Tarih: 28.09.2021 11:20

Uygur’dan Dil Devrimi açıklaması

Facebook Twitter Linked-in

VAHİT ŞAHİN

Altınoran Düşünce ve Sanat Derneği Başkanı S. Haluk Uygur, “Dilin sadeleştirilmesi, ulusallaşmanın, emperyal güçlerden bağımsızlaşmanın en önemli adımlarından biri olarak görülüyor; bizzat Atatürk’ün yönettiği bu hareket, kendine referans olarak halkın konuştuğu öz Türkçe’yi alıyordu” ifadesini kullandı.

Uygur, “Atatürk’ün sadece dilin Türkleşmesi konusunda değil, çok sesli müziğimizin de ulusallaşması konusunda Torosları ve Adana’yı işaret ettiğini biliyoruz” dedi.

1932’deki ilk Türk Dili Kurultayı’nın açılış günü olan 26 Eylül’ün üzerinden 89 yıl geçtiğini belirten Altınoran Düşünce ve Sanat Derneği Başkanı S. Haluk Uygur, “Dolmabahçe Sarayı’nda toplanan kurultaya öğretmen, yazar, şair, sanatçı, hukukçu, bilim insanı ve diğer mesleklerden 1000 civarında üye, 500 civarında da izleyici katıldı. Bir kısmı yurtdışından gelen bilim insanları da olan üyelerin arasında en dikkati çekenler ise Atatürk’ün bizzat Adana’dan Toros Türkmen aşiretlerinden davet ettiği üç köylüdür. Ayrıca Kütahya’dan Karakeçili Aşireti’nden de iki kadın, bir erkek davet edilmiştir” dedi.

“Atatürk, Adanalı Türkmenler Ve Dil” başlıklı bir makale yazan Uygur şunları kaydetti:

“Yöneticiler yeni kurulan cumhuriyetin sömürgeciliğe karşı durabilmesi için ulusal aidiyetin oluşturulması gerektiğinin bilincindeydiler.

Cumhuriyet öncesi ülke, ümmet- kul anlayışına göre yönetildiği için ulusal aidiyet gelişmemiş, bu aidiyeti oluşturacak şeyler (başta dil, yazı, tarih olmak üzere) ihmal edilmiş, hatta “Jöntürkler”e yapıldığı gibi cezalandırılmıştı.

Emperyal sömürüden kurtulabilmenin yolu olarak, emperyal baskıya karşı ulusun kendi varlığıyla ortaya çıkarak, kendi kendine yetmesinin sağlaması olduğu görülüyordu. Tarımda, sanayide, ekonomide ulusal gücün yaratılabilmesinin de ulusal aidiyetin yaratılması ile olduğu açıktı. Ulusal bilinç kültürel ve sanatsal özvarlığın ortaya çıkarılması ile oluşacaktı.

Bu yüzden, ulusu temsil eden kitlenin kullandığı dilin ortaya çıkarılıp ülkenin resmi dili haline getirilmesi; bu dilin bir iletişim aracı olarak kullanılabilmesi için, kolay öğrenilebilecek bir alfabeye kavuşturulması sömürüden bağımsız bir ülke kurmanın ilk adım olmalıydı. Ayrıca ulusal tarih bilincinin geliştirilmesi de ulusal aidiyetin önemli bir zorunluluğuydu.

İşte bunlar için arka arkaya devrimler yapıldı. Önce yeni harfler kabul edildi. Ardından Türk Dili Tetkik Cemiyeti ve Türk Tarih Cemiyeti kuruldu.

Bu kuruluşları felsefik olarak sağlam temellere oturtabilmek için ise çeşitli bilimsel toplantılar yapılarak, dünya çapındaki bilim insanlarıyla ülkemizin düşünen insanları bir araya getirildi. Evrensel bilgi ile yerel varlık bir araya getirilerek ortak bir akıl oluşturulmaya çalışıldı.

Bu çalışmaların en önemlisi 1. Dil Kurultayı’dır. 26 Eylül 1932 tarihinde Dolmabahçe Sarayı’nda toplanan kurultaya öğretmen, yazar, şair, sanatçı, hukukçu, bilim insanı ve diğer mesleklerden 1000 civarında üye, 500 civarında da izleyici katıldı.

Bir kısmı yurtdışından gelen bilim insanları da olan üyelerin arasında en dikkati çekenler ise Atatürk’ün bizzat Adana’dan Toros Türkmen aşiretlerinden davet ettiği üç köylüdür. Ayrıca Kütahya’dan Karakeçili Aşireti’nden de iki kadın, bir erkek davet edilmiştir.

Adana’nın Şambayatı ve Farsak Aşiretlerinden Hasan Efendi, Ahmet Çavuş ve Yiğit Ağa, beraberlerinde o yıllarda milli eğitim müfettişi olan (sonradan müze müdürü) Ali Rıza Yalkın olmak üzere kurultaya katıldılar. Bu üç kişinin Türkçe’nin ana kaynaklarının kendilerinin konuştuğu dil olduğunun farkında olarak kurultaya katıldıklarını, o günlerde Cumhuriyet, Milliyet ve Vakit gazetelerine verdikleri demeçlerden anlıyoruz.

Hasan Efendi gazetelere;

“Büyük Gazimiz bizi çağırdılar, sizinle konuşacağım dediler. Sırası gelince anlatacağız. Memlekette konuştuğumuz lafları, söylediğimiz şarkıları anlatmak için İstanbul’a geldik. Efendim gazete basılıyor. Milletin hepsi okumuş ve bugünkü yazı sözlerini öğrenmiş değil ki, ne dediğini anlasın. Öyle bir dil kullanmalıyız ki, yazılanı, söyleneni şehirlisi de anlamalı, köylüsü de” diye demeç verirken, Yiğit Ağa;

“Büyük Gazimiz bizi çağırdılar, sizinle konuşacağım dediler. Sıramız gelince anlatacağız.” şeklinde bilgi veriyordu.

Ahmet Çavuş ise daha iddialı konuşuyor;

“Bu memlekette öz Türkçe kullanılacak., bunu istemeyenlere tahammülümüz yok. İçimizden çıkıp gitsinler!” demeyi bile göze alıyordu.

Bu bilgilerden de anlaşılacağı üzere dilin sadeleştirilmesi, ulusallaşmanın (emperyal güçlerden bağımsızlaşmanın) en önemli adımlarından biri olarak görülüyor; bizzat Atatürk’ün yönettiği bu hareket, kendine referans olarak halkın konuştuğu öz Türkçe’yi alıyordu.

İleride Türk Dil Kurumu’nun alt yapısını oluşturacak olan bu bakış açısı, altı okla ifade edilen değerlerden; devrimcilik, ulusalcılık ve halkçılık kavramları ile rahat bir şekilde örtüşüyordu.

Kısacası, bu değerlerin felsefesi ile oluşan Türk Dil Kurumu var olduğu sürede devrimci, halkçı ve ulusalcı bir çizgiyi temsil etti. 12 Eylül darbesinin yıkıcı kararlarından birine kurban giderek tüzel kişiliğinin ortadan kaldırıldığı 17 Ağustos 1983 tarihine kadar da bu ülküsünü devam ettirdi.

Atatürk’ün sadece dilin Türkleşmesi konusunda değil, çok sesli müziğimizin de ulusallaşması konusunda Torosları ve Adana’yı işaret ettiğini biliyoruz.

İlerde Bela Bartok, Ahmet Adnan Saygun ve Ulvi Cemal Erkin’i niçin Adana’ya gönderdiğini konu ederek Atatürk’ün bölgemize olan ilgisinin nedenlerini ortaya koyabiliriz umuduyla.”

(vş)




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —