Mehmet Doğan Karakuş - Muhabbet Yelleri


ÇIKLA


                

    Öğretmen, her sabah denetim yapıyordu. 
    Saç traşından tutun, tırnak, diş, avuç içi, avuç üstü...
    Pabuçların temiz, boyalı olup olmadığına da bakardı öğretmenler.

    Hele bu öğretmenler arasında öyle biri vardı ki! Öyle biriydi ki! Herkesin korkulu düşüydü. Kadındı öğretmen. Hani derler ya; “Eli maşalı!” türden olanlardan. 

    Elinde kızılcık sopası, gezermiş de hiçbir şeyin ayırdına varmamış da havalarında aralarda,  eli ardında, ardındaki elinde kiraz sopası, öylecene gezer bir havalarda. Hani, bir türkü bile tutturası gelir insanın; öğretmenin öylecene gezmesine. Öyle kendi halinde bir gezmedir sizin anlayacağınız, öğretmenin gezmesi.

    “Çat!” diye inen bir kızılcık sopası, öğrencinin yaptığı kahahat derecesinde ya başına, eline, omuzuna şiddetini öğretmenin ayarladığı biçimde kendini hissettirir.

    “Çaaatttt!” diye indiği anda sopa, haliniz dumandır. Duman ki ne duman! Yanmışsınızdır Marmara çırasının yandığınca. Marmara çırasının nasıl yandığını görmedim, bilmem. Bilen, gören biri varsa nasıl yandığını bilir. Bildiğim bir şey var ki; ellerimin ayazdan çatladığı. Çatlak ellerimin sırtındaki o çatlaklardan yara bağlayıp bağlayıp da yarıldığı, kara kuru olan benim ellerimin çirkin bir görüntü sergileyip, baş parkmaklarımın avuç içine sıkıştırıp öğretmenin gözüne doğru uzatmam gereken elimi, mendil üstü olmayan elimin çatlak sırtını çirkince gösterip de önüme uzattığım anda;

    “Çaaatttt!” diye o zalim kızılcık sopasının inip, yara kabuklarını ezip ezip elimi kan ile revan içinde bıraktığıdır:

    “Mendilin yok!”
    “Ellerinin hali ne böyle!”

    Bir çocuk yüzü düşünün. Yanakları, dudakları mirtilder. Dili ağzının içinde döner durur da konuşamaz. Gözleri, aşağılanmış tinselliğin ezikliğinde kıpıcık kıpıcık açıp kapar, açıp kapar da bir türlü bakamaz. Hani bakar da kaçırıverir bakışlarını. Gözbebeklerini değil, göz aklarının grimsi bir bakış rengiyle bakar. Sonra, o kıpıcık kıpıcık olan göz kapakları arasından bir damla... Burundan bir de sümük akarsa var ya!

    Hani ozanımızın dediğince;

    “Dokunma keyfine yalan dünyanın
    İpini eline dolamış gider!”

    O çocuğu da dolayıp giden bir hayatın seline kendini kaptırıp kaptırıp, gücü yetsin yetmesin sele, zorunlu olarak selin insafına kalmış bir hayat yolculuğuna kapılıp gider.

    Biz, böyle yetiştik.

    Öğretmenler, kendi hayatlarını var eden okullarında kendi olanaklarını yaratıp, okuyup da adam olduklarından, toplumsal hayata bizleri hazırlamakta böylesine acımasız da olsa, hayatın acı yönünü tattıra tattıra, beyinlerimize bilgileri unutmamacasına soka soka yetiştirdiler.

    Böylesine bir ortamda yetişmek kolay ya da zor! Bunun yargılamasını yapan yaptı, yıkan da yıktı zaten. Bir daha o tür bir eğitim düzenine ulaşmak olanaksızdır. Çünkü günümüz dünyasında tatlıdan tatlı, rahattan rahat, gamsızdan gamsız, sorumsuzdan sorumsuz, sorunları dert etmeyen nesil türedi, her yanı taladı, memleket yandı, uçtu, satıldı, ne gam!

    Ol hikâye şöyledir sevgili okurlarım:

    Pozantı – Gülek arasında yeşili daha taze, daha diri, uzun olmayan, birkaç yıl geriye dayalı bir hayatı, geçmişi olan bir orman görürsünüz. Adana – Ankara otobüs yolculuğu yapan herkes, bu, eskiden makilik, kayalık olan yerin geçmişini bilir de, oraya çam ormanını taze taze dikenin kim, ne olduğunu bilmez. Bilmemesinin tek nedeni sorgulamamaktır derim, kişisel kanımca. 

    Bir sabah, o eli kızılcık sopalı öğretmenimiz, dışarıda sıradayken yaptığı temizlik denetimini yeterli görmeyip;

    “Pabuçlarınızı çıkarın!” der.
    “Çoraplarınıza bakacağım.”

    Tek tek bakar.

    “Galip Avcıoğlu! Ayağa kalk!” 

    Süklüm püklüm kalkar Galip Avcıoğlu. Tapu takipçisi, dava vekili babadan, Toros zirvesi köylüklerinden Çığşarlı'ızı Anşa'dan olma Galip!

    “En temiz çorap, Galip arkadaşınızın çorabı!”

    Ansızın sıranın üstüne koyar ayağını Galip;
    
    “Üstüne bakma ö'örtmenim! Altı çıkla yamalık!” der, ağlayımsı bir ses tonuyla.

    Pozantı – Gülek arası dedik ya biraz önce...

    İşte, o aradaki kayalık, hopur, makilik kır taş olan alanı o yeşili taze, diri, gepegenç bir orman şekline sokan;

    “Üstüne bakma ö'örtmenim! Altı çıkla yamalık!” diyen Galip Avcıoğlu yaratmıştır.

    Okuyup mühendis olunca, Orman Mühendisi; atanınca Pozantı'ya; yıl 1975 iken...

    Şimdi, hazıra hanık, bişmişe kanıklar, binbir zahmet, emek, çaba, yokluk, yoksullukla ülkeyi baştan yaratan bir Köy Enstitülü öğretmenin, ülke yararını düşündüğü için temiz, disiplinli, sorumlu insan hallerini dayakla da olsa aşıladığı o güzel insanların yaratıları her güzel olguyu yerle bir etmekte olan zihniyet, ormanlarımızı da kül etmekten çekinmemektedir.

    Teşekkürler sana eli kızılcık sopalı öğretmenim Danâ Yılmaz Carıllı!

    Teşekkürler sana Galip Avcıoğlu!

    Yazıklar olsun hazıra hanık, bişmişe kanık, çıkar peşende koşanlar...

    Bu ülke bunu hak etmiyor.
 

YAZARLAR

  • Perşembe 35.8 ° / 20.3 ° false
  • Cuma 30.8 ° / 18.5 ° false
  • Cumartesi 31 ° / 16.7 ° false
  • BIST 100

    9670,53%0,26
  • DOLAR

    32,52% -0,08
  • EURO

    34,78% -0,23
  • GRAM ALTIN

    2421,67% -0,33
  • Ç. ALTIN

    3982,08% -0,92