Bu anı- öyküyü daha önce de yazdığımı sanıyorum.
Varsın olsun.
Fazlaca anı, çıkarmaz canı.
Yeter ki hoş olsun gönül sultanı.
***
1960’lı yıllarda bir yaz günüydü.
Yaylamız Akova’da ( Şimdi köy oldu) Bayram Ali dayının evinde toplanmıştık.
Mekanları cennet olsun. Abdurrahman Ünlü ve Hasan Tuncer’le bir araya
gelince, bir papaz uçurmaya karar vermiştik. Sevgili Dayımın evi de her zaman
hazır sayılırdı. Evin önündeki saçak altında, açık havada oturuyorduk.
Bizi bir arada görünce rahmetli Mahmut Tuncer Amca takıldı yanımıza. O içki
içmezdi ama sohbeti çok severdi. Zararsız bir adamdı yani.
Biz eğlencemizi sürdürürken rahmetli Mustafa Bozdemir’le Hayri Gülyavuz
ilişti gözümüze. Antalya- Aksu Köy Enstitüsü öğrencisiYdiler. Bizimle içki filan
içmezlerdi de söyleşmek için çağırmıştık. Pırıl pırıl gençlerdi. Söyleyecek sözleri,
dost ortamına yüzleri vardı. Hasan Tuncer de Aksu mezunu olduğu için, ortak
paydaları çoktu.
Söz döndü- dolaştı sıra Köy Enstitülerindeki zengin kültür ortamına geldi. Köy
Enstitülerindeki zengi,n kütüphaneler birer kültür dweyasıydı. O deryaya dalan
Bilirdi o tanımsız mutluluğu. Hayran oldukları klasiklerden söz ederken apayrı bir
coşku duyuyorlardı.
Anımsadığım kadarıyla Hayri Puşkin’in bir kitabından söz etti uzunca bir süre.
Mustafa da Goethe’nin bir kitabını göklere çıkarıyordu. Arada değer yargılara biz
de karıştığımız için, söyleşi bir hayli uzamıştı. Daha doğrusu gençler bizi öğrencilik
yıllarımıza götürmüşlerdi.
***
Saatlerdir sessiz- sedasız bizi dinleyen, ama arada bir uyuşan ayağını değiştiren
Mahmut Emmi birden ayağa fırladı:
-Yeter be! Yeter be! Ülen utanmak, arlanmak guyuya mı düştü? Sizleri o böyük böyük
ogullara götü, başı gonuşun deye mi göndürdük? Adam olun deye göndürdük ülen.
Elin puşlarını belleyeceğinize adamlık belleseniz başınıza daş mı düşer?” diyerek
çıkıp gitti. Son sözleri giderken söylemişti zaten.
Hiç ses çıkarmamıştık. Bir faydası da olmazdı zaten.
Gençler perişan olmuşlardı. Mahmut Amca ile bizim aramızda boğulmuşlukları
yüzlerinden okunuyordu. Adama bir yanıt veremediğimiz için, bizi suçluyor gibiydi
yere bakışları.
Sessizliği ben bozdum:
-Hiç bozulmayın arkadaşlar. Adam yerden göğe kadar haklı. Benim içimde de bir
Mahmut Amca yatıyor, biliyor musunuz?
Bu kez hayret dolu bakışlar bana çevrilmişti. Birer yudum daha aldık:
-Gelin sizi 1950 yılına götüreyim, dedim.
***
1950 rahmetli Hasan Tuncer’le birlikte ilkokuldan mezuniyet yılımızdı.
O yıllarda tek çalışan öğretmenler bitirme sınavı için birbirlerine mümeyiz
olarak gider Sınav Komisyonu kurarlarmış. Bize de atlı bir öğretmen gelmişti.
Sevecen bir adamdı. Adını unuttum.
Sınav bittikten sonra Müdür odasında kahve içiyorlardı. Ben de aynı odadaki
kooperatif dolabını teslim etmeye hazırlıyordum.
Öğretmenim rahmetli Rahmi Kerem okumayı çok seven bir insandı. Okuma
alışkanlığımı ona borçluyum. Belli ki mümeyiz öğretmen de öyleydi. Kitaptan
başka bişey konuşmuyorlardı. Hele bir İbni Haldun vardı ki onun bir kitabını öve
öve bitiremiyorlardı. Onlar konuşurken benim yüzüm kızarıyordu. Hem kitabını
övüp, hem de adama kötü söz söylemek olacak şey miydi yani?
“ İbne” sözünün kötü olduğunu öğrenmiştim. Amcalar, Ağabeyler yaramaz bir
adamdan söz ederken “ siktir et, ibnenin teki” diyorlardı.
Diğer öğretmeni bilmem de Rahmi öğretmenime hiç mi hiç yakıştıramamıştım.
Hayal kırıklığı içindeydim. Okulda son günümüz böyle mi olmalıydı? Ağlamak
geliyordu içimden.
***
Konuk öğretmeni hep birlikte yolcu ettik. Atına bindi gitti. Gene biz bize
kalmıştık. Öğretmenim durgunluğumu görünce bana laf atmıştı:
-Eee Babacan, bir daha ne zaman görüşebileceğiz bakalım? Sen mutlaka
bir okula gidersin.
- Zaten ben size küstüm öğretmenim, dedim.
- Nasıl yani? Niye küstün?
Arkadaşlar çevremizi sarmışlardı. Yutkundum yutkundum söyleyemedim.
Öğretmenim sıkıştırıyordu. Konuyu açtığıma pişman olamaya başlamıştim.
- Söyle Babacan. Neden küstüğünü söylemezsen eve gidemezsin.
İyice sıkışmıştım. Yönümü öbür tarafa dönerek:
- O adama ibne dediniz.
- Kime oğlum? Kime demişiz?
- Haldun dediğiniz adama.
Bir anda Rahmi öğretmeni öyle bir gülme krizi tutmuştu ki nefes almakta
zorlanıyordu. Biz şaşkınlıkla bakıyorduk. O bişeyler söylemeye çalışıyor, ama
gülme krizi fırsat vermiyordu. Kasıklarına basa basa yere kapaklandı. Neden
sonra derince bir nefes alarak:
- Oğlum o sözcük “ oğul, oğlu” demektir yav. İbni Haldun, Haldun oğlu
demektir.
Demek ki Mahmut Amca o günkü benim yerimdeydi.
Neylesin benim kadar şanslı olamamış.
Mekanları cennet, sevgileri ışık olsun.