Ahmet DOKUZOĞLU-NE DEMİŞTİK?


AĞZINDAN BAL DAMLAMAK


                  Son kitabım” KANEPE-KÖY Hikayelerinin” basım çalışmaları başladı. Bu defa İstanbul’da bastırıyoruz. Her ne kadar biz İstanbul’a gitmesek de, gitmiyorum desek de kitabımız İstanbul’a gitti bile! Anlaşmaya göre yüze yakın yayınevlerinde satışı yapılacakmış.

                  İçimden sevinmek geliyor, hem de çok sevinmek. Çünkü kitapta bulunan birçok hikâye ve anlatımlar köyümüzün yaşlılarından alınmıştır. Onların birçokları artık yok. Onlar gibi hikâye anlatacak adam da yok. Belki onların anlattıklarını bilen, bizlerden biraz daha yaşlı kimseler vardır. Ama onlar bile eskilerin yerini tutamazlar. Çünkü o insanlar bir tiyatro sanatçısı gibi anlatım yaparlar, karşısındakileri etkilerlerdi. İşte bu yazımda o insanlardan bahsetmek istiyorum.

               Sanırım yedi yaşlarındaydım. Köyde bir toprak damda oturuyorduk. Damın iki odası, iki de kapısı vardı. Çoğunlukla büyük odada biz kalırdık. Duvarın tam ortasında büyük bir ocak, ocağın üstünde duvardan yapılma bir baca vardı. Altta ateş yandıkça dumanı bu bacadan dışarı çıkardı. Bacanın hemen yanında bir direk bulunurdu. O direğin dibine rahmetli babam oturur, arkasını da direğe yaslardı.

              Babama topal hoca derlerdi. Adı Mustafa’ydı ama kimse bu ismi kullanmazdı. Çocuklar ve kadınlar çoğunlukla, “Hoca emmi!” Derlerdi. Köyde herkes onu sever ve sayardı. Çoğunlukla babama köylüler muska yazdırmaya gelirlerdi. Dişi ağrıyan, başı ağrıyan, hatta bir şey çaldıran bile ona muska için gelirdi. Giderken de çok memnun olurlar;

              “Şıp diye geçti!” Derlerdi.

               Babam muskaya karşı bir para almazdı ama içinden gelen, ona beş kuruş, on kuruş verirdi. Bazen tavuk getiren bile olurdu. Hocalığının dışında babamın asıl mesleği değirmencilikti. İyi bir değirmen ustasıydı. 

Ayrıca keserle kaşık yapar, oklava yapar, ekmek tahtası, çamaşır sopası yapardı. Onun ağaçlarını da çoğunlukla ben getirirdim. O günlerde beş kuruş, on kuruş paralar önemliydi.

            Rahmetli anamın da bir çıkrığı vardı. Köylüler yün getirirler, pamuk getirirler; anam onları bir yayla attırır ip olacak şekle sokar, sonra da çıkrıkta eğirir ip yapardı. O çıkrık sabaha kadar çalışırdı. Ondan aldığı parayla da evin eksiklerini giderirdi. Çok az para verirlerdi anama.

            Babam Ramazan aylarında teravi namazı kıldırırdı. Komşular toplanır cemaat oluştururlardı. Babam önde imam olur, onun arkasında erkekler, daha arkada da kadınlar sıra olurlardı. Komşumuzun biri müezzinlik yapar, diğerleri de cemaat olurlardı. O vakitler küçüktüm ama babamın bir numaralı cemaati bendim.

          Bir akşam evde oturuyorduk. Ocakta ateş yanıyor, ateşin sağ tarafında babam bir şeyler anlatıyor, herkes pürdikkat onu dinliyordu. Arada sırada dumanını içine çektiği tütün sigarası sönmüştü. Onu yakmak için ocaklıktan bir köz alma telaşına düştü. Bir an önce yakmasını ve anlatmaya devam etmesini isterken, etrafa bakma gereği duydum. İçeride pek çok insan vardı. Odanın her tarafı doluydu. Hepsi de benim gibi aynı telaşı yaşıyordu. Babamın anlattığı bir masaldı veya dini bir hikâyeydi. Belki de bir efsane! Ama o kadar güzel anlatıyordu ki, sanki ağzından bal damlıyor sanırdın.

         Rahmetli İbrahim amcam da ona benzer hikâyeler anlatırdı, ama babam kadar etkili olamazdı. Çünkü amcam biraz sinirliydi. Çabuk kızardı.

Rahmetli Sultan halam da işine gelirse çok güzel anlatırdı. Fakat ortam uygun olmaz ise bir kelime bile söylemezdi. Sigarasını yakmış, dumanını çekmişse ve de neşesi yerindeyse ses tonunu farklılaştırarak öyle şeyler anlatırdı ki, adını anmadan geçemeyeceğim.

           Rahmetli Halil Emminin de kendine has anlatma şekli vardı. O da hikâyelerini çoğunlukla gençlere anlatırdı. Namazını fazla kılmazdı ama dini hikâyelere gelince ağzından bal damlardı. Mevlâna, Şeyh MuhittinArabi, Veysel Karani gibi hikayelerin ustasıydı.

          Bir de İsmail ağabey vardı köyde. Lakabına “Kel İsmail” derlerdi. Pamuk toplarken etrafındakileri mest ederdi. Onun da hikâyeleri biraz masalımsıydı, ama gerçekmiş gibi bizlere inandırırdı.

            Aradan yıllar geçti. Hepsi de rahmetli oldular. Nur içinde yatsınlar. Işıkları bol olsun. Ben onların hikâyeleri ile büyüdüm. Bir çocuk bu tip hikâyeleri bilmez ise insanlığından şüphe ederim. Çünkü onlar sadece hikâye anlatmıyor, insanlara hayat dersi de veriyorlardı. Bunu bilinçli mi, yoksa bilmeden mi yapıyorlardı bilmiyorum. Ama şunu iyi biliyorum ki ağızlarından bal akıyordu.

          Bir de köyümüzde Çete Ahmet amca vardı. Ben onu sonradan tanıdım. Daha önce bilirdim ama, Babam gibi, Halil amca gibi insanların yanında fazla önemsemezdim. Onların yokluğunda Çete Ahmet kendini göstermeye başladı. Anlatımları biraz fıkra tipindeydi ve insanları güldürmek için konuşuyordu. Dinleyen herkes de ona gülerdi. Diyordu ki;

        “Köyde bir Alioğlu amca var. Koyu Demokrat partili ve CHP düşmanı! Maraşlının birini onun yanına göndermişler. Ona; “git” demişler, Alioğluna de ki, “ben CHP’liyim.” Senin ne kadar üzümün varsa hepsini alır.

         Maraşlı da buna inanmış. Sürmüş atını Alioğlu amcanın evine. Vakit tam akşam olmak üzere. Başka gidecek yer de yok. Kapıyı çalmış.

        “Selamünaleyküm Ali amca!” Demiş.” Ben üzüm satıyordum. CHP’li diye beni sana gönderdiler. Tanrı misafiriyim.”

          Alioğlu amcanın tepesi atmış. Eline bir sopa almış, adama vurmaya başlamış.

          “Senin CHP’ni de üzümünün de….” diye bağırmaya başlayınca,

         Maraşlının kafası dank etmiş. Yanlış yönlendirildiğini o an anlamış. Alioğlu amcanın kollarından tutmuş, “Etme Ali amca gözünü seveyim,” demiş. Ben de Menderesçiyim. Bana böyle böyle söylediler. Ben de onlara inandım.”

           Alioğlu amca sonunda ikna olmuş. Adamı misafir etmiş. Sabahleyin de ne kadar üzümü varsa satın almış ve etrafa dağıtmış.”

          Siyaset bizim toplumun ruhuna işlemiştir. Onu yok saymak imkansızdır. Ama bir yerde de insanlığımızı alıp götürmüş. İnsanları birbirine düşman eylemiştir. Halbuki karşılıklı siyaset yapmanın tadına doyulmaz. Karşı görüşte diye insanları hor görmek çok yanlıştır. Hiç kimse düşüncesinden dolayı hor görülmemelidir. Fikir ayrılığını sadece kaba kuvvetle çözmeye kalkmak gericiliğin, yobazlığın, densizliğin ta kendisidir! Bunu yapmayalım. Kaba kuvvete yer vermeyelim. Medeni ülkeler bunu saygı ile karşılıyor, biz neden yapmıyoruz. Biz de yapalım.

         Sürçü lisan ettik ise affola, isterim ki insan önce insan ola!

YAZARLAR

  • Perşembe 35.8 ° / 20.3 ° false
  • Cuma 30.8 ° / 18.5 ° false
  • Cumartesi 31 ° / 16.7 ° false
  • BIST 100

    9670,53%0,26
  • DOLAR

    32,52% -0,08
  • EURO

    34,78% -0,23
  • GRAM ALTIN

    2421,67% -0,33
  • Ç. ALTIN

    3982,08% -0,92