Ahmet DOKUZOĞLU-NE DEMİŞTİK?


YÜZ YILLLIK HİKAYE - MERHABA TÜRKÇE


           Kapıyı açtığında Ahmet Remzi Ağa masanın üzerindeki yazıyı okuyordu. Yüzü asıktı. Düşmanın kovulduğu günden bu yana ilk defa bu kadar üzgün görünüyordu. Üzgün hali bütün yüz hatlarını etkilemişti. Çevrede herkes ona Ahmet Ağa derdi. Gerçi öyle Adana Ağalarına benzemezdi. Sert duruşunun arkasında yumuşacık bir insanlığı vardı. Konuşurken insanı üzmezdi. İşçilerine sert konuşmaz, onları katiyen hor görmezdi.

          Gerçi yanında çalışan işçiler genellikle kendi yakınlarıydı. Yabancı olan tek kişi Hüseyin Efendiydi. Hüseyin Efendi matbaanın bütün işlerini bilirdi. Diğer çalışanlar sadece bir iki işi yaparken, Hüseyin Efendi her işi yapardı. Ayrıca Hüseyin Efendi Adana´da en hızlı matbaa dizgisi yapan ustaydı.

            Adana´nın ünlü matbaa ustası Tevfik Efendiden ders almıştı. Tevfik Efendi Adana matbaacılarının bir numaralı ustasıydı. Ayrıca matbaacıların başıydı. Başı sıkışan ondan yardım isterdi. Savaşta ölünce ustalık işi Hüseyin efendiye kalmıştı. Zor bir zanaattı matbaacılık.

             İçeri girdi. Pencereleri açtı. Odanın gazlı havası dışarı çıkarken, Ahmet Remz, Ağa´ya tekrar baktı. Ahmet Remzi Ağa hala masanın üzerindeki yazıyı okuyor, kendi kendine yorum yapıyordu.   

            Yazı resmi kanaldan gelmişti. Üzerinde Adana Valiliği yazıyor, alt tarafında Vali Bey´in kırmızı mührü görünüyordu. Bu mührü gazeteciyim diyen herkes bilirdi. Böyle bir yazının gelmesi demek yüksek makamlardan emir gelmiş demekti. Çoğunlukla hükümetin yeni çıkardığı kanunlarla ilgiliydi. Her gazeteci yeni kanunlara uymak zorundaydı. Kimse.

            ?Ben bu kanunu bilmiyordum.?deme zevkine sahip değildi.

              Yanına yaklaşınca Ahmet Remzi Ağa başını kaldırdı ve Hüseyin Efendinin gözünün içine baktı. Ağlamaklı bir sesle:

             ?Gel Hüseyin Efendi? dedi. ?Artık gazetecilik hayatımız bitiyor. Zaten zor yaşıyorduk,  bundan sonra  ?yaşamayın, ölün? diyorlar.

               Sanki kurtuluş savaşını biz vermedik.

               Sanki Fransızlara karşı ayaklanmadık.

               Sanki millet savaşa giderken, biz karşı taraftaydık. Hepsini elimizden aldılar işte.            Her şeyimizi aldılar. Biricik ekmek teknemizi aldılar. Varımızı, yoğumuzu, geleceğimizi aldılar. Hem de basit bir kanunla aldılar. Bundan sonra dünyamızı yeniden kuracakmışız.

 Bütün bildiklerimiz yok artık. Her şey yeniden başlayacak. Her şey yeni düzene göre oluşacak. Kolay mı bütün bunlar...Ne sanıyor insanlar gazeteciliği... Olacak iş değil bu?

 Öldük biz Hüseyin Efendi öldük??

               Hüseyin Efendi, Ahmet Remzi Ağa´nın konuşmasını bir süre dinledikten sonra cevap vermeden tekrar matbaa odasına girdi. İçeri bayağı havalanmıştı. Bir yerlerde eksiklik olup olmadığını gözden geçirdi. Hiç bir eksiklik yoktu. Sadece duvarın dibinden içeriye su sızmış, makinenin yan tarafı nemlenmişti. O da her yağmurda olan şeylerdendi. Hiçbir şeye zararı yoktu. Koskoca Ahmet Remzi Ağa´yı kızdıran başka şeyler olmalıydı. Yoksa gazetedeki  yazılan haberlerde bir hata mı vardı? Valilikten bu güne kadar ne geldiyse hepsi basılmıştı. Basılmayan ya da tereddüt edilen bir durum olsa, bütün çalışanların haberi olurdu. Öyle bir durum da yoktu. Acaba Ahmet Remzi Ağa´nın sabah ki korkusu neydi? Yoksa köşe yazarlığı yapan Hocalardan biri hata mı yapmıştı. Valilik sert bir yazı yazarak Ahmet Remzi Ağa´yı neden üzüyordu?

             Tekrar Ahmet  Remzi Ağa´nın yanına döndü. Bu arada Erkek Lisesi Başmüdür Yardımcısı Hasan Bey içeri girmiş, Ahmet Remzi Ağa´nın yanına oturmuştu. Hüseyin Efendi onlara yaklaşırken Ahmet Remzi Ağa kahve söylemesini işaret etti. Yüzü sabahki kadar sert  değildi. Biraz yumuşamış, sakinleşmişti.

               Hüseyin Efendi dışarı çıktı. Yan tarafta çaycılık yapan Şaban´a iki kahve yapmasını söyledi. Sonra tekrar içeri girdi. Hasan Bey ile Ahmet Remzi Ağa kendisine bakarak gülüyorlardı. Onların gülümsemesine sevindi. Hasan Bey:

                ?İşte sana adam.?dedi ve tekrar gülmeye başladılar.

                  Gülmelerinin arkasında garip bir hava vardı. Neye güldüklerini bir türlü çözemiyordu Hüseyin Efendi. Yoksa Valilikte yapılması gereken bir iş mi vardı. Ya da gizli bir görev mi verilmek isteniyordu. Savaş yıllarında birçok göreve gitmişti. Birinde Milis kuvvetlerine; takviye Fransız askerlerinin geldiği ve Maraş´a gidecekleri haberini bildirmişti. Kimse bu haberi kendisinin bildirdiğine inanmamıştı. Bu defa da öyle bir görev olabilirdi. Yalnız böyle bir görev verilmesi ile Hasan Bey´in ne ilgisi vardı.

                  Kahveler gelince Şaban´ın elinden aldı ve yanlarına doğru yürüdü. Kahveyi alan Hasan Bey;

              ?Hüseyin Efendinin yaşı bayağı var ama içinden çıkar.?dedi.

              ?İnşallah.?dedi Ahmet Remzi Ağa.

                Kahveleri verdikten sonra Hüseyin Efendi kenara çekilip konuşmaları dinlemeye başladı. Bulunduğu yerden tam olarak anlaşılamıyor, dudak harekâtlarıyla çözmeye çalışıyordu.

              Ahmet Remzi Ağa;

             ?Benim korkum da o.? dedi. ?Ben de öğrenmek istiyorum ama yaşım bayağı geçti. Bu yaştan sonra öğrenmek o kadar kolay iş değil. Genç birini bulmalı, onu göndermeli. Yedi sekiz yaşlarında olmalı gidecek kişi. On yaşından sonra öğrenmek bayağı zor olur. O yaşta birini nasıl bulacağız. Bulsak bile on yaşındaki çocuğa ?Gel de bizim matbaada çalış? diyemeyiz ki. Çocuk ne anlar matbaa işinden.?

              Hasan Bey kahvesinden bir yudum aldıktan sonra:

            ?Aman Ahmet Ağa.?dedi. ?Sen hala okumayı bizim Elif Cüzi mi sanıyorsun? Elif Cüzi´ni yedi yaşında zor anlardık, yetmiş yaşında anlamak daha zor. Dediklerine göre bu yazı ona benzemezmiş. Öğrenmesi daha kolaymış. Ayrıca okuryazar olanlar için daha kolay oluyormuş. Mustafa Kemal Paşa Samsun´da At arabacısına öğretmiş. Hem de yaşlı bir arabacıya. Arabacı kaç yaşındaymış biliyor musun? Tam altmış beş yaşındaymış. ?

            ?O büyük adam.?dedi Ahmet Remzi Ağa. ?Keşke benim de öyle bir Hocam olsa. Gecemi gündüzüme katıp öğrenirim yeni yazıyı. Hiç gam yemem harcadığım çabaya.?

           ?Herkes öğrenecek? demiş Gazi Mustafa Kemal Paşa.?dedi Hasan Bey. ?Bir gazeteci sormuş Paşaya. ?Paşam? demiş. ?Gel bunu birkaç yıla yayalım. O zaman ülke çapında öğrenilmesi daha kolay olur. ?Hayır? demiş Gazi Mustafa Kemal Paşa. ?Bu iş ya altı ayda olur, ya da hiç olmaz. Bu yılsonuna kadar mutlaka bitirmeliyiz. Yoksa başarılı olmamız imkânsız.?

           ?Paşa çok kararlı.?dedi Ahmet Remzi Ağa. ?Çok kararlı da benim bütün geçmişimi bir anda yok etmeye çalışıyor. Koskoca Osmanlıyı ?unutun? diyor bize. Osmanlıyı bir anda çöpe atmak kolay mı? Dev bir Çınar ağacı o. Koskoca bir kültür abidesi.?

            ?Anlıyorum.?dedi Hasan Bey.

             Bu arada Hüseyin Efendi ve diğer yeni gelmiş çalışanları etrafına çağırarak dinlemelerini söyledi. Etrafında beş altı kişi vardı. Hepsi de Hasan Bey´i sever sayardı. Ayrıca Hasan Bey gazetenin köşe yazarlarındandı. Günün yorumlarını o yapar, başyazıyı o yazardı. Ahmet Remzi Ağa bile onun fikrine hürmet ederdi. Hiç bir zaman Hasan Bey´e patronluk yapmamıştı. Gerçi kimseye patronluk yapmazdı. İstese herkese de yapardı. Buna kimse itiraz da edemezdi. Arkasında fikir danışan birçok devlet erkânı vardı. Bir dediğini iki etmezlerdi. Ama Ahmet  Remzi  Ağa yine de bir karıncanın belini incitmezdi.

            Herkes toplanınca Hasan Bey masanın üzerinde duran kâğıdı yanına çekti:

           ?Arkadaşlar.?dedi. ?Bugün Valilikten bir yazı geldi. Belki kurulu düzenimize ters gelebilir. Fakat ülkemizin geleceği için, İstiklal harbi kadar önemli. Nasıl hepimiz düşmana karşı topluca savaştıysak, yeni yazıyı öğrenmek için de topluca savaşacağız. Bu Başkomutanımız Mustafa Kemal Paşa´nın Millete verilmiş bir emridir. Yoksa bir kanun kuvveti değildir. Biz inanıyoruz ki Emperyalist güçleri ve kültür düşmanlarını bu harflerle yerin dibine gömecek şanlı tarihimize ve kimliğimize tekrar kavuşacağız. Şanlı tarihimize diyorum çünkü şu ana kadar Osmanlı Hanedanlar tarihini tanıyorduk. Hâlbuki bizim de kendi tarihimiz ve dilimiz vardır. Başka Milletlerin diliyle kültür gelişemez. Bizim dilimiz Türkçedir. Arapça, Farsça karışımı Osmanlıca bizim dilimiz değildir. Yeni kurulan Cumhuriyet artık sizlerindir. Sizlerde bu dile ve yazıya sahip çıkacaksınız. Çıkacaksınızda Cumhuriyetin bayrağını sonsuza dek dalgalandıracaksınız. İşte bütün bunlardan dolayıdır ki gece demeden, gündüz demeden, çoluk, çocuk yaşlı, ihtiyar, kadın, erkek demeden hepimiz Millet mekteplerine gidecek, Atatürk´ümüz altı ayda öğreniriz sözünü yerine getireceğiz. Bizim ve Cumhuriyetin geleceği buna bağlıdır. Bu savaş bir kültür savaşıdır. Bundan pes etmek ?Ben bunu öğrenemem? demek kimseye, hele Türk Milletine hiç yakışmaz. ?Türk Milleti zekidir. Türk milleti çalışkandır.? Bunu ben söylemiyorum, Mustafa Kemal Paşamız söylüyor. Onu mahcup etmeyelim. Adanalı Gazeteciler olarak bayrağı en önde biz taşıyalım.?

                 Hasan Bey´in konuşmaktan ağzı kurumuştu. Hüseyin Efendinin getirdiği bir bardak suyu içtikten sonra:

                ?Tamam, mı Hüseyin Efendi??dedi.

                  Hüseyin Efendinin gözlerinden yaş akıyordu. Ellerinin ucuyla gözlerini sildikten sonra:

                 ?Paşam Emreder de olmaz mı??dedi.

                  Matbaa odasına girdiğinde bütün çalışanlar ağlıyordu. Ahmet Remzi Yüreğir bey bile yönünü duvardan tarafa dönmüş ağladığını saklamaya çalışıyordu. Mustafa Kemal Paşanın Milletine verdiği görev tebliğ edilmiş herkes, ?Ne yaparım? telaşına düşmüştü. Sabah gazete çıktığında yeni harflerle yazılmış  ?MERHABA TÜRKÇE? yazısı bütün Çukurova´yı ve Adana´yı selamlıyordu. Tarih?./?./                     

 

 

 

 

YAZARLAR

  • Cuma 24.9 ° / 14.2 ° Güneşli
  • Cumartesi 28.3 ° / 15.1 ° Güneşli
  • Pazar 28.3 ° / 15.7 ° Güneşli
  • BIST 100

    9079,97%3,10
  • DOLAR

    32,35% 0,15
  • EURO

    34,93% -0,09
  • GRAM ALTIN

    2322,96% 0,18
  • Ç. ALTIN

    3843,45% 0,00