Kinin kime sövdüğünü, kimin kimi övdüğünü şaşırdığımız bugünlerde,
bir de ben şaşırsam çok mudur?
Zaman zaman izlediğim bir dizide, küçücük bir sahne duygulandırdı beni.
Şöyle bir sahneydi:
“ Utangaç bir genç, sevgilisine bir türlü evlenme teklif edemiyor. Aldığı
pahalı bir yüzüğü tatlı tabağına saklatıyor garsona. Tatlı tabağı yanlışlıkla
aynı lokantada yemek yiyen meşhur Mafya Babasına gidiyor. Yüzük Babanın
boğazına takılıyor ve hastanede çıkarılıyor.
Epey bir zaman sora genç sevgililer, korka korka Mafya Babasına giderler.
Yüzüğün hem maddi, hem manevi yönden kendileri için önemli olduğunu
anlatarak, geri vermesi için yalvarırlar.
Baba, bir yüzük de kendisi ekleyerek, orada söz kesimini yapar ve düğüne
çağırılmayı ister. Gençler sevinç içinde dua ederek el öperler.”
***
Kurulmuş olan mizansen her zaman olabilecek bir olaydır.
Sevgi ve sevgililik ortamı neler yaptırmaz ki insana…
Devreye bir babanın girmesi de olağandır, elbette bir ağırlık ve
saygınlık kazandırır olaya.
Neyleyim ki o baba keşke Mafya Babası olmasaydı.
Baba mı tükenmişti yahu?
İskele babasının bile hoş bir mizahı vardır.
Ama Mafya Babasının imajı hiç de hoş değildir.
***
Gel gör ki çete özentilerin yoğunlaştığı günlerde yaşıyoruz.
Birbirlerinin “ ensesinde nefes” hayalleri kuran şaşkınlarımız var.
Aşağılık kompleksinin zirve yaptığı anlardır böyle zamanlar. Yani
“ Onur, şeref, haysiyet” gibi kavramların bataklığa düşüp, çırpındığı
günlerdir.
Böyle bir zamanda maşallahı var öykü yazarının. Mafya Babasına
öyle imrendirici replikler yüklemiş ki göğüs kabartıyor, “ Helal olsun
be baba!” demeyende hatırım kalır vallahi.
Dahası da var. Sokakta her gün dayak yiyen karnı aç çocuğa
“ Baba dediğin baba, Mafya Babası gibi olmalı” dedirten replikler…
Acaba o çocuk Annesine “ Anne, Babam bir Mafya kursuna gitsin
yav” der mi ki? “
Üniversite okumuş işsiz genç ise “ Baban olacaksa Mafyadanı olmalı
arkadaş” demekle de yetinmeyip “ Benim neyim eksik be!” demeye
kalkarsa ya?
Yüzüklerini alamamak, hatta “ Sizin yüzünüzden gırtlağım yaralandı”
diye, Babanın hışmına uğramaktan korkarken, yüzüğün üstüne bir yüzük
daha kazanıp nişanlanan gençlerin “ Allah senin gibileri başımızdan eksik
etmesin” duaları yüzlerce Mafya Babası yaratır belki…
Aklımıza takılan bazı soruları sorsak, ayıp mı olur acaba? Olursa olsun:
- Bu senaryoları yazanlar hiç çocuk olmadılar mı ya da çocukları yok mu?
- Bu senaryoları okuyan bir eğitimci yok muydu çevrelerinde?
- TV yayınlarının toplumu nasıl etkilediği, nasıl sürü psikolojisi yarattığı
hiç mi düşünülmemiş?
- Şu rüşvet ve yolsuzluklar ortamında bu sahne için, Mafyadan ne kadar
rüşvet alınmıştır?
Dememiz o ki “ Eğitim etkinliği” denen o harika kavram okulla
sınırlı değildir. Öğretmek bile okula sığmıyor artık.
Kendiniz için “ İpin ucunu kaçırdık” diyebilirsiniz. Gerçi böyle
demek bir ipsizliktir aslında. Yoksa söz konusu ip çok uzundur.
Asıl sorumluluğumuzun çocuklarımıza karşı olduğunu sıkça söyleriz.
Doğrudur da.
Ama “ Kendine hayrı olmayanın çocuklarına ne hayrı olacak?” da
dedirtmemeliyiz, değil mi?
Mehmet BABACAN