Prof. Dr. Özer OZANKAYA


1 MAYIS EMEK BAYRAMI KUTLU OLSUN!

EMEĞİN HAKLI KARŞILIĞINI ALMASI, DOKTRİNCİ POLİTİKAYLA DEĞİL,TÜRK DEVRİMİNİN BİLİME DAYALI DEMOKRATİK EKONOMİ POLİTİKASIYLA OLANAKLIDIR!


19. ve 20. Yüzyıl siyasal-toplumsal tarihi, toplumsal düzenleme alanında gerçekliğin yalnız bir bölümünü gören doktriner yaklaşımların, toplumu sonunda kaba gücü elinde tutan kesimin baskıcı-sömürücü üstünlüğüne teslim ettiğini göstermiştir.

1 Mayıs İşçi ve Emek Bayramını kutlarken, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunda, her ikisi de bilimsel  geçerlilik ölçütlerinin henüz düşünce alanında bile egemen duruma gelemediği 19. Yüzyılın ürünleri olan ve gerçeğin yalnız bir bölümünü temel alan kapitalist doktrinden de, Marksist-sosyalist doktrinden de uzak durulup, bilimsel nesnelliğin temel alındığını, bu niteliğiyle   de hem  gerçek bilim insanlarının beğenisini kazandığını görüyoruz; hem de Churchill, De Gaulle gibi kapitalist ideolojinin siyasal uygulayıcısı politikacıların da, Gorbaçev gibi Marksist ideoloji uygulayıcıların da, toplumlarının aşılamayan bunalımlarını açıklarlarken, Mustafa Kemal Atatürk’ün, doktriner yaklaşımların yol açacağı  yıkımlı sonuçlara ilişkin uyarılarını nerdeyse tıpkısıyla dile getirmişlerdir.

Ne acıdır ki,  Türkiyemizde  sabah-akşam Atatürk övgücülüğü yapanlar da, Atatürk’ün ekonomik düzen konusunda sanki hiç bir önerisi yokmuş gibi bu konuyu es geçegelmişlerdir. Uçlar   birleşmiş, doktriner/ideolojik politikalar,  Kanlı  Pazarlara  gerekçe yapılmıştır. 

Oysa Atatürk’ün ekonomik düzen anlayışı ve kendi yönetimindeki başarılı uygulamaları, marksizmin de, kapitalizmin de, doğrudan doğruya ekonomik haklar içeriğiyle insan hakları ve demokrasi ölçütleri açısından nesnel bir değerlendirmesi  niteliğindedir.

 

AKP yönetiminde “taşeron işçiliğin yaygınlaştırıldığı” ortamda kutladığımız  1 Mayıs İşçi ve Emekçi Bayramı gününde, bu temel önemdeki  gerçeğin     dikkatlere daha kolay ulaştırılabileceği düşüncesiyle,  önce  Winston Churchill ve General de Gaulle’ün ülkeleri bunalım içinde kıvrandığında kapitalizme yönelttikleri eleştirilerle, ikinci olarak   Mikail Gorbaçev'in yoğun bunalım içine düştüğünde sosyalizme yönelttiği eleştirleri kısaca belirtmek ve ondan sonra Atatürk’ün ekonomik düzen önerisini üzerine dayandırdığı gerekçeleri  dikkatlere sunmak çok işlevsel olacaktır, kanısındayım.

Çünkü bu olgular, ülkelerin ancak bilimle yönetilebileceği gerçeğinin önemini ortaya koymaktadır. 

Winston Churchill 1920’lerin başlarında, İngiltere’de kapitalizmin baş temsilcisi Muhafazakâr Partiyi, özellikle 1980’ler  sonrası Türkiye’yi anımsatan şu gerekçelerle eleştiriyordu:

“Muhafazakâr Parti içerde sömürüye, bunu örtmek için dışarda saldırganlığa, gümrük ve vergi hokkabazlıklarına, bir parti makinesinin zulmüne, bol bol duygusallığa ve yurtseverlik söylevlerine, milyonlarca insana pahalı yiyecek, milyonerlere ise ucuz işgücü sağlanmasına dayalı, kurulu büyük çıkarlar arasındaki bir konfederasyondur. .. İngiliz halkına verilmekte olan en büyük zarar, kentlerde aşırı hızla nüfus birikmesi, köylerimizin boşalınası, nüfusun topraktan  kopması, zenginle yoksul arasında doğal olmayan aşırı fark, gençlere gerekli beceri ve çalışma düzeni kazandırılamaması, çocuk işgücünün sömürülmesi, nüfusun vücutça çarpıklaşması, işçiler için hiçbir asgari yaşam ve rahatlık standardı sağlanmaması; öbür uçta ise bayağı ve zevksiz bir lüksün hızla büyümesi! İngiltere'nin asıl düşmanları bunlardır. Engel olmazsanız gücümüzün gerçek temellerini bunlar yerle bir edecektir.”

İngiltere kısa süre sonra yoğun bir Gönenç Devleti (Welfare State) uygulamalarına geçecektir.

Fransa’da General de Gaulle daha da açık sözlü olmak zorunda kalmıştır. 1958 yılında ülkesi yeniden iç savaşın eşiğine geldiğinde de Gaulle bakınız hangi ögelere dayalı bir durum çözümlemesi yapmaktadır:

“Bir gün makine ortaya çıktı. Sermaye de onunla evlendi. Bu çift dünyaya sahip oldu. O gündenberi pek çok insan, herkesten çok da işçiler ona bağımlı duruma geldiler. İşleri için makinelere, ücretleri için patronlara bağımlı olduklarından, kendilerini manen, ahlaken düşkün, maddi bakımdan tehdit altında görüyorlar. İşte sonuç: sınıf kavgası! Her yerde bu var: işliklerde, tarlalarda, bürolarda, sokakta; gözlerin, ruhların derinliklerinde! İnsan ilişkilerini zehirliyor, devletleri deliye çeviriyor, ulusların birliğini bozuyor, savaşlara yol açıyor. ..    .. Her insan toplumda yerini, payını ve saygınığını elde edemedikçe, bu demokles kılıcı başlarının üstünde sallanmaya devam edecektir!”

De Gaulle’ün “Durmaksızın öne sürülüp,   asla çözümlenemediğini” söylediği bu toplumsal sorunu Atatürk, demomrasinin ekonomi içeriğini dürüstlükle gözönünde tuttuğu için çözebilen bir uygarlık projesi getirmişti.

Gelelim Sosyalist Rusya’da Gorbaçev’in  adeta ağlaşarak dile getirdiği ağır bunalıma: “Bugün Sovyet toplumunun tüm yönleriyle demokratikleşmesi zorunludur. Sosyalist uygulama dogmacılığa sapmış, kuramı kutsallaştırarak özgür anlatım, eleştiri ve katılımı önlemiş, toplumda dalkavukluk ve uşaklığı özendirmiş, birey kişiliğini yok etmiş, ekonomiyi de verimsiz, hantal, tüketiciyi hesaba katmayan, kaynak savurganlığına batmış bir duruma sokmuştur.”

Gerek kapitalizme, gerekse sosyalizme  -hem de kendi uygulayıcıları tarfından yöneltilen bu eleştiriler, Türk toplumunun ekonomik yapısı  oluşturulurken, 1930’da Atatürk tarafından açıkça ortaya konmuş, ekonomi ona göre örgütlenip kurumlaştırılmak istenmiştir. 

Atatürk, kendi eliyle yazdığı, ama herkesçe özgürce irdelenebilmesi için Prof. Afet İnan’ın adıyla yayınlanan MEDENİ BİLGİLER adlı kitapta, ekonomik düzene temel olmak üzere,   kapitalizmi de, sosyalizmi de aşan, bilimi, yani  ve demokrasiyi temel alan bir yol belirtmektedir. Kapitalizmin “birey”i, sosyalizmin ise   “kamu”yu soyut bir biçimde kendisine temel almasına karşın, Atatürk   "Bir tek gerçek vardır," diyordu, "toplu halde yaşamak zorunluğunda olan, bu nedenle de hem bireysel, hem de ortaklaşa çıkarları bulunan insan. Biz ne yalnız başına yaşayan birey, ne de bireylerden soyutlanmış devlet düşünmüyoruz... Ekonomik işler içinde bütün ulusun ortak yararına dokunan noktalar da vardır. Devlet ekonomik konularla uğraşmadığı takdirde, içerde güvenlik ve adaleti sağlamak, dışarıya karşı da bağımsızlığı korunmuş bulundurmak görevlerini yerine getirebilir mi? Ulusun sağlığıyla, eğitimiyle, çağın gerektirdiği her meslek ve sanat alanında yetişmesi ve çalışma olanağı bulmasıyla gereğince ilgilenebilir mi?" uyarıları eşliğinde şunları yazmaktadır:

“Devlet ülkenin savunması için yollarla, demiryollarıyla, limanlarla, deniz araçlarıyla, ... ulusun genel servetiyle yakından ilgilidir.

Ülke yönetiminde ve savunmasında bu saydıklarımız toptan, tüfekten, her türlü silahtan daha önemlidir.

“Özellikle para, her türlü aracın üstünde bir varlık silahıdır.

Bu saydığımız alanlardaki işlerden ekonomik olanlar, doğrudan doğruya devletin zorunlu görevlerinden görünmemekle birlikte, o görevlerin yerine getirilmesinde etkilidirler.

Özel yarar çoğunlukla genel yararla çelişme içinde bulunur. Bir de özel yararlar en sonunda  yarışmaya (rekabete) dayanır.   Oysa yalnız bununla ekonomik düzen kurulamaz. Bu sanıda olanlar, kendilerini bir serap karşısında aldatılmaya koyuverenlerdir..

Her halde uluslarda özgürlük ve uygarlık geliştiği oranda devletin görevleri  ve sorumlulukları çoğalır. Yaşam çoğaldığı oranda araçlar da çoğalır. Çok araçlar çok ve büyük güçle  yönetilir. Bir toplumun araç ve kuralı ise  devlettir. Bireylerin  ortak yararları göz önünde tutmak üzere    özel çıkar duygusundan ne ölçüde uzaklaştırılabileceği  incelenmeğe değer.”

“Ulusal servetin dağılımında daha yetkin bir adalet; emek harcayanların daha yüksek gönenci ulusal birliğin korunması için zorunlu koşuldur.”

Ancak, “bireylerin kişisel etkinlikleri ekonomik etkinliklerin ana kaynağı olarak korunmalı, devlet kendi etkinlikleri ile bireylerin özellikle ekonomik özgürlük ve girişimlerini engellememelidir;  bu nokta demokrasi ilkelerinin en önemli temelidir. Diyebiliriz ki bireyliğin gelişiminin engel karşısında  kaldığı nokta, devlet etkinliklerinin sınırını oluşturur.”

“Ülkede her türlü üretimin artması için bireysel girişim devlet için de zorunludur; devlet ve birey birbirinin karşıtı değil, birbirinin tamamlayıcısıdır.”

“Özetle Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetenlerin., demokrasi ilkesinden ayrılmamakla birlikte, devletçilik ilkesine uygun yürümeleri bugün içinde bulunduğumuz durumlara, koşullara ve zorunluluklara uygun düşer.”

"Bizim izlemeği uygun gördüğümüz devletçilik ilkesi, bütün üretim araçlarını bireylerden alarak, ulusu büsbütün başka ilkeler içinde düzenlemek amacını izleyen sosyalizm ilkesine dayalı, kollektivizm ya da komünizm gibi özel ve bireysel ekonomik girişim ve etkinliğe meydan bırakmayan bir sistem değildir.”

Atatürk, Medeni Bilgiler kitabının siyasal düzenlere ilişkin bölümünde de, sosyalizmi, o gün uygulanan biçimi olan Bolşevikliği örnek göstererek şöyle eleştirmekteydi:

“Bir toplumu, bir bölüm insanlarının  düşüncelerine zorla tutsak etmek ve cılız bağımlılar durumuna düşürmek, doğal ve akla uygun bir yönetim biçimi değildir. Bugünkü Bolşeviklikte biz bunu görüyoruz.” 

SONUÇ: 1 Mayıs İşçi-Emekçi bayramlarının “emek harcayanların  gönencini gözeten bir siyasal-toplumsal düzen”de kutlanabilmesi, kanımca, Atatürk’ün yaptığı üzere, bilimin geçerlik ölçütlerinin temel alınmasına bağlıdır.

Çünkü bilimin geçerlik ölçütleriyle demokratik -yani ulus egemenliğine dayalı- yönetim düzeninin meşruluk ölçütleri, aynı niteliktedir.

-------------------------------------------------------------------------

Kaynak.: Ö.Ozankaya,CUMHURİYET ÇINARI: MUSTAFA KEMAL’İ “ATATÜRK” YAPAN UYGARLIK TASARIMI,  CEM YAY.

 

...

YAZARLAR

  • Çarşamba 35.2 ° / 19.1 ° Güneşli
  • Perşembe 35.8 ° / 20.3 ° false
  • Cuma 30.8 ° / 18.5 ° false
  • BIST 100

    9698,89%0,56
  • DOLAR

    32,55% 0,03
  • EURO

    34,84% -0,06
  • GRAM ALTIN

    2431,37% 0,07
  • Ç. ALTIN

    4017,93% 0,00