*GİRİŞ
Hukukla şiir ne kadar iç içe, ne kadar koşut, ne kadar birbirine benzer… Gerçeğinden gerçekliğe kadar yaşamsal bir dönüşüm sağlayan sıcak süreçte ikisi de içten, insancıl, dengelerin kontrollü yaratıldığı bir evrensel süreçte seyreder. Sevgi ve merhametin de bu nesnel dönüşüme katıldığı özlenen tablo, hukuku olan şiir ya da sanat; şiir gibi hukuktur. Yaşam bir orkestraysa eğer, adalet/li/iyle çal/an/ınan dinlenir… Bu yüzden ki; “Kağıda dokunan kalem, kibritten daha çok yangın çıkarır”(S. Fobes); sözü sanat için de geçerli olurken; “Bırakın adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun” (Freud) “Şiir, büyük zekâların rüyaları…”ysa (Alphonse de La Martine), hukuk da insanların kanatlarıdır. Şiir ve hukuk dendiğinde Sayınlar duvarına çarparım… Yekta Güngör Özden gelir aklıma; Mürşit Kaya, Fikret Sezgin, Şahin Vural Atal, Ahmet Mirdoğan gelir; bana diye kendine şiir kitabı çıkardığım (!) Yunus Güzel... Şiir atına binen duygu ve düşüncelerin vardığı esin duraklarından yapıtsal selamlar gönderme güzel oldukça yeterlilik taşır…
*ADANA BAROSU İMZA GÜNÜ
Yönetsel bağlamda yaşadığı dönem/süreç farklı olsa da son yıllarda Adana Barosu’nun, onun köken ve güç kaynağı olan sevgili avukat dostların, yaşam ve uygarlığın baş tacı olan şiire, edebiyat ve sanata yakın durmaları memnuniyet vericidir. Tabii bunu, Muzaffer İzgü, Mahmut Makal, Demirtaş Ceyhun, Arif Keskiner, Abdurrahman Keskiner, Cezmi Ersöz, Ataol Behramoğlu, Ahmet Telli, Arife Kalender, Nevzat Çelik ve Edip Akbayram gibi ilk çırpıda aklıma gelen dünya edebiyat ve sanatında da yeri olan isimlerle anabilme olasılığının olduğu Söylem” günlerinde tersine dönen edebiyat trafiğinden verilen örnek kesitlere kadar çok şey söylenebilir..
Son yıllarda, Adana Barosu da böylesi sanatsal seyrin bir yerlerinde görülmeye başlandı… Anımsıyorum, şöyle birkaç yıl önce, Ataol Behramoğlu, Haluk Çetin gibi sevgili sanat dostlarımızın dahil olduğu Baro etkinliklerinde dörtlükler yarıştırmamışmıydık. Sevgili dostlarımız Ziya Yergök ile Şahin Vural Atal Beylerin yanı sıra sanatın/edebiyatın kıymetini bilen daha birçok sanat dostlarının yer aldığı sıcak ortamlarda şiirli, söyleşili, imza günlü, az keyifli anlar yaşanmamıştı. İşte bu gün de, Baro geleneğinin bu akşama uzanan tipik bir görselliği olduğu söylenebilir. Ve yine… Geçtiğimiz aylarda, Seyhan Belediyesi Yaşar Kemal Kültür Merkezi’nde gerçekleşen Baro seçimlerinde bu yazınsal tablo vardı. “Bostan Arkası Sokak” adlı şiir kitabıyla ilgi görmüştü Şahin Vural Atal.
Sonuçta bu gün… Sanatı, şiiri seven Adana Barosu’nun açılışındaki imza günü etkinliği, bir “Söylem” nostaljisi yaşanır gibiydi… Sanatı, şiiri seven Adana Barosu’nun açılışındaki imza günü etkinliği, bir “Söylem” nostaljisi yaşatır gibiydi… Şair-Yazar Ataol Behramoğlu, Haluk Çetin gibi yazarlarla yer aldığımız Baro etkinliklerinin son uzantısı olan bugün de, Ö. Kaplan Kozanoğlu ile kitapsızlığıyla aramızdan ayrılan Ahmet Mirdoğan’a vefa niyetine, sevgili dostlarımız Şahin Vural Atal, Mehmet Çetinkaya ve Yıldıray Sarı ile birlikteydik.
*DÖRT KİTAP-DÖRT İSİM
Bir cumartesi gerçekleşen Adana Barosu açılışında da Özgün Yayınları kaynaklı olan kitap çerçevesi daha genişti… Şahin Vural Atal, “Bostan Arkası Sokak”; Ahmet Mirdoğan, “Karanfile Bakmak”; Mehmet Çetinkaya, “Çavlanların Çığlığı”; Ö. Kaplan Kozanoğlu, “Başka Şiir”. Bunun yanı sıra, “Söylem”deki özgün karikatürleriyle Yıldıray Sarı ile bu satırların yazarı dahildik görüntüye. Yani tam bir “Söylem” kadrosu buluşmasının böylesi bir tablodaki ilk buluşmasıydı…
*ŞAHİN VURAL ATAL:“BOSTAN ARKASI SOKAK”
Genetik bir uzantının şiir temsilcisi olduğu biliniyor artık Şahin Vural Atal’ın… yeniçeri Ocağı’na dayanan geçmişinde, Mustafa Asım ile onun ağabeyi olan, “Olaydı Yâr Olaydı” türküsüyle anılan Çeribaşızâde Ali (Serseri Ali) Harput edebiyat ve müziğinin de tarihinde yer alan isimler. Mustafa Asım ayrıca Mersin’de jandarma albayı olarak görev alıp, Çukurova edebiyatında da yer alan bir isim. Şiirleri “Varlık”, “Yeni Ufuklar” gibi önemli edebiyat dergilerinde yayınlanan Şahin Vural Atal’ geçtiğimiz aylarda “Bostan Arkası Sokak” adlı şiir kitabı çıkmıştı…
Artık boş verdik tümüne çaresizliklerin
Birbirini kovalasın bakalım dedik
Soba borusu pantolonlar, gömlekler kirli buruşuk
Çıplak odamız günler var ki süpürülmemiş
Silinmemiş aylardır pencere camlarımız
Boş verdik tümüne, dedik varsın varacağına
Bu ay ev kirasını da veremedik üstelik
Ters döndü ev sahibi seslenemedik
Dün parçalandı aynamızın son kırığı da
Pencere camlarında taradık isyankâr saçlarımızı
… (s.35)
Çukurova baharını resmettiği “Çukurova İçin” adlı şiirinde (s.12) rüzgârın önüne katıp yatırdığı yeşilliklerle birlikte; “…/Bir yaz güneşine âşık bembeyaz/Yazın birer kar bulutları/…” olan pamuk tarlalarıyla, o tarlalarda, “…buğday başakları”na benzettiği, “…/Yazmaları allı/Şalvarları siyah/Sırma saçlı kızları” köylülük ve emek sevecenliğiyle kutsar. “Kelepçeler vurulmuş düşlerime, suskunum/İşler içerime acı bir soğuk gibi gurbette yalnızlığım/…(Suskunum-s.33) dizelerinin tematik olarak bağlandığı “…sensiz yalnızım” vurgusuyla anlam çoğaltan “Seni Kendim Diye Yaşıyorum” (s.51-53) adlı şiiri de, Atıl’ın geçen yıl yitirdiği yaşamını, her şeyini paylaştığı sevgili eşinin duygulanımıyla yazıldığı söylenebilir… Anne, baba sevgisini ileri sürdüğü “ “Tir titriyor çocuk yüreğin/Gözyaşların sicim gibi iniyor/Bir ayağın gidiyor, ötekisi gitmiyor/Parçalanmış sevgiler seni mutlu etmiyor/…” gibi dizelerin geçtiği, “Duru’ya” seslendiği “Canımdan Öte” (s.30) adlı şiirin ise torun duyarlılığı, sevgisi taşıdığı düşünülebilir… Ardından, sanki sokaklarda tehlikeli bir biçimde araba silen, kağıt mendil satan çocukları da görsellikleri arasına yerleştirdiği çocuk izlekli bir yalın bir şiiriyle seslenir. “Nasıl söylesem bilmiyorum/…” diye başladığı “Bilmiyorum” (s.16) adlı şiirinde sessiz ve umarsız bir sevgi duruşu sergilenirken; “O Kadar” (s.19) adlı şiirinde:””Seni sevdim/O kadar/Fazla konuşmasını bilmem/Sevmesini bilmem/O kadar/Ama severim/Sevebildiğim kadar/Işıl ışıl gözlerin/İçimi yakar/İşte hepsi/Hepsi bu kadar diye kestirip atan şair: sevmek sevilmenin güzelliğine göndermede bulunurken yalın şiirindeki somut görsellikten soyuta yönelerek imgesel lirizmi harekete geçirir:
Ruhum, gökyüzüne benziyor kış günlerinin
Sonra deniz dalgaları gibi kuduruyor birden
Neden bu kadar kötüyüm sevilmemekten?
Yalancı acımalar duyuyorum yalnızlığıma
… (s.21)
*AHMET MİRDOĞAN-“KARANFİLE BAKMAK”
Ahmet Mirdoğan, çok istediği şiir kitabını göremeden 2016 yılında aramızdan ayrılmış. Ama onun vasiyet gibi dileğini kendisi gibi hukukçu olan çocukluk ve okul arkadaşı Şahin Vural Atal ile Özgün Yayınları gerçekleştirerek edebiyata kazandırmış.
Şahin Vural Atal ile Ahmet Mirdoğan (1943) Ceyhan Ortaokulu’nda birlikte okumuşlar. Yenises’de şiirleri yayınlanmış. O dönemlerin birçok Adana Erkek Liselileri gibi lise yıllarda şiir serüvenini yaşamışlar. “Mum Işığı” adlı duvar gazetesindeki şiir heyecanları, şiir aşkları okul çıkışında da, İstanbul’a gidişlerinde de devam etmiş. “Varlık”, “Yeni Ufuklar” ve “İmece” gibi iz bırakan edebiyat dergilerinde şiirleri yayınlanmış. Heykel, fotoğraf ve deri üzerine Atatürk portresi yapıp, çeşitli kentlerde sergiler açmış Ahmet Mirdoğan SGK müfettişliğinden emekli olarak İstanbul’da yaşamını sürdürmüş.
“Şiiri, insanları, denizi, martıları, gökyüzünü sevdiğini” söyler oğul; “memleketini hep beklediğini, bahar gelmesini dağlarına…” Ahmed Arif’i de selamlayarak… “filmleri sevdi, lunaparkları, kitapları, resimleri, heykelleri” der. Ekler: ”çocukları da… en çok da beni…”
çocukları çok sevmişimdir
yıldızları tek tek okşar gibi
ama büyüdüklerinde hiç değil
bize benziyorlar giderek çünkü
öfkeleri, sıkıntıları, elleri, ayakları
çocukları ben anlatmamalıyım
beni onlar size anlatmalı (s.8)
Sürer şiir:
kadınları, rakıları, dost muhabbetlerini…”
bal tutan parmaklardan değildi onlar
tafra satan, gerdan kıran
kolay yaşamaların ağuşunda
can yakan, yan bakan olmadılar
*MEHMET ÇETİNKAYA-“ÇAVLANLARIN ÇIĞLIĞI”
“Çavlan”, Adana’nın, Çukurova’nın dilinde güzel duruyor. Şiirde de güzel durmuş. Çok akışlı büyük bir çağlayan anlamında. Adana’da 140 sayı “Söylem” dergisini yayınlayan, Özgün Yayınlarını kuran Mehmet Çetinkaya, yöresel ve otantik görselliği şiirine başarıyla taşıyor. Mehmet Çetinkaya´nın şiirlerindeki ses olarak gelenekselliğe yaslanan dizeleri burda teknik anlamda belki de ikiye ayırmak gerekir?
İlki, uyak bağlamında sona görsellik diken bir sessel bütünleşmedir:
Ah acıların
susuz kalmış serçesi
kanımdan kar al da
sula sızılı yüreğini
uç gelincik kuşağımızda
müziğin yedivereni.?(s.44)
Bu koşutta, ?Yüreğim/geceyle deniz arasında/dalgalanır durur/şarkılar en içli tınısını/gözlerin gibi vurur. (s.45) gibi uyak etkili bir geleneksellikle o temel üstünde yükseldiği noktadan, aliterasyonelliğe rahat geçişler yapar. Yani kısacası, ?Çavlanların Çığlığı´ndan ?Aşklar Yaşatır Aydınlığı arasında? bu bağlamda yer yer şiirsel geçişler olabilir. ??/bunları bil de/yaralarını/yarınların yeşerecek/yangınıyla sar.?(s.21); ??/yitim üstüne/yitimler yaşadı/yakınlarını yitirdikçe/gencecik yaşım?(s.24); ??/ömrümün özü dizelerimin/ özetine dek? dizeleri bu geçiş noktaları olarak örnek verilebilecek dizeler olmasını da yeterli bulmaz, orda durmaz; şiirinin eski sevdalısına geleneksel göz kırpımlarını sürdürür. Mehmet Çetinkaya´nın şiiri hareketlidir dersek de salt orda bırakmış oluruz? Hareketlidir, günceldir, sosyaldir, eleştireldir, yaşamdan ve yaşamından izler taşır. Gerçekle düş arasında tutunduğu yerde dikkatli ve uyarı tabelaları sık olan şiir poetikasının birikimini yansıtan dizelerdir. Bunlar da, harflerin yönünü verdiği o sözü edilen iç müziğin izini bırakır dizelerdir:Daraldım/Daraltıldım/Düşler/düşlüğünden düşer oldu da/dayandım dayandıkça davrandım//düşüncelerim dizelerden düşmedi? (s.25
Adanalıdır, Çukurova´lıdır, Toroslar´ın ardındandır ya Karacaoğlan´dan Dadaloğlu´na gidiş, dönüşleri olsa da coğrafyasına özgü bir seslenişle, ama daha çok çağdaş Dadaloğlu´lukta karar kıldığı algılanır:
Baharın bir yüzü tutsak
sana bakan Çukurova´da
cellat en hızlı kovboylarını
yine topladı Toroslar´da (s.12)
“Çukurova´nın göğsünde/gözler önünde/kurulan tuzaklar/evrensel gelinlik giyip/canlarımızı alarak/gizemini büyüttükçe//Göçmeyen belasıyım gecenin” dizeleri “Ömrün Özüne Öğüt” (s.22) gibidir yine öznel direnciyle. Eski ve hüzünlü öykülerden etkilendiğini, geçmişe kayandan zamandan beslendiğini umduğum Çetinkaya´nın şiirinde kan ve gülün yan yana yürüdüğü zamanlamaları kuşanan niyetler olduğu da düşünülebilir?
BİR FİDAN VE CAN
(?)
İmamoğlu arka bahçende kan
Hasan amcam 62´sinde bir fidan
Kefenini al kanlara boyadığın
Bu kaçıncı can Mustafa (s.16)
*Ö.KAPLAN KOZANOĞLU-“BAŞKA ŞİİR”
“Başka Şiir” derken “B/aşka Şiir” diyesim geliyor, bilmiyorum Kaplan Kozanoğlu bunu yapmış mı? Çünkü kitabı okuyalı biraz zaman geçti… Kaplanoğlu, “göğ(s)sümde” (s.9) diyor örneğin; “yara(r)lı mısın”, “kar/a/kış”, “(Y)ol “Yan(ıl)gısı”, ”(s.9-10-11) diyerek anlam çokluğundaki arayışını sürdürüyor. “(Y)ol” (s.12), “Y’ara”, “unut(a)mayız” (s.15), “Kar/anlık”(s.16), “a(ş)k”(s.18), “hır(s)lar” (s.28), “Gülüm’se”, “Ga/fillerin”, “(y)azık”, “(g)ördüğün”, “Ko-zanlı”(s.35), “in-sana”, “ay(r)ılırız”(s.36), “(b)en”, “(ç)ağlıyor” (s.37), “Keşke/siz”, “D/eğilmemiş”(s.38), “anı(t)”(s.41), “kü/l)tür”, “ti(l)kiler”(s.58) ve “h/ummalı”” (s.58), “H’umma”, “h/ummalı kalabalık” (s.61), yı/kanıp da”(s.62), “Kan(a)mak mı?”, “Sus(a)mak mı?”, “ka(l)p”(s.63) ve “Tutku/n” (s.64) sözcüklerinin yanı sıra; “ç’ağlayıp “ç’ağlayıp”(s.59) “şa(r)k ş(a)rk”(s.23), “di/yar”, “di/yar” yinelemeleri örneği anlam çokluğuna neden olan sözcüklerle dizeler kurulurken, parantez, kesme ve üst tırnak gibi farklı ayırmalarla ayrı yollardan gelmesi düşündürücüdür. Oysa, şiir örneklerinde görülebileceği gibi, sadece kesme işaretleriyle yapılabilirdi. Tabii ki, sözcüklerle bu denli duyarlı ve hassas oynamalarla sözcük, tümce ile hassasça oynanan bir şiirde ister istemez “git gide de”(s.61) sözcüğü de dikkat çekmektedir. Kaplan Kozanoğlu, ortaya koymak istediği biçimsel tınının eşliğinde anlam diyerek yola çıktığında bu ayırma imlerini yer yer kullanıyor. “A/sırlardır”, şi(i)rin, “yaşam(amışlık” “(S)onsuz (ç)ağlayan”, “yeni(k)…” gibi örneklerde ise şiir sevdasında görsel kesitler verir.
ŞİİR
Kalemiyle dağlar delen Ferhat’ım
A/sırlardır bir şi(i)rin peşinde
Şiir:Düşe yazdığım yaşam(amışlık
Geceye attığım estetik yumruk
Dikenini koparıp Şirin’e uzattığım gül
Hem sebebi, hem merhemi kanayan yaramın
***
Şiir: Kalem dolusu alem
(S)onsuz (ç)ağlayan
Eskimeyen eski
Yenilmeyen yeni(k)… (s.7)
- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - -- - - - - -- -
GELEB İLSEM (*)
Kırsam yolların karını, buzunu;
Toroslar'a vursam kendimi.
Sana gelebilsem bir,
Gelebilsem...
Delidolu bir gecenin koynunda
İnci gülüşlerinin sesini arasam.
***
Askere giden yiğitler,
Sıladan ayrılan gurbetçiler gibi;
Ayrılığa el mecbur saatlerde,
Yakut kuytulardaki,
Ay ışığı gülümsemelerinin rüzgârında savrulsam.
Düşsem, yollara düşsem;
Tadını bilmediğim kokunun izini sürsem.
Sana gelebilsem bir;
Bir gelebilsem işte.
Ölüm bile o kadar zor olmaz.
Ayrılık belki.
***
Kaybetsem izini,
Bal benekli bülbüllere sorsam;
Kümelenen makilere.
***
Bir gelebilsem sana gelebilsem…
Düşlerim vurgun yemez hiç böyle.
Tutkularım bozgunlarda talan olmaz…
Vururum sırtıma acılarımı.
Pamuk elli selamını beklerim.
***
Kırsam yolların karını, buzunu;
Toroslar’a vursam kendimi…
Düşsem, yollara düşsem.
Tadını bilmediğim kokunun izini sürsem.
*(İnsancıl dergisi/Sayı:361/Ağustos 2020)