?Türk Tipi? başkanlık sisteminin tartışılmasının hızlandığı ve henüz Bahçeli-AKP Anayasa taslağının ortaya çıkmadığı günlerde kimi aklı evvel çevrelerde, ?olursa bari Amerikan Tipi olsun´ teslimiyeti baş göstermişti. ?Denetim ve Denge, checks and balances´ işleyişlerinin tarihsel başarılara ulaştığı varsayılan Amerika´da Kongre ve Yargı´nın Başkana keyfilik şansı tanımadığı, önemli atamalar dahil yaşamsal konularda iplerinin sıkı tutulduğu öyküleri anlatılır olmuştu. Doğrudur bu savların çoğu da, ancak şimdiye kadar Amerikalıların ve de oradaki sistemin hayranlarının havsalasına sığmayacak ölçüde performans sergileyen bir Trump deneyimi henüz yaşanmamıştı hiç.
Evet, yeni başkanın 100.gününü geçenlerde doldurduğu dönemde tüm kurumsal, kuramsal ve de siyasal deneyimlerle kazanımların aksine öyle olaylar yaşandı ki Trump´un partisi Cumhuriyetçilerin bir bölümü bile elleri böğürlerinde gelişmeleri dehşetle izliyorlar. Hemen anlaşıldı ki keramet sadece işler görünen sistemde değil. İngiltere Kıralının yetkilerine özenen bir sistem kuran Amerikan Devriminin Ataları, bu denli yetkilerle donatılmış bir ?fani´nin her türlü denetim işleyişlerinin de bulunmasına rağmen tek başına yaşamsal/ölümcül kararlar alıp, hesabını daha sonra vermeye layık olamayabileceğini hesaba katamamışlar. Ne denli yargı ve yasama denetimi kurulması hedeflense de, bir başkanının Yüce Divan´da yargılanma olasılığı ve son tahlilde seçmen kitlelerine bir daha seçilmemek türünde sorumluluğu bulunsa da, insan faktörü yüzyıllar sonra bile hesapları boşa çıkarabiliyor.
Amerikan kamuoyu, medyası ve siyasal ortamı kaynıyor son günlerde. Trump´un bir gecede FBI başkanını görevden alması, bunun gerekçesi olarak kendisini de hesaba çektirecek soruşturmaları durdurma olasılığının bulunması; ya da Rus Dışişleri Bakanı Lavrov´a IŞİD ile mücadele konusunda müttefiklerinin bile haberdar edilmediği konularda bilgiler aktarması ve sonradan bu konuda fütursuzca ?yaptım ne olmuş!´ gibi bir tavır takınması üzerine deyim yerinde ise kıyametler kopuyor. Hakkında, ?Hemen soruşturma açılsın, azli istensin? gibisine laflar ortalıkta dolaşıyor.
Hele Amerika´nın güvenlik ve savunma kaygılarına tam olarak uyum sağlamadığı hatta bu konularda yeterli bilgi sahibi olmadığı iddiaları, Suriye´deki bir hava üssünü tartışmalı gerekçelerle vurdurması, Beyaz Saray´da aile efradının söz sahibi olduğu bir ortam yaratmak istediği yolundaki eleştiriler, medyayı yalan haberler yayan bir kurum olarak aşağılaması kamuoyundaki rahatsızlığı giderek artırıyor.
Tam da bu sıralarda 15 Mayıs günkü Washington Post gazetesinde Sarah Posner imzalı bir yorum/haber dünyanın öbür ucundaki bizleri bile kaygılandıracak öğeler taşıyor. Trump´un kendisinin bir sürü gerçekle örtüşmeyen haberlerle bilgilendirildiği iddialarına yer verilen yazıda, Beyaz Saray´daki kimi danışmanların ve görevlilerin başkanın önyargılarına, hatta paranoya derecesine varan kaygılarına, komplo teorileri merakına uygun düşen yalan yanlış olaylar kurgulayarak çanak tutmasından söz ediliyor. ?Böyle bir durumun her Amerikalı´nın yüreğinde dehşet yaratması gerekir? denilen yazıda, gerçek krızlerle karşılaşıldığında Başkanın gerçeklerden korunmak suretiyle avutulmasına zemin hazırlayıp ona göre kararlar almasına neden olacak işgüzar ve bir yer kapma telaşındaki Beyaz Saray görevlilerinin yaratacağı tehlikelere dikkat çekiliyor.
Bu haberin hemen ardından, ilginçtir, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ABD Başkanı Donald Trump´ın yaptığı görüşme sonrası düzenlenen basın toplantısında tercüme skandalı yaşandığı ileri sürüldü. Dahası bu tercümenin bir hatadan çok kasıtlı olabileceği olasılığı da iddialar arasında yer aldı.
Medyaya yansıdığı şekliyle, Washington Hattı´ndan İlhan Tanır´ın haberine göre, Erdoğan konuşmasında "Terör örgütleri ile ilkeli ve kararlı mücadele konusunda geçmişte yaşanan hataları telafi edecek adımların devamının gelecegini ümit ediyoruz? derken, bu sözlerin Trump´a yapılan çevirisinde ise, ?prensip dahilinde terörist örgütlere karşı bütün dünyada yapılan mücadelede, biz geçmişte yaptığımız hataları tekrarlayamayacağız, bu yolda beraberce çalışmaya devam edeceğiz" denildi.
Trump´ın bu çeviriyi duyduktan sonra başını keyifle salladığı ve söylenenden memnun olduğu da haberde kaydedildi.
Erdoğan´ın "YPG-PYD terör örgütünün hangi ülke tarafından olursa olsun muhatap olarak alınması bu konuda küresel düzeyde varılan mutabakata kesinlikle uygun değildir? sözlerinin çevirisinde ise, "terör örgütü" ifadesi kullanılmazken, Erdoğan´ın "muhatap alınması" sözleri ise "düşünülmesi" şeklinde çevrildi.
Washington Post´daki iddia ile Beyaz Saray´da, eğer doğruysa, yaşanan tercüme skandalı bir rastlantı mıdır, yoksa bu olay Trump´un işitmek istediklerini söyleyen, söyleten görevlilerin marifeti midir? Akıllara gelen hemen bu. Türkiye Cumhurbaşkanı tam da stratejik ortağımızın yeni Başkanına ABD´nin koalisyon ortakları ile Suriye´de büyük yanlışlar yapmakta olduğunu söylemek üzere Beyaz Saray´a kadar gelmişken, hataları kendisi üstlenerek, ?biz geçmişte yaptığımız hataları tekrarlayamayacağız,? demesi olası mı? Ya da ?Bunlara silah vermeyin, bunlar PKK´nın parçasıdır? uyarısını yapmak Amerika ziyaretinin temel amaçlarından birisi iken, YPG-PYD´ye yönelik ?terör örgütü´ nitelemesi tercümede yer almaz ise Cumhurbaşkanının çabalarını boşa çıkarmaktan başka nasıl izah edilebilir bu gaf?
Sorumlusu kimdir, hangi amaçlarla sahnelenmiştir bu skandal, bunu elbette kestiremiyoruz. Hatadan çok kasıt aranması gereken bu olaydan elbette zararlı çıkacak olan Türkiye´nin almaya çalıştığı pozisyondur. Sırf Trump´u keyiflendirip, işitmek istediklerini duyurmak, Ortadoğu´yu kana bulamakta olan Suriye içsavaşının gerçeklerini, çözümsüzlüklerini, ülkeler ve uluslararası duyarlı dengeleri rayından çıkarmak anlamını taşımaz mı?
Kaldı ki ABD´nin yeni başkanı henüz ülkesinin ve kendisinin hangi sorumlulukları üstlenmesi gerektiğinin farkında değil görünmektedir. Askeri ve siyasal danışmanlarının raporlarına, brifinglerine kapılıp kararlar verme arayışını sürdürmektedir. Bu arada Recep Tayyip Erdoğan ile ilk karşılaşmasında da Türkiye ile ilgili gerçekleri tam olarak kavrayamayacağı bir görüşme ortamını yaşanmış olmaktadır.
Olaya asıl bir de şu yönden bakmakta yarar var: Her türlü denge ve denetim kurumlarının işlediği varsayılan Amerikan Tipi Başkanlık sisteminin dahi böylesine kişisel eksikliklerle malul olması, demokratik ülkelerde ulustan yana ve hukukun üstünlüğüne değer veren bir rejimin yaşatılabilmesi sorununun bulunduğunu gündeme getirmektedir. Sadece ?doğrudan halk oylamasının sağladığı? meşruiyet ve yetki, iktidar sahibi olunması olayı değildir sorgulanması gereken. Kurumsal yapılanma kadar, bir ?fani´ye tam yetkinin verilip verilmemesi yanıtını sağlıklı biçimde bulmak da önemli olmaktadır.
Beyaz Saray görüşmesindeki örnek sadece ABD için kimi zaafları ortaya koymanın ötesine de geçmektedir. ABD Başkanının, karşısındaki muhatabın Türkiye´nin de yaşamsal çıkarları ve güvenliği için orada niçin olduğunu kestirememesine neden olacak bir yanlış algı operasyonuna uğratılması olayıdır söz konusu olan. Demek ki her ne kadar denetim altına alınmaya çalışılırsa çalışılsın, bir kişinin tek başına hiç bir zaman kurumsal ve bütünsel bir yönetim mekanizmasından büyük olmasına, ya da kendisini böyle sanmasına fırsat tanınmamalıdır.