Ahmet ERDOĞDU


9 EYLÜL 1922: İZMİR’İN DAĞLARINDA ÇİÇEKLER AÇAR


Değerli Okurlar,

Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a yola çıkma hazırlığı yaptığı günlerde, İzmir işgal edilmişti.  Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan sonra İzmir’in işgali, ülkede büyük bir infial yaratmış ve gelişen olaylar sonucu, 9 Eylül 1922 tarihinde Türk ordusu İzmir’e girerek, bir dönemi kapatmıştı. Bu dönemde yaşananları Sayın Kemal Anadol’a sorduk.

                               


          

  1. ERDOĞDU- İzmir, Yunanlılar tarafından neden işgal edildi, perde arkasındaki güçler kimlerdi, bu arada yerli işbirlikçiler neler yapıyor neler söylüyorlardı?

K. ANADOL- Birinci Dünya Savaşının daha çok Osmanlı İmparatorluğu topraklarını paylaşım için çıktığına inanıyorum. İngiltere, Fransa, Rus Çarlığı, İtalya, daha sonra ABD gibi Müttefik devletlere karşı savaşa giren Almanya, Avusturya/Macaristan, Osmanlı İmparatorluğu ve Bulgaristansavaştan yenik çıkmışlardı. Almanya, Avusturya/Macaristan ve Bulgaristan sınırlarında müttefiklerin çıkarına önemli değişiklikler olmuştu. Ayrıca Almanya ödemekte çok zorlanacağı ağır savaş tazminatına mahkûm edilmişti.

Osmanlı İmparatorluğu için durum farklıydı. Savaşa girerken sınırları içinde bulunan bugünkü Suudi Arabistan, Suriye, Ürdün, Irak toprakları petrol bölgesiydi. Savaş bugün olduğu gibi “petrol” savaşıydı aynı zamanda. Bu coğrafyaya İngiltere ile Fransa arasında yapılan Türkçe okunuşuyla Saykıs-Piko haritasıyla el konuldu ve sonra paylaşıldı. Bu çok doğaldı. İngiltere Başbakanı Lord Curzon Shell şirketinin kurduğu Turkish Petrolium’un önemli paydaşıydı. Fransa Başbakanı Clemenceau, Societe Generale desHoilles’le,  Poincareise Carteldes Dix ile iç içeydiler. Bunların tamamı büyük petrol tröstleriydi. ABD Başkanı Wilson’a akıl veren danışmanlar, daha sonra soğuk savaşın Dışişleri Bakanı olacak John Foster Dulles başta olmak üzere Morgan ve Rockefeller tröstlerinin beyin takımıydı.

Sıra Anadolu’ya gelmişti. Galip devletlerin Başbakanları Paris’te Mercedes Otelinde toplanıyorlardı. O sırada Yunanistan Başbakanı Venizelos, Megali İdea (Büyük Fikir) ülküsünü yaşama geçirebilmek için uğraşıyordu. Karadeniz, Marmara, Ege, Akdeniz ve İyon denizinde yani beş denizde egemenlik kuran “Büyük Yunanistan” hayali ve amacı için çabalıyordu. Onun için İzmir ve Ege topraklarına çıkmaya yani işgal ordusu göndermeye çok istekliydi.

Anadolu topraklarında gözü olan bir devlet daha vardı: İtalya. İtalya savaş galibi olarak Anadolu’dan pay istiyordu. İzmir ve Ege coğrafyası kendisinin hakkıydı. İtalya’nın güçlü sayılabilecek ordu ve donanması vardı. İngiltere, Fransa ve ABD, İtalya’nın güçlenmesi ve Akdeniz’de büyümesinden çekiniyorlardı. O nedenle Venizelos’a daha yakındılar. Sonuçta İtalya’nın bulunmadığı bir toplantıda Yunanistan’ın İzmir’i işgaline karar ve izin verdiler. İtalya’nın payına Kuşadası’ndan Antalya’ya uzanan ve Konya’ya kadar genişleyen bir bölge düşmüştü. Bu durum ilerde İtalyanların Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğindeki bağımsızlık savaşına sıcak bakmasına ve müttefiklerle arasının açılmasına neden olacaktı.

İzmir’in işgaline tahtından başka bir şey düşünmeyen Padişah Vahdettin ve İstanbul Hükümeti baş eğmekten başka bir şey yapmamıştı. İzmir’deki birliklerimize direnmeme emri verilmişti. Bunun İronik örneği de Yunan 1. Larissa Tümeni İzmir limanına girerken, Köylü gazetesinde Vali İzzet Bey’in yayınlanan demecidir: “Bazı bedbahtlar İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal edileceği tarzında şayialar çıkarmışlardır. Yalandır, tekzip edilir.”

A. ERDOĞDU- Yerli işbirlikçilerin karşısında işgale karşı olan yerli önderler ve halk neler yapıyorlardı.  Ulusal bazda ülkede İzmir’in işgaline karşı neler yapıldı?

K. ANADOL-  İzmir’e Yunanlıların çıkması müttefiklerin en büyük hatası olmuştu. Bu işgal, umudunu yitirmiş, yenilginin etkisiyle sinmiş Türk toplumunu ayağa kaldırmıştı. Biliyorsunuz Halide Edip’in kitlelere seslendiği büyük Sultan Ahmet mitingiyle işgal şiddetle kınandı.

Bandırma vapuruyla Samsun’a hareket eden Mustafa Kemal Paşa’nın ilerdeki mücadelesine güç katan en büyük unsurlardan biri İzmir’in işgali olacaktı.

Savaşta Osmanlı imparatorluğunu yöneten İttihatçı liderler, Enver/Talat/Cemal Paşalar yurt dışına kaçmışlardı. Ama İttihat Terakki’nin Anadolu’da güçlü bir örgütü vardı. Erzurum ve Sivas Kongreleri toplanmadan önce Ege’de direnişi amaçlayan önemli toplantılar yapılıyordu. Alaşehir, Uşak, Balıkesir, Salihli ve civardaki kadrolar kongreler topladılar. İbrahim Tahtakılıç, Hacim Muhittin gibi yerel önderler direniş fitilini ateşliyorlardı.

Buna karşı İttihat Terakki’ye kin duyan Hürriyet ve İtilaf Fırkası yandaşlarının işgalden yana tavır aldıkları söylemek sanırım yanlış olmaz.

  1. ERDOĞDU- Türk Ordusunun emperyalistlerin desteklediği Yunanlıları yenmesinin, ülkemizde ve dünyadaki yankıları ne oldu?

K. ANADOL- 9 Eylül 1922 günü İzmir’e giren Türk Ordusunun başarısı sadece ulusal değil evrensel ölçüde yankı yaratmıştır. Birinci Dünya Savaşının mağrur galipleri ilk kez yenilgiye uğramışlardır. Kurtuluş Savaşımızı Türk-Yunan savaşı olarak nitelemek kanımca büyük yanlıştır. Kurtuluş Savaşı özellikle İngilizlere karşı verilmiş ve kazanılmıştır.

Birinci Dünya Savaşı sonunda İngiliz Ordusu yorulmuş ve yıpranmıştı. İngiliz kamuoyunda savaşa karşı çok büyük tepkiler vardı. Savaş karşıtı akımlar güçleniyordu. İngiliz Kraliyet hazinesi tamtakırdı. Subayların maaşı zar zor ödenebiliyordu. Bu durumda Anadolu’yu işgal edecek kullanışlı bir piyon gerekiyordu. İtalya bu piyon olamazdı! Onun için Yunanistan tercih edildi. Venizelos ise bu iş için biçilmiş kaftandı. Özetle Kurtuluş Savaşının gerçek mağlubu İngiltere ve onun “batmayan güneş imparatorluğu” olarak tanımlanan emperyalizmidir.

Kurtuluş Savaşımızın yaktığı bağımsızlık ateşi, uluslararası kapitalizm ve onun yarattığı emperyalizmin bir ahtapot gibi sardığı mazlum milletleri aydınlatmış, ayaklandırmıştır. Bu konuda en güzel tanımlama Hindistan bağımsızlık hareketinin öncüsü Gandi’ye aittir:

Türk Orduları bir devir kapatmıştır. Şimdi mazlum ve tutsak devletler ve uluslar artık vazgeçilmez bir reçeteye sahiptirler. Mustafa Kemal’in utkusu dünya için özgürlük ve bağımsızlık sancağıdır.

Nitekim daha sonra Mustafa Kemal Atatürk, “Şu güneşin doğuşunu nasıl görüyorsam, mazlummilletlerin uyanışını da öyle görüyorum” diyerek 20.yüzyıla damga vuracak “üçüncü dünya” hareketini müthiş öngörüsüyle müjdelemiştir.

       A.ERDOĞDU- Deneyimli hukukçu, siyasetçi ve yazar olarak bize Sevr ve Lozan’ı kıyaslar mısınız? Kurtuluş Savaşı sonrası kurulan Cumhuriyetimiz başarılı olmuş mudur?

K. ANADOL- Sevr ile Lozan’ın kıyaslamak akıl dışıdır. Sevr yenilgi ve teslimiyetin, Lozan ise galibiyet ve bağımsızlığın belgesidir. Yine Atatürk’ün dehasıyla gerçekleştirilen Montrö Boğazlar Sözleşmesi Lozan’ın tamamlayıcısı, eski deyimle mütemmim cüzüdür. (Tamamlayıcı bölüm) Özetle Lozan ülkemizin tapusu, Montrö de Boğazlarımızın kilitidir.

Günümüzde Lozan’ı küçümseyenlerin bilinçaltında, verilen bağımsızlık savaşımına karşı olmak vardır. Nitekim bu düşüncenin öne çıkan temsilcisi kompleksini açığa vurmuş ve “Keşke Yunan galip gelseydi” diyebilmiştir. Bu nedenle Sevr ile Lozan’ı karşılaştırmak akla zarar bir çabadır; geçerliliği yoktur.

Kurtuluş Savaşımızdan sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti sadece bir rejim değişikliğinden ibaret değildir. Atatürk, Cumhuriyeti yaptığı devrimlerle taçlandırmış, bağımsızlığı savaş alanlarından ekonomiye, eğitime, sağlığa ve kültüre taşımıştır. Dünyada ilk ve tek Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü ülkemizdedir. Hastalıktan kırılan Anadolu’da kurulan ve başarıyla hizmet veren Sıtma ve Verem Savaş, Frengiyle Mücadele Dernekleri halkımızı bu illetlerden kurtarmıştır. İlk aşı üreten ve ihraç eden Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü, Kayseri’de kurulan Uçak Fabrikası, Anadolu’yu baştan başa ören demiryolları, yeni alfabeye geçiş ve hızla yükselen okuma yazma oranı, İsviçre ve Avrupa ülkelerinden önce kadınlara tanınan seçme ve seçilme hakkı ilk akla gelen muazzam başarılardır.

Bugün bu eserleri birer birer kapatan, özelleştiren, satan bir iktidarla karşı karşıyayız. Karşı devrim hareketi önemli mesafeler kat etti. Ulusal Bayramlarımıza kısıtlamalar konuyor, 30 Ağustos hutbelerinde Atatürk’ün adı özellikle “es” geçiliyor. Tevhid-i Tedrisat yani eğitim birliği ilkesi çoktan delindi. Cumhuriyetin temel değerlerine inanlara karamsarlık egemen oldu.

Oysa her şeye karşın umudumuzu yitirmemeliyiz. Atatürk devlet korumasından çıkarıldı adı konmayan yasaklar listesine girdi. Ama devlet korumasından çıkartılan Atatürk’e halkımız sahip çıkıyor. Her ulusal bayramda dolup taşan Anıtkabir’de karşı devrimcilere yanıt veriyor.

Karamsarlığa teslim olmayalım. Büyük önderin sözleri bize rehber olmalıdır: “Umutsuzdurumlar yoktur, umutsuz insanlar vardır. Ben hiçbir zaman umudumu yitirmedim.”

Yeter ki bireysel tepkiler dönemini aşalım ve örgütlenelim, caydırıcı güç olalım. Unutmayalım ki Mustafa Kemal’in Samsun’a çıktığında umudu kadar, örgütlenme yeteneği ve başarısı vardı!

Sayın Anadol, bize verdiğiniz bilgiler için gazetem ve şahsım adına teşekkür ederim.

Değerli okurlar, 9 Eylül 1922 tarihi sadece İzmir’in kurtuluşu değil, bir tarafta “Keşke Yunan galip gelseydi” diyebilmeyi şiar edinenlerin suratına atılan bir şamardır.

İzmir’in kurtuluşu ile Mudanya Mütarekesi, Lozan Antlaşması ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurulmasına yol açan bu dönem sonunda, sadece İzmir’in dağlarında çiçekler açmakla kalmamış, ebediyen hür yaşayacağımız bir vatana kavuşmuş olduk. Kıymetini bilelim.        

 

KEMAL ANADOL KİMDİR?

Kemal Anadol 1941 yılında doğdu. Ankara Atatürk Lisesi ve Ankara Hu­kuk Fakültesini bitirdi. Siyasal yaşamına üniversite öğrencisiyken başladı. 1961 yılında CHP Ankara İl Gençlik Kolu Başkanı seçildi.

Askerlik dönüşünde Karadeniz Ereğlisi’nde avukatlığa başladı. Arkadaş­larıyla, Ereğli Memleket gazetesini çıkardılar. CHP Karadeniz Ereğlisi İlçe Sekreterliği (1966-69), CHP İlçe Başkanlığı (1969-73) görevlerinde çalıştı.

1973 ve 1977 seçimlerinde Zonguldak Milletvekili seçildi. 1974/75 yılları arasında CHP Parti Meclisi ve Merkez Yönetim Kurulu üyeliklerinde bu­lundu. 1977/80 yıllarında CHP Senato ve Millet Meclisi Grupları Ortak Basın Sözcüsü oldu. Aynı zamanda TBMM KİT ve Anayasa Komisyonla­rında görev aldı.

1980 darbesinden sonra, Türkiye Barış Derneği davasında tutuklandı, yar­gılandı ve aklandı.

Daha sonra İzmir’e yerleşti. 1987 seçimlerinde SHP İzmir Milletvekili se­çildi. 2002 (22. Dönem) ve 2007 (23. Dönem) yılları arasında CHP İzmir Milletvekili oldu. Plan/Bütçe Komisyonu üyesi iken CHP TBMM Grup Başkanvekili seçildi. Bu görevi aralıksız sekiz yıl devam etti.

CHP 24 ve 33. Olağan Kurultaylarını yöneltti.

Kemal Anadol’un yazarlık kimliği, 1963 yılında makale dalında Yunus Nadi Ödülü’nü kazanarak başladı. Makale “Akılcı Dünya Görüşü: Kema­lizm” başlığını taşıyordu. 1966-1973 yılları arasında günlük Ereğli Mem­leket gazetesinin sorumlu yazı işleri müdürlüğü ve köşe yazarlığını sür­dürdü. 1994’te Atina’da Abdi İpekçi Barış Dostluk Ödülüne, 2009’da Dil Derneği Onur Ödülüne lâyık görüldü.

Anadol’un on bir adet yayımlanmış kitabı vardır:

“12 Eylül Günleri” (1987/Anı),

“Milattan Sonra”(1989/Anı)

“Kartal Maltepe’den Sağmalcılara İnsan Manzaraları” (1988/Anı),

“Termik Santrallere Hayır” (1991),

“Karşı Yaka Memleket” (1998/ Roman),

“Büyük Ayrılık” (2003/Roman),

“23.Dönem Parlamen­to Çalışmaları” (2011/Belge),

“Kasırga” (2013/Roman),

“Filmi Geriye Sarınca” (2015/ Anı),

“Kulağım Karadeniz’de” (2018/ Roman),

“En Uzun Gün” (2021/Anı),

Romanlarından “Karşı Yaka Memleket” Bulgarcaya, “Büyük Ayrılık” Yunancaya çevrilmiştir.

Anadol’un iki çocuğu ve üç torunu vardır.

 

YAZARLAR

  • Çarşamba 35.2 ° / 19.1 ° Güneşli
  • Perşembe 35.8 ° / 20.3 ° false
  • Cuma 30.8 ° / 18.5 ° false
  • BIST 100

    9645,02%-0,50
  • DOLAR

    32,56% 0,14
  • EURO

    34,81% 0,49
  • GRAM ALTIN

    2417,74% -0,61
  • Ç. ALTIN

    4073,33% 0,00