SANİYE VİLDAN GÜZEL - İNADINA ŞİİR


"ÇOCUK AĞLAMIYOR ALMIŞ KANATLARINA BÜTÜN ÖZLEMLERİNİ


"ÇOCUK AĞLAMIYOR
ALMIŞ KANATLARINA BÜTÜN ÖZLEMLERİNİ
BİR TURNA SÜRÜSÜ GÖZLERİNİN BURCUNDA
AKŞAMI PARÇALAYA PARÇALAYA UÇUYOR..."
                                                          ŞÜKRÜ ERBAŞ

BU İĞDİŞ GÖKLER ALTINDA
"Bu rüzgâr dağların kokusunu getirmiyor
Bu bulutlar tutsak daracık bir gökyüzüne...
Akşam güven vermiyor, sabahın sevinci yok
Ne güleç bir yüz ne hareli bir merhaba
Herkes sırtıyla konuşuyor birbiriyle...
Toprak yok bahçe yok sular bir derin hasret
Kuşlar bile kekeleyerek uçuyor havada...

Acıdan başka her şeyi bırakıp geldik
Alnımızda külü kalbimizde koru yanan evlerin"
                                                      ŞÜKRÜ ERBAŞ

Bu dizeleri, Şükrü Erbaş'ın 1996 Orhon Murat Arıburnu şiir ödülünü aldığı   DİCLE ÜSTÜ AY BULANIK kitabından seçtim.
Nasıl bir özlem içinde şair? Neleri özlüyor; neler değişmiş yaşamında?

Şunları da, Erbaş'ın YALNIZLIK HECELERİ kitabından seçtim.  Kitabın başında, Melih Cevdet Anday'dan alıntı var:
"Yalnız olan, gerçekte yalnız değildir, saldırıya uğramış bir insandır."
"Taşların sesini
Duydum konuştum
Duydum sustum." diyor bir adsız şiirinde Şükrü Erbaş; bir başka şiirinde de yalnızlığı bu dizelerdeki gibi anlatıyor:
"Yemyeşil bir yalnızlığı
İçim dışım uzaklık
Kimseye anı olmadan geçtim.
Taşı bile severdim
Birisi tüy kadar dokunsaydı bana."

Bence ilk özlemi, çocukluk günlerine duyuyoruz;
o günleri hiç unutmuyoruz.
Edip Cansever'in şu sözü ne güzel dile getirir çocukluk günlerinin özlemini ...
"Gördün mü demiştim kendi kendime. Mavilik de çocukluk gibi. Unutulmayacak hiç"

Çocukluk iyi de yaşansa, kötü de, unutulmaz anılarla doludur...
Kimi çocuklar büyüyünce, "Affan Dede'ye para"sayar, çocukluğunu satın alır; kim olduğunu unutuverir. Artık ne yaşı vardır, ne adı... Hiçbir şey sorulmasını istemez; çünkü, olan bitenden haberi yoktur artık.
Bir bahar havası yaşamaktadır; havuzda su şırıl şırıldır, uçurtması bulutlardan yücedir, pırıl pırıl zıpzıpları, döndükçe onu mutlu eden çemberi vardır.
Cahit Sıtkı gibi yaşamıştır çocukluğunu; o günler özlenmez mi?..

Kimi çocuklar da çocukluğunu anımsayınca, "Babamdan yapılmış bir korkuydu dünya" deyiverir Şükrü Erbaş gibi.

"Benim mutsuz çocukluğum, bulanık
Bir asık yüz gölgesinde titreyerek
Baba korkusuyla geçti.
Sevinç bile sert eserdi odalarda
Susmak saygı, gülmek ayıp, izinsiz
Konuşmak en büyük suçtu.

İlkyazımda filizimde dalımda
Çocuk kusurlarımda, çocuk suçlarımda
O rüzgâr yıllarca, yıllarca esti
Sanki üzerimden yeryüzü geçti
Gövermedi gövermiyor bir türlü
Yüreğimde ezilen yaşama tutkusu." -ŞÜKRÜ ERBAŞ

Böyle geçen bir çocukluk özlenir mi?
Behçet Necatigil'n dediği gibi, "Tohumları acının çocukluktan başlıyor."

Kimi çocuklar, annesiz büyümek zorunda kalırlar, küçücükken... Üvey anne elinde büyürler; Behçet Necatigil gibi...
Küçük Behçet iki yaşındayken annesini kaybeder; bir süre sonra babası tekrar evlenir. Küçük Behçet, anneannesinin eviyle, üvey annesinin evi arasında  gelir gider. Hastalıklı, huzursuz ve acılı çocukluk yılları başlar.
Üvey annesinden şefkat görmemiş olan Behçet, cilt hastalığına tutulur. Bir süre Kastamonu yaylalarında hayatlarını sürdüren akrabalarıyla birlikte kalır.
"Uykusuz Gecede Dörtlükler" şiirinde çocukluğunun acılı günlerini anlatır:
Gece öylesine kahırlı
Uykum kaçtı
Şiir yazdım
Sabaha karşı.

Hikâye? Hayır!
Parça parça hikâyeler belki
Bağıntısız hatıralar
Bir araya geldi.

Bir köy anızlar kesmiş tabanlarımı,
Şehirlere getirildim sonra,
Çocuk anasız kaldı mı
İş işten geçmiş ola. -BEHÇET NECATİGİL

"Kininler" şiirinde de annesiz geçen çocukluğunu anlatır:
"Az daha büyümek herhalde yoktu
Yoktu çoçukluğumda bana ninni söyleyen,
Ben kendim söylerdim dokunmasalardı
Kininlerle." -BEHÇET NECATİGİL

Böyle geçen bir çocukluk özlenir mi?.. Zaman zaman anımsanır; ama özlenmez.
Kimi çocuklar da büyümeden ölüyor; Hiroşima'da atom bombasıyla öldürülen kız çocuğu Sadako Sasaki gibi...
Nazım Hikmet, "Kız Çocuğu" şiiriyle, çocuğun on yıl sonraki barışa çağrısını anlatıyor:
"Kapıları çalan benim
kapıları birer birer.
Gözünüze görünemem
göze görünmez ölüler.

Hiroşima'da öleli
oluyor bir on yıl kadar.
Yedi yaşında bir kızım,
Büyümez ölü çocuklar.

Saçlarım tutuştu önce,
gözlerim yandı kavruldu.
Bir avuç kül oluverdim,
külüm havaya savruldu.

Benim sizden kendim için
hiçbir şey istediğim yok.
Şeker bile yiyemez ki
kâğıt gibi yanan çocuk.

Çalıyorum kapınızı,
teyze, amca bir imza ver.
Çocuklar öldürülmesin
şeker de yiyebilsinler.  -NAZIM HİKMET

Bir başka şiirinde Nazım Hikmet, "Dünyayı verelim çocuklara hiç değilse bir günlüğüne" diyor. Allı pullu bir balon gibi, kocaman bir elma-sıcacık bir somun gibi verelim diyor; hiç değilse bir günlüğüne doysunlar diyor. Yıldızların arasında türküler söyleyerek oynasınlar; dünyaya arkadaşlık nedir öğretsinler diyor. En önemlisi de, büyüklerin yıktığı dünyayı, teslim alarak; ölümsüz ağaçlar dikerek bayındır hâle getirecekler diyor.
Sadako Sasaki, çocukların şeker yemesini istiyor; teyze ve amcalara sesleniyor, "çocuklar öldürülmesin" diye imza vermelerini istiyor.

Behçet Necatigil de, çoçuklara kıyamıyor; anne-babalara sesleniyor:
"Bütün çocuklar
Yokluk bilmesinler
Et, şeker, süt bulsunlar
Giyimli, tok ve rahat
Gitsinler okullara
Sınıflarını geçsinler.
Büyükler biraz daha yorulsun
Onlar da büyüsünler
Onlar da mesut olsunlar
Geçti, kaç savaş ezikliği
Çocukları düşünsünler
Çocuklar iyi gün görsünler"

Dün, şair-yazar arkadaşım, sevgili Sevsen Aslantepe de AĞIT yakarak sesleniyordu anne-baba-dedelere!..
"Yan bahçedeki kedileri izliyorum.
Onların kaderine suskun kalmaktan utanıyorum.
Yılda iki kez yavruluyorlar. Veterinerle görüşüyorum. Kediler sürekli artıyor.
'Ne yapabilirim' diye soruyorum?
Bahçedeki kedi grubunun değişmez kaderini suskunlukla izliyorum.
Yaşlı Tekir, zavallı, sürekli hamile!
Veteriner 'üzülme' diyor. Her doğan kediden ancak bir tanesi bir yaşına kadar yaşayabilirmiş!
'Doğa böyle çözüyor düğümü' diyor. Gidiyor.
Bugün bahçeyi izlemeyip gözümü yemyesil dağ köylerine çeviriyorum.
Kalbim çok acıyor. Orada da, o görünen dağ köylerinde de insan yavrularının doğanın eline kaldığını, üstelik onların kaderlerinin de evdeki erkeklerin babaların , dedelerin , ağabeylerin elinde olduğunu bilmekle yaşarken yavaş yavaş ölüyorum.
Orada onları düşünen yardım eden benim elim kadar bir el bile olmadığını biliyorum.
Annelerin çaresizliğini hissediyorum. Evdeki erkeklere onların da, yaşamak için, kediler gibi teslim olduklarını anlıyorum.
KEDİLER İÇİN KAYGILANMAKTAN BUGÜN UTANIYORUM
21. YÜZYILDA BURNUMUZUN DİBİNDE YAŞAYAN GÜZELİM İNSAN YAVRULARININ DOĞA KANUNUNA GÖRE KAÇTA KAÇININ BÜYÜYEBİLDİĞİ GERÇEĞİ DÜŞÜNCEMİ YAKIYOR .
KALEM ELİMDEN DÜŞÜYOR.
Kendimden bile UTANIYORUM !!!" diyor.

Ben de, istediklerimi yapamazsam, "gidip o çocuklarla dağlarda ölsem..." diyorum. Ne mi istiyorum?
"Bir dağ kovuğuna daha çok küçük yaşları
Alıp çıkarsam aykırılıklardan o çocukları.
Götürüp günışığı ile yıkasam yüzlerini
Acılarını rüzgâra tutsam bir zaman.
Gövdeleri yufka ekmekler kadar ince
Parmakları anılarda salkımsöğütler
Saçlarına yağmurlardan taraklar vursam..."

Olmazsa gidip o çocuklarla dağlarda ölsem..."
                                                       ŞÜKRÜ ERBAŞ
                                    HOŞÇA KALIN.

 

YAZARLAR

  • Çarşamba 35.2 ° / 19.1 ° Güneşli
  • Perşembe 35.8 ° / 20.3 ° false
  • Cuma 30.8 ° / 18.5 ° false
  • BIST 100

    9645,02%-0,50
  • DOLAR

    32,56% 0,14
  • EURO

    34,81% 0,49
  • GRAM ALTIN

    2417,74% -0,61
  • Ç. ALTIN

    4073,33% 0,00