Hüseyin Erkan, Eğitimci/Yazar


DİKEN TARLASINDAN GÜL BAHÇESİNE (18)

İLK GÖZAĞRIM


İLK GÖZAĞRIM

                Silivri’nin Kavaklı köyündeki “Küçük Çiftlik”imize tavuk ve horoz almamız, eşimden daha çok kızım Dilem’i sevindirmişti.

                Sık sık yanlarına gidiyor, bir arkadaşıyla konuşur gibi konuşup şakalaşıyordu onlarla. Kızım, oldum olası seviyordu hayvanları. O istedi; kedi aldık evimize, o istedi; civciv, balık, su kaplumbağası… O istedi hemstır…

                Köpek istediğinde, Ataköy’de bir apartman dairesiydi evimiz. Komşularımızı rahatsız etmemek için, o isteğini yerine getiremedik ama “Bahçeli bir evimiz olursa sözümüz söz… Bir köpek alacağız mutlaka!” demiştik.

                Florya’da, hiç ummadığımız bir anda böyle bir olanak çıkınca, ilk köpeğimiz Tobi girdi hayatımıza. Ne çok sevmiştik onu!

                Alman kurdu ve Kangal meleziydi. “İki aylık” demişlerdi; ilk tanıştığımızda. Bir hafta geçti, geçmedi; Antalya’nın Akseki ilçesindeki doğup büyüdüğüm Gödene (Menteşbey) köyünde yaşayan annemi ziyaret etmek için çıktık yola. Okullar tatil olduktan beş, on gün sonraydı. Tobi de yanımızda elbette.

                Kocaeli’nin merkezi İzmit’i geçtikten bir süre sonra, Tobi’nin sık sık cama tırmanmasına bir anlam veremedik. İzmit’e kadar uslu uslu oturup yatan, arka koltukta Dilem Abla’sıyla birlikte güzel güzel oynayan bebeğimize ne oldu böyle?

                Derken, hangimizin aklına geldiyse:

                “Sakın çişi gelmiş olmasın bunun?” dedik.

                “Hemen uygun bir yerde dur Hüseyin.” dedi eşim.

                Güvenli bir yerde durup kapıyı açar açmaz, nasıl da telaşla koştu Tobi’miz! Uygun bir yer aradı, kendine göre. Çişini de yaptı güzelce, kakasını da… Sonra da dönüp geldi arabaya.

                İşte o andan sonra, sevgim birkaç kat arttı Tobi’ye karşı. Henüz iki aylık bir yavruydu o. Ama arabaya çiş ve kaka yapılmayacağını bilecek kadar akıllı… Ve bu ihtiyacını bize anlatacak kadar da yetenekli…

                Köpekten çok korkan anneme bile çok sevdirdi kendini Tobi. Yalnız anneme mi? “Hoş geldi”ne gelen tüm yakınlarıma ve köylülerime de…

                Bir yıl içinde kocaman bir köpek oluverdi Tobi. Artık kendine özgü bir evi, yuvası olması gerekiyordu onun; değil mi ya!

                Florya’daki villamızın giriş katının bahçeye uzanan balkonu, bir metre kadar yüksekti topraktan. Balkon altını demir parmaklıklarla çevirip bir de kapı yaptırınca, bağımsız bir evi oldu Tobinin. Sevgili oğlumuz, hiç de yadırgamadı evini.

                Her sabah işe gitmeden önce ve akşamları iş dönüşünde daha eve girmeden, Tobi’yi gezdirmekti ilk görevim. Eşimin söylediğine göre, akşamları ben gelmeden üç, beş dakika önce, haber verirmiş; eve yaklaştığımı.

                O yalnız bizim değil, çevremizdeki tüm komşu çocuklarının da sevgilisiydi. Şimdi her biri çoktan anne baba olmuş o çocuklara göre, ben de “Tobi’nin babası”…

                Dikenli tarladan gül bahçesine dönüştürdüğümüz “Küçük Çiftlik”imizin ilk köpeği olma şerefi de Tobi’nin olmuştu. Güzel bir köpek kulübesi alıp bahçıvan evinin yanına yerleştirdik.

                İlyas Efendi ve Sebile Hanım da çok sevdiler Tobi’yi, davet ettiğimiz dostlarımız ve ziyaretimize gelen konuklarımız da…

                İlk görüşte korkuyordu herkes, heybetinden. Ama o öyle anlayışlı, öyle iyi huyluydu ki!.. Biliyordu; bizimle birlikte olanların, bize ve kendisine kötülük yapmayacağını.

                O nedenle bırakın hırlayıp havlamayı, uysal bir koyun gibi okşatıyordu başını, kendisine sevgiyle yaklaşan dostlarımıza.

                Günde bir kez yemek yerdi; yetişkin olduktan sonra. Yirmi dört saatte bir kez… Öyle olmasına karşın, mamasını önüne koyduğumda hapır hupur yemeye başlamazdı hemen. “Önce sev beni, başımı sevgiyle okşa. Acelem yok benim.” dercesine, teşekkür edercesine anlamlı anlamlı bakardı gözlerime.

                Güzel sözler söyleyerek sevdikten ve “Haydi, doyur artık karnını aslanım.” dedikten sonra başlardı yemeye. Acele etmeden, ağır ağır, sanki düşüne düşüne yerdi mamasını.

                Çok verince çok yemezdi. Doydu muydu, bırakırdı. Pek çok köpek, mama yerken, yanına kimseyi yaklaştırmaz. Denemek için, önünden kemiğini alırdım da, “Niçin alıyorsun? O benim hakkım, vermem!” demezdi.

                Karnı doyuncaya kadar yanında bekler, zevkle izlerdim onu.

                Bitince yemek işi, gezmeye gelirdi sıra.

                Hep bağlı kalmak olmaz; hakkıdır onun da dolaşıp gezmek.

                Günde en az iki kez…

                Çişini de yapmazdı yaşadığı yere, kakasını da… Büyük şairimiz Nâzım’ın dediği gibi, “Dünyanın en tuhaf mahlûku” olan iki ayaklı bir canlı değildi ki o, yaşadığı yeri kirletsin!

                Bırakın kulübesini, bırakın bağlı olduğu yerin önünü, arkasını, 6 dönümlük bahçemizin kıyısına, köşesine bile yapmak istemezdi de çişini, kakasını; “Beni dışarıya çıkar!” diye yalvarırdı âdeta.

                Bahçeden dışarı çıkınca öyle sevinir, öyle sevinirdi ki! O önden koşardı, ben arkasından… Doğal ihtiyaçlarını gidermek için caddeden, yoldan, sokaktan uzak en tenha, en uygun yeri arar bulurdu.

                Otların, çalıların, dikenlerin içine yaparak göstermek istemezdi kakasını.             

                Sanmayın ki bunları biz öğrettik Tobi’ye. İçinden öyle geliyordu; yaratılışında vardı, onun temiz olmak.

                Keşke şu dünyada yaşayan insanların yarısı, hiç değilse Tobi kadar düşünceli, anlayışlı ve temiz olabilse!

                Tobi’den sonra Çapkın, Kont, Miya, Sindi, Yumoş, Zilli, Zorba, Viski, Caş, Artur, Pafi, Tomi, Luka, Paşa, Çaça adlarında her biri de kendine özgü özellikleri ve güzellikleri olan köpeklerimiz oldu ama hiçbiri “ilk gözağrımız” dünya tatlısı Tobi’yi unutturamadı bize. (Devam edecek)

 

YAZARLAR

  • Perşembe 24.1 ° / 11.6 ° Güneşli
  • Cuma 24.9 ° / 14.2 ° Güneşli
  • Cumartesi 28.3 ° / 15.1 ° Güneşli
  • BIST 100

    8806,72%-0,01
  • DOLAR

    32,25% 0,26
  • EURO

    35,08% 0,67
  • GRAM ALTIN

    2270,84% 0,79
  • Ç. ALTIN

    3854,72% 0,51