğer ülkeler yanı sıra Osmanlıya ilişkin gelişmeleri de yakından izlemişlerdir.

Son olarak da ulusal kurtuluş mücadelesi ile onu izleyen Kemalist Reformların eseri olan Türkiye Cumhuriyeti Mustafa Kemal’in asker ve devlet adamı olarak kişiliği Japon insanı, aydınları için ilgi odağı olmuştur. Kuşkusuz buna özellikle 1970’li yıllardan bu yana gelişen ticari-kültürel ilişkiler ile sayıları yavaşta olsa giderek artan Japon turistlerin ve genelde Japon medyasının Türkiye’ye olan ilgisini de eklemek gerekir. 

Kısacası Japonlar da Türklere karşı olumlu ve yakın duygular beslemektedir. İki ülke ve halkları arasında geçmişte olduğu gibi, günümüzde de bir sorun bulunmayışı, her iki kültürün birbirini tamamlayıcı ve zenginleştirici özellikler taşıması bu karşılıklı olumlu duyguları geliştirmek açısından çok uygun bir temel oluşturmaktadır.

 

                  

Japonlarla Türkler Birbirine Çok mu Benzer

Türkiye’nin değişik yer ve kurumlarında verdiğim konferans ya da söyleşilerde bana en çok sorulan, daha doğrusu doğrulamam beklenilen hususlardan birisi de bu olmaktadır! Yani Türklerin ve Japonların birbirlerine çok benzediği konusu. Onların da bizim gibi eve girerken ayakkabı çıkartıp terlik giymesi, Japon ailesi ve kadınının Türk kadını gibi olması vb.. hususlar hep vurgulanır.  Elbette bu benzerlikler doğrudur ve daha başka örnekler de verilebilir. Çünkü her iki toplumda temelde çok zengin, geniş ve köklü Asya Kültür Ailesi içinde yer almaktadır. Diğer bir değişle sadece Japonlar değil Koreliler de, Çinliler de, Hintliler ve Afganlar da bize benzemektedirler…  Bence Türk ve Japon insanı özde birbirinden çok farklıdır. Düşünce yapıları, dinsel, kültürel ve etik açıdan yaşama bakışları, algılayışları bizden çok, ama çok farklıdır…

Eğer ileri sürüldüğü gibi gerçekten Japonlara benzeseydik, hangi açıdan ele alırsak alalım, bugün içinde bulunduğumuz durumdan çok farklı olmamız, Japonya’ya benzer bir ülke konumunda olmamız gerekmez miydi? 

 

Peki Nedir Japon İnsanının Başlıca Özellikleri?

Japon insanı bence, her şeyden önce içine kapalı, deyim yerindeyse biraz mahcup, ürkek ve utangaçtır. Duygularını (sevincini, elemini, kızgınlığını) pek dışa vurmaz. Karşısındakini incitmekten olduğu kadar, kendisi hakkında olumsuz bir şey düşünülmesinden de çekinir. Bu açıdan en büyük kozları; Japon Gülüşü denilen ve dudaklarından eksik etmedikleri tebessüm ile karşısındakini dinlerken, hafifçe başlarını eğip, zarifçe bir tepki, tavır sergilemeleridir…

Japon insanı bugün de kendini bir grup içinde, grubun bir parçası olarak görme eğilimindedir. Kişisel çıkarlardan çok, grubun çıkar ve eğilimleri, grupla birlikte uyum içinde hareket etmek önemlidir. Onun için asıl olan budur. Japon insanı doğayla barışık ve onunla inanılmaz bir uyum içindedir. Kendini de gerçekten doğanın bir parçası olarak görür ve doğaya karşı çok duyarlıdır. Japon insanı dürüsttür, çalışkandır, onurludur ve gururludur. Bunu Japonya’da yaşayanlar çok çabuk görür ve anlar.  Japon insanı adeta yenilik hastasıdır. Yeni gelişmiş ve farklı olan her şey Japon için merak ve ilgi nedenidir. Bu nedenle olsa gerek Japonlar, dünyada en çok kitap okuyan toplum olma özelliğini taşır. Japon insanı başta kendini ve ülkesini olmak üzere tüm dünyayı, farklı ülkeleri ve her türlü yeniliği, gelişmeyi izler, öğrenip anlamaya çalışır.

Japon insanı deyince aklıma ilk gelen hususlar bunlardır. Kuşkusuz bu listeye rahatlıkla başka özellikler de eklenebilir.

 

Japonya ve Japonlar Günümüzde Ne Kadar Değişiyor? 

Japonya’nın toplumsal yapısı, kültürü, iktisadi-mali sistemi, etnik yapısı… Tüm bunlar binlerce yıllık tarihsel sürecin ürünüdürler. Her birinin temelinde, bu tarihsel sürecin özellikleri yatar. Bunlar da çoğunlukla Japonya’ya özgü, diğer ülkelere benzemeyen, bazen çok faklı, unique (tek) özellikleridir. Elbette her ülke gibi Japonya da, değişen iç-dış koşulların etkisiyle değişmekte, gelişmektedir. Japon insanı da kuşkusuz değişmekte, değişen koşulların etkisinde kalmaktadır. Ne var ki, yukarıda dile getirilen ve binlerce yıllık, ülkeye özgü koşullar altında kökleşen temel bazı özellikler, kurumlar, değerler, yargılar ya da ulusal özellikler, pek de öyle kolay değişmemektedir. Değişiklikler daha çok yüzeyde ve şekilce olurken, Japonya da, Japon insanı da özde ve temelde çok fazla değişememektedir. Bu kuşkusuz Japonya için değil, birçok açıdan bizim için de geçerli bir olgudur.

 

Neden Japonya’da Gençler Arasında İntihar Oranı Çok Yüksek?

İntihar oranlarının yüksek oluşu aslında sadece Japonya’ya bağlı değil, gelişmiş-sanayileşmiş ve refah düzeyi yüksek birçok ülkede gözlenen bir olgudur. Örneğin İsveç, Finlandiya, Macaristan ve ABD gibi ülkelerde de bu açıdan benzerlikler var. Hindistan, Bangladeş veya Filipinler gibi henüz gelişmekte olan ülkelerde ise intihar oranları Japonya’ya kıyasla çok düşük… Kuşkusuz intihar oranının kökeni, nedenleri karmaşık ve tartışılan bir konudur. Ancak Japonya ele alındığında, intiharların sadece yüksek oranda oluşu değil, bunun özellikle gençler ve yaşlılar arasında daha yüksek oluşu dikkat çekmektedir. Bunun da nedenleri farklıdır ve tartışılmaktadır: Japon din anlayışında (Şinto ve Budizm öğretisinde) her şey geçicidir ve her şey  sürekli bir değişim içindedir. Ölüm de yaşam gibi, bu değişimin doğal bir parçası, aşamasıdır. Japon inancında cennet ve cehennem olgusu da belirleyici değildir. Cennet de cehennem de bu dünyadadır; kişinin yaşam şekli bunu belirler. Asıl olan, doğal çevreyle ve toplum içinde uyumlu, birlikte ve huzurlu, onurlu bir yaşam sürdürebilmektir. Diğer bir deyişle, ölüm korkulacak, ürkülecek bir şey değildir. Aksine Japon insanı için yaşamın koşulları gereği ölüm, bazen onurlu ve saygı duyulacak bir seçenek de olabilmektedir.  

Diğer bir taraftan, daha önce dile getirdiğimiz ve Japon insanı için bugün de önemli olan; grup içinde, grupla birlikte, grubun bir parçası olmak şeklinde özetlenebilecek olgu da, bireyi bazen; grup dışına itilme, dışlanan ya da toplumsal yalnızlık gibi durumlarla karşı karşıya bırakabilmektedir. Özellikle gençler arasında bunun örneklerine daha sık rastlanmaktır. Kuşkusuz günümüz Japonya’sında var olan toplumsal rekabet ve yarış koşullarının zorluğu da bir diğer önemli nedendir.  Ortalama insan ömrünün en yüksek olduğu ülkelerin başında Japonya gelir. Bu rakam kadınlarda 90 yaş sınırına dayanmışken, erkeklerde de 80’i aşmıştır. Yüz yaşını geçen insan sayısı da 90 bine ulaşmıştır. Beslenme alışkanlıkları, hareketlilik (spor) ve sağlık hizmetlerinin etkisi bunun başlıca nedenleridir. 

Özellikle yaşlı kadın nüfusunun yüksek olması, çok ileri yaşlarda bazen kişilerde, hiçbir şey üretmeden başkalarının ürettiklerine ortak olarak, adeta bir asalak gibi yaşamak olarak özetlenebilecek, bir psikolojik sorun, bunalım yaratmakta ve intiharların tercih edilmesine zemin hazırlamaktadır. Yaşlı nüfus arasında intiharların çok oluşunun bir nedeni de budur kanısındayım.

 

Japon Mutfağı - Türk Mutfağı

Biri çok az, diğeri çok yağlı; biri deniz ürünleri, diğeri et ağırlıklı; bir sade, diğeri bol baharatlı… ve biri çok tatlı, diğeri tatlıca (!) iki mutfak, iki çok farklı yemek kültürü.

Bu farklılık ilk başta itici olmayı akla getirebilir. Yani Türk insanı Japon, Japon insanı da Türk mutfağına kuşkuyla bakabilir. Oysaki gerçekte bu iki farklı mutfak, halklar için çekici olmaktadır, ilgi çekmektedir. Türkiye’de son yılarda suşi, saşimi, ramen, tempura gibi Japon yemeklerine artan ilgiye karşın, sadece Tokyo’da sayıları 30’u bulan Türk restoranlarının varlığı bu çekiciliğin karşılıklı olduğunun en açık örneği olsa gerek.

Kim bilir belki de iki mutfak, yemek kültürü çok farklı olduğundan, kendisinde olmayanı diğerinden bularak tamamladıkları için, Türk ve Japon mutfağı bu anlamda birbirini bütünlemektedirler. Onun içindir ki, iki ülke kültürel ilişkilerinin gelişiminde, farklı mutfaklar güçlü etmenler olarak önemli katkıda bulunabilirler kanısındayım.

 

Türkiye’de Japonca Öğrenmek

Ben 1969 yılında, henüz Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi son sınıf öğrencisiyken Japonya’ya gitmek istediğimde; sınıf arkadaşlarım ve bazı hocalarım şaşkınlıkla yüzüme bakarak; “Gidip de ne yapıcan, başka ülke mi kalmadı!” şeklinde tepki göstermişlerdi. Oraya gidip Japonca öğrenmek, Japonca eğitim görmek, Japon toplumunu yakından tanıyıp anlamak istediğimi açıklarken zorluk çekiyordum. Beni bu konuda baştan itibaren destekleyenler rahmetli anne-babam ile kardeşlerim olmuşlardır. Üstelik tek kelime Japonca bilmiyordum. Çalışmalarımı orada nasıl olsa İngilizce olarak yürütebilirim sanıyordum. Ayrıca Japonca öğrenmek için ne Türkiye’de o zaman dil kursları ne de şimdi olduğu gibi üniversitelerde Japon dili edebiyatı, kültürü öğreten birimler vardı. Ancak, Japonya’ya gidince ilk büyük şoklarımdan birisini yaşadım. Bırakın sıradan Japon insanını, üniversite öğrencileri ve hatta hocaları arasında bile İngilizce konuşabilen çok azdı. Herkes İngilizce okuyor, anlıyor ve anladığını da Japonca olarak değerlendiriyordu.  Durum neredeyse Türkiye’dekinin aynısı gibiydi… Oysaki ben, Japonya’da gelişmiş, çağdaş bir ülke olarak İngilizcenin çok yaygın kullanım alanı olduğunu, üniversitede ise İngilizce ile işi kolaylıkla idare edebileceğimi düşünüyordum!

Uzun sözün kısası, Japoncayı büyük zorluklarla öğrendim. Bir buçuk sene sadece Japonca çalıştım. Ama bu dili asıl üniversitede yüksek lisans programına girip, tümü Japonca olan ders ve seminerleri izlemeye başlayınca öğrendiğimi, anladığımı gördüm. Toplam 4 yıl sonra, günlük gazeteyi, (elbette sık sık sözlüğe başvurarak) okumaya başladım! Kuşkusuz dili öğrenmenin bu kadar zaman alışı, oraya hiç Japonca bilmeden, çalışmadan gidişimle doğrudan ilintiliydi. 

Diğer taraftan, Japoncayı öğrenip sağımı solumu, olup bitenleri, yaşadığım toplumu daha net görmeye başlayınca, sanki önümden bir tül perdenin kalktığını ve ardında çok zengin tarih ve kültürüyle çok sevecen ve sıcakkanlı insanıyla bambaşka bir dünyanın, kültürün olduğunu gördüm…

O zaman, yabancı bir toplumu anlayabilmek için, o toplumda yaşayan dilin ne denli önemli olduğunu anladım… İşte o günlerde; “ileride çalışmalarımı tamamlayıp Türkiye’ye dönünce öncelikle Japonca öğretmeye karar verdim!” O gün olduğu gibi, bugün de inanıyorum ki Japonya bizim için, olumlu ve olumsuz yönde dersler alabileceğimiz çok zengin bir laboratuvar gibidir. Bizim Japonya’yı her yönüyle iyi tanımamız gerekmektedir. Bunun da ilk koşulu kuşkusuz, Japonca öğrenmek ve o ülkeyi Japonca kaynaklardan öğrenebilmektir.  

1978 yılında Doktoramı tamamlayıp Türkiye’ye döndüm. Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde (ODTÜ) göreve başladım. İlkin orada “Gönüllü notsuz-kredisiz Japonca dersleri” vermeye başladım. Ardından, önce 1985’te Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde Japon Dili ve Edebiyatı Bölümü’nün kuruluşuna katkıda bulundum ve orada beş yıl süreyle ders verdim. Daha sonra, 1992-93’te Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Kurucu Rektörlüğüm sırasında, Eğitim Fakültesi bünyesinde, hazırlık sınıfı da olan, Japon Dili Eğitimi Ana Bilim Dalı’nı kurdum. Sonra da davet üzerine Erciyes Üniversitesi’nde Japon Dili Edebiyatı Bölümünün kuruluşuna destek verdim, beş yıl da orada dersler verdim. Bugün ülkemizde Ankara Üniversitesi, ÇOMÜ ve Erciyes Üniversitesi’nde Japon Dili Edebiyatı ve Eğitimi bölümleri vardır. Bunlar içinde günümüzde sadece ÇOMÜ’de hazırlık sınıfı vardır ve eğitim beş yıl olup, eğitim fakültesinde olduğu için mezunları doğrudan Japonca Öğretmeni olarak çıkan tek bölümdür. Bunun yanı sıra ODTÜ, Bilkent, Boğaziçi, Bilgi, Ege Üniversitesi’nde de seçimlik Japonca dersleri verilmektedir*.   Ayrıca TÖMER, Türk-Japon Vakfı gibi resmi-özel kuruluşlarca da büyük illerimizde Japonca dersleri verilmektedir. Diğer bir deyişle bugün ülkemizde Japonca öğrenmek, eğitim almak artık zor değildir. Elbette bu dili öğrenip geliştirmek ayrı bir konudur.  Bu yoğun emek, çaba, bağlılık ve kararlılık, ama ille de, birçok şeyde olduğu gibi sevgi ve ilgi gerektirmektedir.

 

Türk-Japon İlişkilerinde Eksik Olan Ne?

Türk-Japon ilişkileri günümüzde hemen hemen her alanda gelişmektedir. Uluslararası örgütlerde, ticari-iktisadi ilişkilerde de bu böyledir. Ancak benim görebildiğim kadarıyla, her iki ülkenin çok çeşitli alanlarda sahip olduğu potansiyel ve birbirlerine sunabilecekleri olanaklar düşünüldüğünde, ilişkilerde bugün gelinen nokta, gelmesi gerekenin altında kalmaktadır. Aradaki coğrafi uzaklık, bir engel olarak elbette önemlidir. Ancak, gelişen ulaşım ve bilişim-iletişim teknolojileri ile fiziki uzaklıklar giderek engel olmaktan çıkmaktadır.

Ülkelerimiz arasında var olan ve yüzyılı aşkın bir geçmişe dayanan karşılıklı dostluk-anlayış bağı; Japonya ve Türkiye’nin birbirini bütünleyen sanayi-ticari yapıları ile kültürel zenginlikleri çok olumlu temel koşullardır. Kaldı ki Türkiye, dünyada Japonların en çok sevilip sayıldıkları sekai içi şinniçi kuni (dünyada en çok sevilen ülke) olmak gibi bir özelliğe de sahiptir.

Ne var ki, tüm bunlara karşın, turizm alanında örneğin, ilişkiler olabileceğin çok gerisinde kalmaktadır. Her yıl Türkiye’ye gelen Japon turist sayısının (2000’li yılların başında) 180.000’ler gibi düşük bir düzeyde kalışı**, bunun en çarpıcı örneğidir. Aradaki benzer fiziki uzaklığa karşın Türkiye’ye gelen Amerikalı turist sayısı bile 200.000’e ulaşırken, bu Japonya için yaklaşık ortalama 20 milyon Japon yurt dışına gitmektedir. Yani 20 milyon Japon turistin sadece 100.000’i Türkiye’yi tercih etmekte… İki ülke resmi kurum ve kişilerin bu konuya ivedi olarak ve önemle eğilmesi, bir şeyler yapması gerekmektedir. Mısır’a gelen Japon turist sayısı bile bir milyona ulaşırken, ülkemize gelen yüz bine bile varmayan Japon turist sayısı Türkiye ve Japonya için düşünülmesi gereken, anlaşılması zor bir olgudur.

 

Japonya’da Eğitim Olanakları Nasıldır?

Türk öğrenciler için Japon üniversitelerinde araştırma ya da eğitim olanakları, sınırlı da olsa vardır. Bunlar arasında Japon Hükümeti tarafından verilen Monbuşo Bursları denilen burslar en önemlileridir. Hükümetlerimiz arasında imzalanan Karşılıklı Kültürel İşbirliği Anlaşması çerçevesinde erilen bu bursların toplam sayısı sadece 13’tür. “Sadece” diyorum, çünkü, Japon Hükümetinin Kore, Tayvan, Çin Halk Cumhuriyeti ve Filipinler gibi ülkelere verdiği burs sayısı bundan çok fazladır. Japon burslarına başvuru koşulları Japonya Büyükelçiliği’nin web sayfasından duyurulmaktadır. ABD ve İngiltere gibi batı ülkelerinin aksine Japon üniversiteleri genelde burs vermiyorlar. Verenler de sınırlı burs veriyor. O nedenle, Japonya’da eğitim yapmak isteyenler için neredeyse tek yol Monbuşo burslarından birisini almaktır…

Japonya’da eğitim dili Japonca olduğundan, adayların Japonca bilmesi ya da orada Japonca kurslarını izlemesi zorunludur. Son yıllarda büyük üniversitelerde bazı yüksek lisans ve doktora programları İngilizce olarak da yapılmaktadır. Daha önce de dile getirildiği gibi, Japonya bizler için birçok açıdan önemli, olumu-olumsuz dersler alabileceğimiz çok zengin bir araştırma laboratuvarı gibidir; araştırılacak, öğrenilecek çok şey vardır.

Başka burs olanakları da çok sınırlı olduğundan, tek kaynak Japon Hükümeti Monbuşo Burslarının sayısının mümkünse en az 20’ye çıkartılması gerekir kanısındayım. Yıllardır Monbuşo Burslarının eleme jürisinde görev aldığım için, başvuranların sayısının fazlalığı karşısında seçim yapmakta ne denli zorlandığımızı çok iyi biliyorum. Japon üniversiteleri yabancı öğrenciler için de, hemen her dalda çok uygun, çağdaş ve teşvik edici koşullar sunmaktadır. Öğrenci yurtları ya da öğrenci pansiyonculuğu çok yaygındır. Kaldı ki Monbuşo Bursları hem miktar hem de sağladığı diğer koşullar açısından çok iyi burslardır.

Gençlerimizin, “dil zor, yemek farklı, kültür farklı…” gibi gerekçelerle Japonya’ya gitmekten çekinmemelerini, aksine cesaret ve güvenle, bunu ciddi olarak düşünmelerini içtenlikle salık veririm.

Sonuç olarak şunu bir kez daha vurgulamak isterim: Türkiye-Japonya ilişkileri açısından, turizm ve kültürel işbirliği alanları gelişme açısından geniş olanaklar sunmaktadır.

İki ülke arasındaki ekonomik-ticari ilişkiler ise zaten normal seyri içinde gelişmektedir. Bugün ülkemizde yatırım yapan Japon şirketlerinin sayısı az değil.

 

Sayın Prof. Dr. A. Mete Tuncoku’na yazı dizimize verdiği katkı nedeniyle, şahsım ve gazetem adına teşekkür ederim.

 

Prof. Dr. A. METE TUNCOKU Kimdir?

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesini 1969’da bitirdi. 1978 yılında doktora çalışmalarını Japonya’da Kyoto Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Uluslararası Hukuk alanında "19. yüzyıl Japon ve Türk Siyasal Modernleşme Hareketlerinde Yabancı Uzmanların Rolü" başlığıyla tamamlamıştır. Aynı yıl, ODTÜ İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nde göreve başladı. 1985’de Doçent, 1990’da Profesör oldu. Çanakkale 18 Mart Üniversitesi’nde 1992-1993 yıllarında Kurucu Rektör olarak görev yaptı.

Asya Uluslararası ilişkileri, Japon dili eğitimi ve Çanakkale Savaşlarının siyasal tarihi konularında Türkçe, İngilizce ve Japonca olarak yayınlanmış kitapları ile makaleleri vardır. Şu an Çanakkale’de yaşamaktadır. 

*Günümüzde Türkiye’de 11 üniversitede seçimlik yabancı dil olarak Japonca dersleri verilmektedir.

** Günümüzde bu sayı yüz bine bile ulaşamamaktadır.

YAZARLAR

  • Cumartesi 31 ° / 16.7 ° false
  • Pazar 35.8 ° / 19.6 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • Pazartesi 30.8 ° / 18.3 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • BIST 100

    9809,64%0,96
  • DOLAR

    32,58% 0,30
  • EURO

    35,07% 0,29
  • GRAM ALTIN

    2457,40% 0,88
  • Ç. ALTIN

    3991,84% 0,00