Değerli okurlar, Yarbay Köprülü´lü Şerif (İLDEN)?in Sarıkamış Savaşı ile ilgili anılarına kaldığımız yerden devam ediyoruz. Şerif Bey, anılarında askerlerimizi kış ortasında böyle bir savaşa zorlayıp, onları karlar içine gömdükleri için Enver Paşa ve onun yönünde hareket eden komutanlar için çok sert eleştiriler yapmaktadır. Biz bugün, Sarıkamış Savaşının son günlerine dönük değerlendirmelerini sizlere sunacağız.
22 Aralık 1914 günündeyiz. Keskin bir soğuk hepimizi titretiyor. Ayaklarımızın uçları çürümüştü. Erler şu koca ormanlar içinde bize yakacak bir kuru çam dalı bulamıyorlar. Ateşimiz bugün pek sönük yanıyor. Öğleden sonra saat 14.00. Önümüzden birer birer geriye gidecek yük hayvanları geçmeye başladı ve tam bu sırada Tuğgeneral Hafız Hakkı Paşa geldi. Her insan duygularını saklayamaz. Hafız Hakkı Paşa da tam anlamıyla içten bir insandı. Ve yine her zamanki gülümsemesiyle bize Fransızca:
"Her şey bitti" dedi ve genel geri çekilme emrini not ettirdi. Evet, her şey bitmiş ve yine burada da çam diplerinde, dereler içinde, karlar altında tatlı ve sonsuz bir rüyanın sonsuz mutluluklarına kavuşan binlerce Türk´ün kanı ve canı onların öksüz çocuklarının gözyaşı pahasına milletin onuru, tarihi ve dini kurtulmuştu. Fakat şu çirkin hayattan büyük namuslarını şehitlik nimetiyle kurtaran binlerce zulme uğramış Türk´ün övündüğü hava içinde ve Sarıkamış ormanlarını bir büyü gücüyle büyülemiş ve kaplamış bir yarım kalmış isteği, bir şeyi kalmıştı. Bu dile, kaleme gelmeyen büyük bir şey geleceğin öz Türk çocuklarına sanki şöyle diyordu: "Cinayet var, cani kimdir? Aramayacak mısınız? Hıyanet gördün, hain kimdir? Bulmayacak mısınız?"
Zavallı renksiz ve zayıf çocuk! Yalnız senin uğradığın feci zulüm Allah´ın adaletini depreştirmeye, adaletin sabrını oynatmaya, sabrın sonunu getirmeye yeter. Sen işte o trajedi sahnesinin bugüne dek "Meçhul askeri" idin. Ve sonsuza dek mağduriyetin simgesi kalacaksın. Sen bugün altında yattığın çam ağaçlarından bir dal bile kırmadın. Onlar senin küçük mezarını sonsuza dek gölgelendirecekler.?
?Her şey bitti diyordu. "10´uncu Kolordu´nun Çermik yönüyle dağlar üstünden bir tek bağlantı yolu var, bu sabah keşfettirdim. Saat dörtte 10´uncu Kolordu geri çekilmeye başlayacak. Siz de bu yoldan çekilebileceksiniz. Ruslar fark etmezler umudundayım."
Bu söz henüz bitmişti ki ileriden bir görüntü, telaşlı bir hareket görüldü. Dört beş er ellerindeki hayvanları acele acele çekmeye, adeta kaçmaya uğraşıyorlardı. Hafız Hakkı Paşa "Bu ne? Panik var!" dedi. "Şimdiye dek bu kolordunun askeri panik yapmadı. Şimdi ise ileride panik yapacak askerimiz kalmadı" cevabını verdik. Yedek olarak verilen bölüğe adam koşturalım dedik. Bölüğün geri çekilmekte olduğunu gördük. Ve bir sinema şeridi hızıyla geçen bu olaylardan sonra bizim karargâh kurşun yağmuru altında kaldı. Kurşunlar ağaçlara çarptıkça patlar gibi ses çıkardıkları için Hafız Hakkı Paşa "Domdom kurşunu atıyorlar" dedi.
Fazla konuşmaya olanak kalmadı. Bir Rus avcı hattı 17´nci Tümen ile 10´uncu Kolordu arasındaki açıklıktan ortaya çıktı ve bizi şiddetli bir ateş altına aldı. Hafız Hakkı Paşa atına atladığı gibi kurşun yağmuru altında 10´uncu Kolordu´ya doğru çekip gitti. Acele ile kırbacını da İhsan Paşa´ya yadigâr bıraktı. Ben hâlâ Hafız Hakkı Paşa´nın bu kurşun yağmurundan nasıl kurtulduğuna şaşarım. Biz ilk patırtıyı geçirmek için 28´inci Tümen grubu tarafına çekilmek niyetindeydik. Oradan gelen bir süvari düşmanın şimdi 28´inci Tümen´i tümüyle tutsak aldığını söyledi: Demek ki iş işten geçmişti. Geri çekilmeye karar verdikleri günde bu ani felaket bize yıldırım gibi etki etti. Acele ile cebimizdeki evrakı ateşe attık. Kolordu karargâh bayrağını kırarak bezini yaktık. Ve üstümüze Rusça "Davranmayın teslim olun!" hitaplarıyla elde tabanca, çevresinde süngülü Ruslarla gelen bir düşman subayına teslim olduk. Herif bize ileri karakol postası sanmış. Tümümüzü subay elbisesiyle görünce ve hele bir kolordu karargâhı komuta kurulu olduğumuzu anlayınca mal bulmuş mağribi gibi sevindi. Bir türlü inandıramıyorduk. Çünkü bizde öyle bir komuta kurulu kılık ve kıyafeti kalmamıştı. Tam on bir günden beri şu ormanlar içinde kar üstünde, fırtına ve tipi altında yaşamaktaydık.
Her şey bitmişti. Ruslara hekimler de dahil olduğu halde bugün 106 subay, yaklaşık 80 er, bir kırık top kundağı ve birkaç at teslim edilmişti. İşte 22 Aralık 1914 öğleden sonra saat 15.30´da 9´uncu Kolordu´nun genel kuvveti!
Ruslar ayın 23´üncü, yani geri çekilme emrinin ertesi günü Divik´e girdiler ve 10´uncu Kolordu artıklarını Çermik´e doğru izlediler. Enver bilgisizlik ve inatçılığının hıyanetten beslenen dik kafasının etkisiyle on iki günden beri şu karlı dağlara ve büyük ormanlara gömdüğü binlerce bahtsız vatan evladını çiğneyerek yalnız başına, dişlerinde kanlı salyalar akan bir yılgın canavar gibi kaçtı.
Kızakçı atlarına "deh!" dediği anda hürriyet kahramanı, Trablusgarp savunucusu, Harbiye Nazırı ve Başkomutan Vekili Enver´i Anadolu halkı sınır yollarında bir çukura gömdü. Kızakla Sivas´a doğru kaçan hain, Türklük ve insanlık erdemlerinden soyunmuş, Almanya İmparatoru´nun ücretli yamağı, babasına ve kardeşlerine layık olmayan kanlı katil ve uğursuz bir herifti.
Yüksek rütbeli ve yüksek makamlarda bulunmuş bir kişi, Sarıkamış´tan söz edildiği zaman "Gençler orduya komuta ederlerse işte böyle olur!" diyordu. Oysaki ordunun gençleşmesi demek, Enver´in Başkomutan, Hafız Hak merhumun Genelkurmay İkinci Başkanı veya 10´uncu Kolordu Komutanı olması demek değildi ki. Ordunun gençleşmesi bir zorunluluğun sonucu idi. Bu zorunluluğu Balkan Savaşı doğurmuştu. Ve hepimiz itiraf ederiz ki bu doğurma Enver hakkında bir düşürme oldu. Balkan Savaşı sırasında sorumluluğun anlamı çoğunlukla aşırılıkla lekelidir. Komutanlarının maiyetindekilerin çoğu sorumluluğu ondan korkmak ve ondan çekinmek anlamında kabul ettiler. Yarın bir harp divanının karşısında cevap vermekte güçlüğe uğramama yollarını aradılar. Emirlerini bu olumsuz anlayışla düzenledi ve dağıttılar. Hatta birliklerinin harp ceridelerine eklemeleri gereken belgelerin asıllarını bile birçoğu ceplerinde sakladı, bir kelime bile görevlerine "özveri" dedikleri şeyden bir parçacık ekleyemediler. Onların özveriden anladıkları ise zaten görev gereği bazı küçük erdemler derecesini aşmazdı. Bu durumlar ve bazı particilik ihtirasları ordu komutanlarının kolordularını düşündükleri gibi sevk ve yönetmelerine olanak bırakmadı, yenildik. Yenilgi üzerine, ordunun gençleştirilmesi gerekti. Sarıkamış´ta Enver, Hafız Hakkı merhum ise sorumluluğu büsbütün ters anladılar. Bunlar için sorumluluk, Balkan Savaşı komutanlarının anlayış tarzlarının tam anlamıyla tersidir: "Madem ki her istediğimizi yapabilecek bir durumdayız, her türlü sorumluluğu göze almalıyız. Kalkarsak, yerlerine geçtiğimiz kişilere karşı açıklama yapma gücünü bulamayız" diye düşündüler. Bu kez de sorumluluğun anlamı korkmamak ve çekinmemek oldu. Bununla birlikte sizi temin ederim ki Sarıkamış´ta ve ondan önceki aylarda sorumluluğun gerçek anlamını kavramış pek çok tümen, alay ve tabur komutanı bulursunuz. Bu da ordunun gençleştirilmesi sayesindedir.
Konu dışı olmasaydı size yalnız Çanakkale ve Galiçya´yı değil İnönü ve Sakarya´yı da tanık gösterirdim. Tüm bu iyiliğe doğru belirtileri ordunun gençleşmesi üzerine komutanlıklarda meydana getirilen yeniliklerin açık sonuçları değil midir
En önemli bir nokta da Enver´in ruhsal kimliğidir. Gerçekten devrim tarihimizde bu kadar önemli bir görev üstlenen, ülkeyi -Berlin´den Selanik´e koşarak- 31 Mart trajedisinden çekip kurtaran ve şöyle eden, böyle eden bu genç, cesur ve özverili Enver, bu hain, bir cahil miydi?
Enver "hain" değildir. Yalnız büyük komutanlık konusunda, güçleri yerinde kullanma, değerlendirme denilen önemli erdemden tam anlamıyla payını alamamıştır. Biz buna halkın ve erlerin Türkçesiyle "hain adam" deriz. Acımak komutanlar için bir ahlaki erdem anlamında değil, gerekli olan bir sanat kavramıyla düşünülmelidir.
Enver cahil´dir. Kuşak olarak Enver başkomutan olduğu zaman, gerçek bir başkomutan yanında ikinci derecede kurmay subay olabilecek yaştaydı. Akıl ancak dâhi yaratılmış seyrek insanlar için yaşta değil baştadır. Oysaki Enver dâhi değildir. Öyle ise Enver nedir? Enver hastalıklı bir hayalet, hırslı bir şöhrettir. Fakat en farklı ve seçkin özelliği bir ihtilal bağımlısı olmasıdır.
Savaşın başlangıcından itibaren olaylar Enver´i büsbütün çileden çıkardı. Başkomutanlık makamına geçince işin büyüklük ve genişliği onun dar kafasının kavrama çemberini çatlattı. Sağa sola saldırmaya ve tüm maiyet komutanlarını korkaklıkla suçlamaya yöneltti. Sarıkamış trajedisinde gerçekten, eylem halinde yakalandı. Kendinden uzak tutmak için işi yalancılığa, aldatmaya ve iftiraya döktü. Sonra çok da zengin olmuş dediler.
Enver devlet işleriyle ilgili her girişime atılırken belki can atarak "Aman batıyor, kurtarayım!" demiştir. Fakat girişimi başarısızlığa uğrayınca sadece basit bir dudak büküşüyle "Zaten batacaktı, battı" deyip geçtiği ise kesindir.
Gelecek kuşaklara ibret olsun ki biz tüm millet, yanlış yaratılmış bir adamın arkasında kurtuluş aradığımız için feleğin dediği güne düştük.
Tarihlere ant olsun ki büyük bir Türk ordusu bilgisiz ve deli komutanının hırsıyla yüksek dağlar üstünde kara kışın tipisiyle yüzyılların düşmanının güllesi ve kurşunuyla uğraşa cenkleşe ulusal bağımsızlık uğruna tümüyle mahvoldu da bir eri sırt çevirmedi. Sarıkamış´ta hiç panik olmamıştır.
Vaktiyle Sarıkamışlı bir ihtiyarın söylediği şu sözler, tarihimizde Sarıkamış Harekâtı olarak bilinen facianın boyutlarını özlü bir biçimde yansıtıyor. ?Buradan o dağlara baktığımızda, üzerine kar düşmüş çalılıklar görürdük. O çalılıkların, kurda kuşa yem olmuş askerlerimizin kemikleri olduğunu oraya gidince anladık."
Devam Edecek