Yalın, duru, ussal devingenliğini giyen bir şiir bilincinin farklı, olumlu örnekleri olarak bakılabilir; imgelerin yerini bulduğu şiirsellikle konumunu edinen bir şiir diliyle kuruyor “Har Meselleri”ni” Betül Akdağ. Kendine özgü bu söylemde, öyküsel şiirselliğini gizlediği dize aralarından dirençle seslenirken de imgelerle görsellik ve şiirsellik adına güçlenip, kendi içinde dönüşüm kazanan dizelerdeki bir sanatsallığı yansıtırken de, dilin gücünü sınayan sınavlarla şiirselliğin tadına varıldığı algısı uyanmaktadır. İnsanı ve toplumu içselleştiren felsefi bir söylemle yola çıkan Betül Akdağ şiirinde, imgesel donanımlı dizelerden oluşan, bazen giriş olan kısa bölümlerde güçlü, uzun soluklu lirizm taşıdı görülse de, şiirinin bütününe yayacak gibi algılattığı bu gücün hızını yer yer tez kestiği de görülür.
bildiğim her şeyi bir rüyada yandım
ateşti rengi sabahın devrilip düşen
kendiliğinden yırtıldı camdaki şiir
söz kendini sayıkladı ve gitti
cinayeti bizden bilirler şimdi (28/34-s.34)
“A’nın tanrısı..”(s.38), beynin hayaletli odaları (s.38), “gelgeç ölmek”(s.59), “hiç yaşında (s.55), “çarnaçar” (s.54), “zamana sunulmuş şarap kalabalığı” (s.62)”, “hardan zamanlar” (s.35) gibi şiirde, şiirsellikte devingenlik oluşturan imgelerle şiirdeki yoluna koyulan Betül Akdağ; “kalbi kırık bir truva şarkısı bulun bana” (s.39) havalarında dolanıp dururken, bedenin yorgun ve çalışkan işçisi olan yüreğinin, fırtınadan kurtulan tek yolcusu olmasına da teslimiyeti bağlar (s.39). Gözlerini ise “kınından sıyrılamayan iki kırılmasız kılıç”a (s.11) benzetip, kirpiklerini yarım ağız bir içleniş erketesine yatırmanın da (s.68) şiirsel gözcülüğünü sürdürür. Daha sonra zamanın verandalarında oturan yaşlı bir teyzeye benzeyen zamandan söz ederken; “…saatim yok/düş asın duvarlara” (s.70) diyerek pozitifliğini zamana yaydığı da görülürken; son damlasının şiddetini sağıp (s.30), korkunun siren sesli geçişini şiirce bilgilendirir.
okyanus görmemiş çakıl taşı aklımız
hep bir sağanak peşinde koşup durur ya korku
ateş gözlü burağan
çarpık suratlı zamana
ki siren sesleriyle geçer içimizden
direnmek yanılgımız (Kırağı-s.15)
*BENSEL TANIM
Ben olma, benlik üzerinden yürüme, içsel sürdürüsünün mevcudiyetini gösterirken, bunun hiçbir zaman için monologvari avare bir öznellik taşımadığını, aksine tekilden tümele uzanan, bireyi çoğulla aşan insancıl bir duyarlılık taşıdığını yansıtır. “…bana dedimdi” (s.32), “ben beni bırakmaz” (s.10) ve “kendimdi yolum” (s.(10) gibi benlik konusunda yanılsamaya yol açabilecek dar ölçekli bireysel tanımların aksine; “İçerime göğün yüzünü çizdim büyümüş ellerimle/Kimseler ağlamasın karanlık arka odalarda diye” (s.59) dizeleri öznel içsellik ve edim açısından önem taşır.
“toprağı yanıyor”(s.51), “öl beni”(s.52) ve “sadeleşip de geldimdi kendimden sana/…”(s.61) dizeleri gibi bu benlik uzantısı vurgular
“An anfar ve ben ateşten yezidi halkan senin/sen içimin ateşinden kendimi içtiğim evren” (s.51) diye başladığı kitaba ad olan “Har Meselleri” adlı şirini ise felsefi bir içselliğin özdeşliğinde buluşturur ben/senliği. Bir takım betimsel/imgesel/simgesel görsellikler ardına sıkışsa da şairin içindeki tekilden tümele büyüyen insancıl duyarlılığın adı kuşkusuz ki insan ve toplum olarak değerlendirilebilir.
*ŞİİR YOLU
Yerini bulan tanım ve görselliklerle şiir yolunda ilerlerken “söz yürüyüp gitmişti kendi elinden tutup/…”(s.49) Bunun farkındaydı… İçindeki şiir zehirinin panzehiriydi bu bir anlamda… “ …ruhumu durlarken sözleriyle/…”(s.30) “Durlama” derken durulamanın halk söyleminden gelen ünlü düşmesiyle, durdurmak anlamında çok yönlü de bir algıyla düşünülebilir. “…/sesimiz lâl-übeladan beri yankısız” (s.37) derken de “kalü beladan beri” gibi bir mistik söylemin benzetme ve çağrışımı anımsanabilir.
halvet nedir dedik suya
sel aldı içiniz gri kirli bir çamur
şiir olmasa
hâlin budur dedi bilge yüzümüz kıyısına (İrtifa-s.26)
Geleneksellik adına iç müzikten yararlanan Betül Akdağ; müziğini gizlediği şiirler olsa da, yer yer de uyakların mesafesini birkaç dizeye kadar düşürdüğü görülür. Bu özgüven de kuşkusuz yazanına avazı çıktığı kadar bağırma fırsatı verir ki, aslında bu kendi benliğinin de o sözü edilen çığlığıdır. Şiirsel dublörünün maskesi düşer artık…
ellerindeki neşter
arınmış gümüş rengi hayal kaymalarında köz
al kurtar yüreğini ilkel çığlığım
şiir yerlerim içeri kanıyor.
***
kaç kere uyanıyorum bir uykunun içine
nereye saklansam illa sobeliyorum beni
bir kent içimi durduğum bütün sokaklar soluyor
beklenmiyor olmaktan tutukluyum. (Avaz- s.40)
“zembereği boşanan kelimeler” bu öznelliğinin içinde akışını sürdürürken, belki bir Bedri Rahmi çağrışımını da dizelerinin arka planına yükleyip; “içimden geçen gölgenin ayak sesini dinledim/şiirdi benim inatçı günahkâr keçim (Limon çiçeği-s.33) dediği üst göndermeyle öznel sorgusundan başladığı ironisini sürdürürken, “özürler dileyeceğiz hayattan” (s.6) dediği de görülür.
güneşin doğusuna çekilen kimdim
toprağa kök salan bakire saçı
zembereğimden boşanmış kelimelerle
cenneti gelip geçici birine verdim. (Cehennem soneleri-s.45)
*MEMET
”…olacaksa gökyüzü olmalı insan/…” (s.43) derken de, hayatı da “sesinden mürekkep bir beddua hayat dediğin/görkemli bıkkınlıklara yazmalık”(s.45) dizeleriyle tanımlayan dizelerden sonra Arife Kalender’in kulağı çınlatılacaktır… Yalnız Ahmet değil onun şiirine gelen, Akdağ’ın da bir Memet’i olduğuınu görüyoruz ama, bu Memet de Ahmet söylemince cesur değil. Bu Memet başka havalardaki Memet! Şiirin yolunu açan bir simge sonra da.
üşümüşüm fark etmeden, sinsice
üşüdükçe yüreciğim küçülmüş
sıcak bir şeyler yağmış ciğerimin üstüne
kara kazan kaynasın dursun diye
yine seni mi erittiler memet.
Diğer yönüyle uykuyu sevmez Betül Akdağ’ın şiiri… Uykuya savaş açar… “…/sen kendini öl diye mi/bu derin ve kendini bilmez uykular?/…”diye çıkışırken, “…/malum aynı kara el/yırtık hançerimizdeki /ateşin yerini bilen ayn-ı kör cadı/..”diye uykuyu zorlar, “…/sen seni bilsen burada ne işin vardı” sorusunun ardı sıra “hak/halk” gibi bir sözcük değişimiyle yine çağrışımsal benzerliğe değişim bahanesiz bir insancıl duruşu işaret ederek çıkışır Memet efendiye…
hiçbir maruzatım yok kendimden yana
kopar bakır tırnakları memetten ve rojandan
kopar bakır tırnakları agoptan ve dinadan
iki servi diktim ah’a gece yarısı
sağyanım kendini bilmez
sol kanadım kan revan
uy
an”(En-elhalk-s.46)
“sen köhnemiş çeperinden yırtılıyorken/ne tanrı ne melek ne ben/indikçe iniyorsun böyle kendinden/ya süsüldüğün imbik ta kendinsen” dizeleriyle başladığı “Imızganmalar” adlı şiirini de benlikle bilincin demini alan, umarsızlığa diklenen bir aydınlık sever tavırla son noktayı koyar:
adınla sakladığın adları unut diyemem
elinden bırak
belki onlardır korktuğun her bir yerinden
seni hiç zamansız uyandıracak. (Imızganmalar-s.54)
“uçurum mağrurluğundan,/mahmurluğundan sabahlar sual olunmaz/çocuklar ve silahlar/geceler boyu gecenin başını bekleyen duvar/zafiyet ne büyük bir güç bak/güç ne büyük zafiyet/kötü alışkanlıklardan ne farkımız var/bastığımız toprak ölüm saçıyor“ dizeleriyle başlayan; “yine mi haykırdı biri, ne çok karanlık/her yer zamana sunulmuş şarap kalabalığında” üst göndermesinin yer aldığı “Mah_sen” adlı şiirini nasıl sürdürdüğünü belirtmeden önce, anlam çokluğu adına yer yer vurgulanan sözcüklere bir örnek olarak, şiir adı olan “mahsen” sözcüğünün yanı sıra, mâh (ay), sen (ay sen/ay yüzlü) algısın da değindikten sonra şiir yoluna koyulmak gerekir:”dokunabildiğim gün kurtarılmış bir bölge/böyle dedim ışığın gölgesinde/üzerime düşen yağmur/bildik bir koku bıraktı omuz başıma/bir resim seçtim, bir isim/iki kez kokladım en çok/bildiğimen eski ve en uzun hava” (s.62)
*SİVAS
İnsan, yaşam, toplum derken, “işte biz en çok o zaman/kör olduk.” fotoğrafıyla noktaladığı “İyi ki” adlı şiirini hüzünle ünler Betül Akdağ… Kendi beninin yolunu açtığı, kendi beniyle çoğullaştırdığı duyarlılığı, iç çekişlerle çoğaltmanın sarsıntısını yansıtır …
sivas ve otuz yedi coğrafik bir dogmatik hastalığın
derin çıban izleriyle kirlenmemişti henüz
çocukların üzerinde tepindiği bir mezar
durulmayan iç çekişleriyle sarsılmıyordu. (s.56)
(Har Meselleri/Şiir/Betül Akdağ/Yoleri Yayınları/Haziran 2010/48 sayfa)