Mehmet BABACAN, Eğitimci- Yazar ve Şair


     BU NASIL SEVGİ?     


      70’lik bir emekliydi.

      Eli- yüzü, kılığı- kıyafeti düzgünceydi.

      Adap- Erkan görmüş biri, belli.

      Uysalca davranışlar içinde, yorgun adımlarla geldi.

      İki- üç yaşlarında görünen, sevimli mi sevimli torunuyla

el ele girdiler eczaneye.

     Adamın yüzünde sempatik bir gülümseme; dilinde müzikal

bir ses tonu vardı.

     “Günaydın” dedi yavaşça.

      Her haliyle dikkatleri üzerinde toplayabilirdi; o afacan

fırsat verseydi. Vermedi...

     Ne gördüyse el attı.

     Neyi tuttuysa yere attı.

     Fırsat verilmediğinde kendini yerden yere attı.

     Saksılardaki çiçeklerin yapraklarını yolmaktan haz duyduğu belliydi.

     Bir şey becermiş olmanın elbette bir hazzı, bir doyumu olacaktı.

Ama o doymuyor; ilgi çekmeyi başarmanın zafer çılgınlığını da üstüne

ekliyordu.

     Ne var ki bu davranışlar, dayanma gücü azalmış olan yorgun Dedenin

başında düpedüz bir felâketti…

    Gerçi “Beterin de beteri vardır” demişler. Böyle yapmasa da put gibi

otursaydı. Büyükler ne buyururlarsa onu yapsaydı. Lokmasını üşenerek

yeseydi. O felâket bundan daha büyük olmaz mıydı?

     Felâketler seçeneği yerine, bu enerjiyi olumlu bir kanala akıtmanın

yolu bulunamaz mıydı? 

     Yani hem bu çocuğu; hem de çevresini kurtarmak olanaksız mıydı?

       Dede meydan savaşını kaybetmiş, torunun zaferi karşısında çaresiz

kıvranıp duruyordu.

      Ne yapsın? Benden yardım ummuş olmalı ki çocuk neye el attıysa,

beni göstererek “Dede döver”, “Dede elini keser”,  “Dede elini yakar”, 

“Dede kulağını koparır”, “Dede gözünü çıkarır” demeye kadar vardırdı,

 oysa çocuğun umurunda bile değildi.

      Belli ki o, çok eli- dili bıçaklı görmüştü kısacık ömründe.

       Çocuğu etkileme olasılığı zayıf da olsa, adam bir kez olsun “Şöyle

yaparsan ya da öyle yapmazsan Dede seni sevecek” deyiverse, vallahi de

billahi de yanmayacağım. Mutluluk bile duyacağım.

      Oysa zavallı çağdaşım- emeklidaşım çözümsüzlük içinde, eli bıçaklı

bir canavar yapıyordu beni…

     Ya da benim canavar adaylığımla, çocuğun canavarlaştırılma düzeyini

bir yerlerde kesiştirmeye çalışıyordu.    

     Çocukla canavarlık kavramını bir arada düşünmek olacak şey mıydi?

İnsanın tüyleri diken diken oluyordu.

     Kolayca dökülüp kırılacakları toplayarak, yarı gözaltı halinde serbest

 bıraktık afacan kızı.

     Bunalan Dedenin eline de bir bardak çay tutuşturup, soluklanmasını

sağladım.

     Söyleşi dozunda birkaç kısa soru yönelttim:

     “Hiper aktiflik” olasılığına karşı bir inceleme yaptırmışlar mıydı?

      Yaptırmışlar ve sapasağlam çıkmış.

      Kuşkumu anladı mürekkep yalamış adam:

     “Hocam çocuk sağlıklıydı. Hala öyle. Onu biz çığırdan çıkardık”

 dedi ve içini çekerek devam etti:

      “Bu çocuk doğumundan beri Annesinden başka Anneannesinin,

 Babaannesinin, iki Dedenin, Hala ve Teyzenin elinde bir oyuncak,

 bir biblo, bir maskot, bir, bir, bir…

     Görüyorsunuz güzel ve düzgün konuşuyor.

     Ancak onun sözcük dağarcığına “Hayır”, “Olmaz”, “Yok” gibi

sözcükler hiç girmedi.

     Çünkü hiç duymadı onları.

     Çünkü ona karşı hiç kullanılmadı.

     “Yapma”, “Etme” sözlerini de, böyle bunaldığım yerlerde yalnız

ben kullanıyorum.”

     Daha ilk soruda düğüm çözülmüş olay anlaşılmıştı.

     Çocuk bu duruma sözde sevgiyle getirilmişti.

     Sevgi adına cinayetler mi işleniyordu ne?

     Hani dinamitle işlenen günahlar yüzünden bulucusu Nobel için

nasıl bir  “Bağışlatma” ödülü konmuşsa; sevgiyi yaşama ilk sokan

için de öyle bir ödül mü konmalıydı?

   Yoksa çocuklara karşı işlenen bu günahlar iflâh etmez insanlığı…

      Ne yapabilirdim?

      Diğer insanların da rahatsız olduklarını, hele “Ağzının üstüne

vurup oturtacaksın” diyen fısıldaşmaları gördükçe sıkıntım daha

da artıyordu.

     Ne ki “Bu adamın işi bir an önce bitse de torununu alıp gitse”

dileğinden ve de “Bu çocuk nasıl kurtarılabilir?” diye düşünmekten

başka bir şey gelmiyordu elimden.

     Düşündükçe de eğitimci kimliğim karşıma dikilip yaşamın temel

doğrularını bir bir sıralamaya başlıyordu:

  1. Eğitim dediğimiz etkinliğin önemini, gücünü ve boyutlarını ne

zaman anlayabileceğiz?

  1. Eğitim- Öğretimin ana rahminde başladığını sezebildiğimiz günler

hiç gelmeyecek mi?

  1. Doğruyu, iyiyi, güzeli ve sevgiyi yaşam biçimi haline getirebilme

oranında insan olunabileceğini ne zaman kavrayacağız?

      Elimden ne gelirdi?

    “ Evet, asarım- keserim” desem, Dededen ve onu bu hale getirenlerden

farksız olacaktım.

   “ Hayır, asıp kesmem” desem, Dedeyi yalancı çıkarıp, bir parça saygınlık

kırıntısı kalmışsa onu da tüketecektim.

     Ah Tanrım!

     Bu değneğin iki ucu da niye pislik içinde?

YAZARLAR

  • Cumartesi 24.8 ° / 13.8 ° false
  • Pazar 25.4 ° / 14.4 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • Pazartesi 25.6 ° / 13 ° Güneşli
  • BIST 100

    9693,46%1,77
  • DOLAR

    32,58% 0,35
  • EURO

    34,75% 0,10
  • GRAM ALTIN

    2507,64% 0,95
  • Ç. ALTIN

    4181,01% 0,22