Ahmet DOKUZOĞLU-NE DEMİŞTİK?


BAŞINI BAĞLAMAK


         Bundan otuz yıl önce bir tartışma ortaya attılar. O günün önemli yazarları Hasan Cemal, Cengiz Çandar, Mehmet Altan ve Mehmet Ali Brant ve arkadaşları ikinci cumhuriyet sözünü telaffuz ediyorlar, aralarında takım bile kuruyorlardı. Ben o yılları iyi biliyorum. Fetocuların kol gezdiği, yeşil sermayenin ülkeye sızdığı, yeni yeni televizyonların, radyoların açıldığı, dini ağırlıklı dershanelerin çoğaldığı ve büyük market zincirlerinin oluşmaya başladığı yıllardı.

         O günün gündemdeki konuları askerler, Atatürkçülük,  başörtüsü, üniversiteler, kit zararları ve boyalı basın dedikleri büyük gazetelerdi.

         Kurban derilerini THK adına askerler topluyor diye öyle dedikodu yaydılar ki, insan kızmadan edemiyordu. Diyorlardı ki;

“Komutanlar kurban derilerinden gelen parayla kafa çekiyor, lüks hayat yaşıyor.”

         Her gün kendi gazetelerinde, televizyonlarında başı örtülü genç kızların üniversitelere giremediklerini, girenlerin bile okula alınmadığı konu ediliyor, kızların okullarda sorgulandığı, başlarının zorla açıldığı ve İmam hatiplerin kapatıldığı, sınav birincisinin bile istediği okula yazılamadığı işleniyordu.

         O yıllar Refahyol hükümeti kurulmuştu. Ortalık biraz rahatladı derken, bu güçler daha da zenginleşti. Radyolar açıldı, televizyonlar çoğaldı. Her radyo ve televizyon gündemdeki konuları çarpıtarak ve kurgulayarak halka anlatmaya başladı.

         Askerler bu durumdan tedirgindi. Arada sırada bir olay başlatıp gerekli uyarıyı vermeye çalışıyorlardı. Sincan sokaklarında tank yürütmek, Erzurum halk sohbetleri gibi, olaylar gündeme bomba gibi düşüyordu.

         Refahyol hükümeti iki yılı doldurunca 28 Şubat olayları gerçekleşti. Refahyol hükümeti düştü. Susurluk kazası da bu gelişmelerin tuzu biberi oldu. Her tarafta yürüyüşler, türban tartışmaları ve devlete çatmalar kat kat çoğaldı. Bazı kişiler, hükümetlere ve düzenin partilerine kin kusuyordu. Daha sonra Başbakan Bülent Ecevit’in mecliste bağırarak;

 “Atın o kadını dışarı! Burası devlete meydan okunacak yer değildir.” sözleri bütün ülkede çınladı.

         Ülkede deprem olmuş, 23 bin kişi ölmüş, kırk beş bin ev yerle bir olmuşken, Gölcük’te ölen askerler için korkunç şeyler anlatılıyordu. Üstelik bunları en ücra köşelere kadar duyuruyorlardı. Diyorlardı ki;

“Denizin içinde Generallerin cesetleri domuz suratında yüzüyordu.”

         Durum bunlardan da beterdi. İstanbul Belediye başkanı Sn. R.T.E. tutuklanmış, şiir okudu diye hapse atılmıştı. Bu haber de devlete meydan okuyor edasıyla veriliyor, R.T.E göklere çıkartılıyordu.

         Memlekette durum böyleyken, Mecliste hükümet kurulamıyor, kurulan

hükümetler de fazla yaşayamıyordu. Bütün partiler ortak görüşle Bülent Ecevit’in bir azınlık hükümeti kurmasını ve seçime kadar ülkeyi idare etmesini tavsiye ettiler.

         Ecevit 61 milletvekili ile hükümeti kurdu. İki ay sonra çocuk katili Abdullah Öcalan ülkeye getirildi. Ecevit’in oy oranı birden yükseldi. İlk seçimde %23 ile en büyük parti oldu. Böylece DSP, MHP ve ANAP birlikte hükümet kurdular.

         Bülent Ecevit’in Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’le tartışmaları sonucu hükümet krizi meydana geldi. Dolar 600 TL dan 1.700 TL ye çıktı. Kemal Derviş’le birlikte yeniden yapılanmaya gidildi. Kırk bir banka battı. Batanlar bir özel bankada birleştirildi. Devlet bankaları da iki bankaya dönüştürüldü. Fazla personel devletin diğer kurumlarına aktarıldı.

         Enflasyon % 178 den %28 kadar düşürüldü. Ülke yeni bir yapılanmaya gitti. Fakat MHP’nin ve dış güçlerin zorlamaları nedeniyle hükümet düşürüldü ve seçime gidildi. 14 Ağustos 2001 de kurulan AKP bir yıl sonra %35 ile 365 milletvekili çıkartarak iktidara geldi.

         Buraya kadar gelişmeleri sırasıyla birkaç yazımda anlatmak istiyorum. Bunlar sırasıyla türban sorunu, üniversiteler, Türk Silahlı Kuvvetleri, adalet sistemi ve ekonomi olacaktır.

         Bu yazımda diğer konulara girmeden türban konusunu irdelemek istiyorum. Biliyorum ki memleketin türban diye bir derdi yok. Anadolu’nun her köşesinde kadınlar başını bağlar. Kimse de onlara; ”Başını neden bağlıyorsun?” demez. Sadece genç kızlar bir sözlüsü olana kadar başı açık gezerler. Dışarıdan bakınca, bekâr olduklarını herkes anlar. Bu bir toplumsal gelenektir. Bu konuda insanlar; “Başını bağladık.” Derler. Yani; ”Bu kız artık nişanlandı. Kimse gelip de evimizin kapısını çalmasın. Çalıp da kız istemeye cesaret etmesin.” demek isterler.

Anadolu’da birçok hikâye ve dramatik olayların arkasında bu konu geçmektedir. Verilmiş bir kızı, parası çok olan ağalar istemeye kalkarlar ve birçok can yanar. Ya da verilmiş bir kızı başka bir oğlan kaçırır ve canlar yanar. Bu bir namus meselesi olur ve insanlar bu yolda can alırlar. Yuvaları yıkarlar.

         Ülke genelinde de bu konu çok kurcalandı. Olayı hep dini açıdan değerlendirmeye kalktılar. Fakat dini bilmeyen insanlar ortalığı velveleye verdiler. Bir gün kalkıp da bu konuda “Din ne diyor?” demediler. Hâlbuki dinimiz açık açık kapanın diyor. Elbette her din kapanın diyecek. ”Her yerini aç.” diyen bir din olur mu? Olmaz tabii. Bakın Kur’an bu konuda ne demiş;

Mümin kadınlara da söyle, gözlerini (harama bakmaktan) korusunlar. Namus ve iffetlerini esirgesinler. Görünen kısımları müstesna olmak üzere, ziynetlerini teşhir etmesinler. Başörtülerini, yakalarının üzerine (kadar)örtsünler.”  “Nur Suresi–31 Ayet.” Allah’ın kelamı ortada.“Başınızı bağlayın, namusunuza sahip çıkın, ona buna açık yerlerinizi göstermeyin.”Diyor. Bu bir ahlak kuralı değil mi?

         Bundan başka bir ayet daha var. Ahzap suresi 59.Onu buradan aktarmak istemiyorum. O da kadınların örtünmesinden bahsediyor. Fakat dışarı çıkarken diyor. Yani bizim dilimizle helâya giderken örtünün. Sizi tanımasınlar demek istiyor. Çünkü 1400 yıl önce Mekke’de tuvalet yoktu. İnsanlar bir taşın arkasına geçip hacet gideriyordu. Bunu fırsat bilen namussuzlar da fakir, kimsesiz ailelerin kadınlarına ve kölelerine saldırıyor, tecavüze kalkıyorlardı. Yalnız belli ailelerin kadınlarına yaklaşamıyorlardı. O nedenle inmiş bir ayettir. Bütün tefsirlerde böyle geçer.

         Buradan ülkemin yöneticilerine ve tüm vatandaşlarımıza seslenmek istiyorum. Artık insanların kılık kıyafetiyle uğraşmayı bırakın. Hele erkekler kadınların giyimine hiç karışmasın. Kadınlara da şunu söylemek istiyorum.

         Siz de kendinize bir çeki düzen verin. Namusunuza laf getirmeyin. Ayrıca İslam diye Arapların kıyafetini kendinize mecbur hissettirmeyin. Her bölgenin kendine has giyimi vardır. Biz Anadolu’da yaşıyoruz unutmayın!

         Ayrıca kanun yapıcılara da seslenmek istiyorum. Bu ülke yaptığınız kanunlara uyarak yaşar. Ya da yaşamak ister. Siz de kılık kıyafetle ilgili kanun, iç tüzük ve yönetmelik gibi uyarıları yaparken dikkat edin. Adam gibi iş yapın. Hem kadını asker yapıp hem de çarşafa büründürmeyin. Her mesleğin kendine has giyim kuşamı olacaktır. Onu iyi ayarlayın.

         Din adamlarına sesleniyorum; Kadınlar da bir insandır unutmayın.

         Küçücük çocukları kılıktan kılığa sokmaya çalışmayın. Çekin o erkek ellerinizi çocukların üzerinden. Kendinizi terbiye edin. Kur’an ne diyorsa onu anlatmak sizin göreviniz. Yoksa filan söyle demiş, yok bilmem ne demiş masalı anlatmayın. Her devrin yaşam biçimi farklıdır. Her milletin de kendine has giyim şekilleri mevcuttur. Artık dünya değişiyor. Bir Afrikalı ile bir Kanadalı giyimi kuşamı bir olamaz. Bir Eskimo insanı ile Arap bedevisi arasında büyük farklar vardır. Yaşadıkları coğrafya yüzünden, iklim şartları yüzünden var olmaya da devam edecektir. Artık bunu fark edin.

         Sürçü lisan ettik ise af ola, isterim ki insan önce insan ola!

 

abdulkadir kaçar
12.01.2021 20:11:04
abi çok güzel konu...ama biraz sanki uzun gibi...amaçok bigilendirici, ülkemizde bir döneme ışık tutanyazı..tebrikler...

YAZARLAR

  • Perşembe 35.8 ° / 20.3 ° false
  • Cuma 30.8 ° / 18.5 ° false
  • Cumartesi 31 ° / 16.7 ° false
  • BIST 100

    9670,53%0,26
  • DOLAR

    32,52% -0,08
  • EURO

    34,78% -0,23
  • GRAM ALTIN

    2421,67% -0,33
  • Ç. ALTIN

    3982,08% -0,92