1954 yılıydı.
Demokrat Parti iktidarınca Köy Enstitüleri kapatılmış,
adı “ İlköğretmen Okulu” olarak değiştirilmişti.
1950’ den beri gün gün daraltılmakta olan sanata ve
tarıma yönelik uygulama alanları hızla yok ediliyordu.
Aynı çabuklukta “ Öğrenci Cemiyeti” kurulmuştu.
Cemiyet ( Dernek) Yönetmeliği, yeni bir ilke ve tavır
anlayış üretmekten daha çok, Köy Enstitüsü geleneğini
ve kültürünü yok etmeyi amaçlıyor gibiydi. Bizi rahatsız
eden bu acelecilikti. Yoksa yeni yönetim hakkında fazla
bilgimiz ve politik donanımımız yoktu.
Biz Atatürk ilke ve devrimleri kültürüyle oldukça yüklü,
Cumhuriyetin kazanımlarına minnet duyan, kırsal kökenli
bireylerdik.
Bizim köyümüze ilk radyo 1955 yılında girmişti. Kim
bilir kaç köy bizimki gibiydi. Bu oranda da feodal tavrımız
yoğundu elbette.
Cemiyet Yönetmeliğine göre yapılacak olan çalışmalar
“ Yıllık Çalışmalar” ve “ Kısa Dönem çalışmaları” olarak iki
kısımdı.
Kısa erimli çalışmalar haftalık ve 15 günlük nöbetlerdi.
“ Öğrenci Başkanlığı” 15 günlüktü ve açık oyla seçiliyordu.
Cemiyet iki Başkan adayı gösterir, seçimi bayrak töreninde
yapılırdı. Adaylar törende birer konuşma ile propaganda
yapar ve görev yetkisi isterlerdi.
Seçilen kişi koluna “ Başkan” şeridini takar ve 15 gün
süreyle tüm uygulamaları denetler, uyarır, yardımcı olur
ve dönemin raporunu hazırlayıp, Cemiyete sunardı.
***
Dönemin birinde sınıf arkadaşım M. İlyas İbici ile beni
aday göstermişlerdi. İbici ile şiir arkadaşıydık. İkimiz de şiir
yazmaya çalışıyorduk. O nedenle sınıf arkadaşlığının daha
ilerisinde edebiyat dostluğumuz vardı.
Arkadaşım seçilmeyi çok istiyordu. Toplumsal bir görev
onu onurlandıracaktı. Benim böyle doygunluğa ihtiyacım
yoktu. Ben münazaralarda, anma ve kutlamalarda çok yer
alıyordum.
O nedenle İbici’yi “ Ben seçilmek istemiyorum. İşim var.
Sen iy hazırlan” diyerek, teşvik ettim.
Bayrak töreninden sonra kürsüye ilk ben çıktım:
“ Arkadaşlar! Daha önce böyle bir görev yapmadım. O
yüzden ne yapılabilir bilmiyorum. Elimden gelen bişeyler
olursa yaparım.” Deyip, indim. Açıkça “ Ben istemiyorum”
demekti bu.
Arkadaşım güzel hazırlanmıştı. Yarım saat saydı döktü.
Yemek tabldotunu arttırmayı bile vaat etti. Ben de ona oy
verdim. Ama topluluk beni seçti.
Henüz üçüncü günün akşamıydı. Yatakhaneleri dolaşıp
sorun olup olmadığına bakıyordum. Saat 21.00’ de herkes
yatmış olmalıydı. Işıklar söndürülmüştü.
Ranzanın üstündeki bir arkadaş ateşim olup olmadığını
sordu. Yatarken içecekti. Onun sigarasını yaktım, bir sigara
da bana verirken Nöbetçi Öğretmen Ömer Er, cep fenerini
yüzüme tutuverdi ve “ Yarın görüşürüz seninle” dedi, gitti.
Müdür Yardımcısıydı.
Sabah erkence çağrıldım. Yanında birkaç öğretmen daha
vardı. Beni görür görmez “ Bu görev döneminde ağzınla kuş
tutsan, siciline görev yapmamıştır diye yazacağım” dedi.
Ben de kolumdaki “ Başkanlık” bandını çıkararak masanın
Üstüne koydum:
“ Sayın Öğretmenim, sonunda öyle yazacaksanız hemen
yazabilirsiniz” dedim, çıktım.
Bir Ömer Bey daha vardı odada. Meslek Dersi Öğretmeni
Ömer Uyar. Lakabı adından önde gelirdi onun. ( Baba Ömer,
Kürt Ömer gibi) Onun sesini duymuştum çıkarken “ Olmadı
Ömer Bey, yanlış yaptınız” demişti
İlk ders öncesiydi. Bir anda tüm okula “ Ömer Er Başkanı
görevden çıkarmış” lafı yayılmıştı.
“ Bizim seçtiğimizi nasıl çıkarır?” diye ateş püskürüyordu
öğrenci. Kimse derse girmiyor, öğretmenler gitmiş derslikte
bekliyorlardı.
Müdür Bey beni çağırmış, gittim. Olayı sordu, anlattım.
sona kadar dinledi ve şöyle dedi:
“ Sen daha kitle tepkiciliğini bilmezsin. Şu an bu öğrenciyi
dersaneye ben de sokamam. Ancak sen sokarsın. Bir Baba
öğüdü say çocuğum: Hemen git, söyle derslere girsinler. Sen
de görevine devam et. Gerisi kolay” dedi.
Kampana çalıp topladım arkadaşları.
Öğretmenimiz sinirli davrandığı için, tepki olarak görevi
kendiliğimden bıraktığımı, Sayın Müdürümüzle konuşunca
aşırı tepki göstermiş olduğumu anladığımı ve göreve devam
etmenin en doğru davranış olacağı kararına vardığımı ifade
ederek, düzeni sağladım.
Ömer Bey sicile bir not yazdı mıydı bilmiyorum?
Ama o öğrenci tepkiciliği bende “ Öğretmen Örgütçülüğü”
alışkanlığını yarattı. Yıllarca dernek, sendika gibi öğretmen
örgütlerinde genel merkezine kadar yöneticilik yaptım. Yani
sürgünlerle epeyce yer tanıdım.
Şükür sicilimde boş yer bırakmadılar.
Sahi “ Gizli Sicil” denen, çalışanın yaşamı üstünde acayip
uygulama yapmasına zemin olan acayip yönetici yetkisinin,
insan hak ve özgürlükleriyle, demokrasiyle nasıl geçindiğini
oldum olası anlayabilmiş değilim.
O nedenle bitmez bu mücadele.
“ Alışmış kudurmuştan beter olurmuş” derler ya.
Dünyaya yeniden gelsem kaldığım yerden başlarım.