"İYİ Kİ BU MUAZZAM TÜRKÜLERİMİZ VAR YOKSA
BU TIMARHANEDE HER AN ÇILDIRABİLİR İNSAN."
ZÜLFÜ LİVANELİ
DENGBEJ, ÂŞIK, OZAN
Sesidir onlar sessiz çoğunluğun
Anlatırlar aşkları, acıları ve
umutları; köyden köye dolanıp.
Kimi kez yüksek evlerdir
konakladıkları. Bilirler nedir
çekilenlerin kaynağı.
Kimi kez hanlarda yatarlar.
Anlattıklarına ezgileri katarlar.
Uyaklı ve ahenkli birçok anlatım.
Ezberlensin ve aktarılsın diye.
Bu yüzden çoğu güzel seslidir.
Ustadır sazlarda parmakları.
Bu toprakların yaşadıklarını
onlar aktarır, bir su gibi coşkun ve duru.
Ozan der Türkler, Kürtler
dengbej diye anar onları
âşıktır hepsi... Çünkü tek sazları,
yürekleri. -SENNUR SEZER
"Dengbej, Âşık, Ozan", Sennur Sezer'in 2001'de yayımlanan yapıtı "Dilsiz Dengbej"in ilk şiiridir. Şiir uzundur; bütününü algılatabilecek bölümleri seçtim.
Bu yapıtın esin kaynağı, şairin, Yaşar Kemal'in romanlarında tanıdığı dengbej geleneğidir. Kitap, destan kurgusuyla yazılmıştır; adı da, konuşamayan bir delikanlı hakkındaki halk söylencesinden alınmıştır.
DİLSİZ DENGBEJ VE GELİN
"Her akşam büyük sofasında konağın,
diz çöküp gezgin âşıklar, söyler öykülerini. İniltisi
Zin'in, Mem'in öfkesi ve öcü demirci
Kava'nın dile gelir. Her akşam çıraların
ışıltısı bir âşıkla göverir.
Bülbülün sesi helal ve helaldir gelinlerin
kolkola oynaması. Ancak anlatmaktır er işi.
Ölmek gibi. Ağıt âşıklara yazılmıştır.
Gelinlere yazılan sessiz gözyaşı.
Kulağı duyan dili lal bir oğlancık verilir
geline. Duysa söyleyemez gelin gibi. Sesi
alınmış, gözü çevik ve yüreği... Bilmez gelin
yüreği var mı?
Gelinin yüreği söz olup akar oğlancığa
Türküler, öykülerle. Âşıkların tüm
anlattıklarından başka, yeni bir sesle her gün...
Oğlancık lal... Başını gelinin
göğsüne dayar.
Bir bahar, patlarken tomurcuklar,
gelin son uykusuna dalar. Anlattığı
öyküler tükenmiş. Oğlancığın kulağında
gizler...
Ve bir nar çatlar, bir kuyu taşar...
Çıraların aydınlığında diz çöker dilsiz
oğlan: Gelinin öyküsüne başlar." -SENNUR SEZER
Şair, geçmişten hareketle; susturulmuş, bastırılmış, cahil bırakılmış Anadolu kadınının değişmeyen yazgısını işlemiştir.
Dilsiz Dengbej, dünü bugüne bağlayan bir söylence. Üstünde yaşadığımız toprakların, bu topraklarda yaşayan halkların acıları, sevinçleri, türkülerin tanıdık sözleri ve şiirin yıpranmamış imgeleriyle yeniden anlatılıyor. Acılar yaşanmasın, sevinçler çoğalsın ve kan silinsin diye...
YAŞAR KEMAL anlatıyor:
"Ben ilk ağıt derlemelerini doğduğum Hemite köyünde yaptım. Sonra Torosları dolaşmaya başladım. Yaya, elimde kiraz ağacından bir değnek, köy köy dolaşıyor, köylülerle yakın ilişkiler kuruyor, ondan sonra da kadınlardan ağıtlar derliyordum.”
ABİDİN DİNO anlatıyor:
"Dağ köylerinden, obalardan, kasabalardan ikide bir kopup gelir Adana’ya ve önümüze, ağıtlar, türküler, destanlar sererdi, buruşuk sarı kâğıtlar üstüne yazılmış... Her getirdiği söz yumağı akıllara durgunluk verirdi. Dehşetli acı, dehşetli güzeldi...
Ağıtlar toplamak, ölümle kavgaya tutuşmak gibi bir şeydi. Yitebilecek olanla, yitenle, ölümle, yok olmakla bir yarışma... Kurtarmak gerekti Çukurova ve Toros doğasının, insanının söz serüvenini... Ona ‘Türküler Müfettişi’ adını takmıştım."
"Yaşar Kemal'le kırk yıllık dostluğumuzun birçok sebebi vardır elbet ama, edebiyat kadar halk türkülerini bilmenin ve sevmenin yarattığı tadın etkisi de inkâr edilemez." demiştir Zülfü Livaneli.
Buluştuklarında Karacaoğlan, Pir Sultan Abdal, Âşık Hacı, Dadaloğlu'nu da konuşurlar.
Biri bir dize söylemeyegörsün: hemen bütün şiiri ezbere okurlar.
Yaşar Kemal, "İlk akşamdan vardım kavil yerine
O ne gördüm kömür gözlüm gelmedi" der.
Zülfü Livaneli ekler: "Bilmem gaflet bastı yattı uyudu
Bilmem o yâr bize küstü gelmedi"
Şiirin kalan bölümünü de iki sesten okurlar:
"Benim yârim gide gide donandı
İkrar verdi cahil gönlüm inandı
Ay da geldi orta yeri dolandı
Seherin yelleri esti gelmedi
Unuttu mu ahdı amanı n'etti
Başın alıp gayrı diyara gitti
Benim mecbur olduğumu farketti
Zalım garaz etti kaçtı gelmedi
Karac'oğlan der ki devranım döndü
Gönlüm yücedeydi engine indi
Seherin yelleri şafağın bendi
Hanı usul boylu Suna'm gelmedi" -KARACAOĞLAN
Binlerce türkü bilirler böyle; hayatları boyunca da tekrar etmekten usanmazlar.
Zülfü Livaneli, "Ne büyük bir lezzettir bu, ne büyük bir mutluluktur. Anadolu'nun derin vuruşlarını duymayanlara, kendilerini gündelik dedikoduların, hırsların, siyasi hesapların, paranın çekim gücüne kaptıranlara acımam bu yüzdendir işte." der.
Ben kendimi gülün dibinde buldum
Kuru kuru sevda imiş sarardım soldum
Aşk bir düş imiş kendime yordum
Ay karanlık gece vurdular beni
Yârin çevresine sardılar beni
Değirmen deresi bölük bölüktür
İçerde ciğerim delik deliktir
Dünya dedikleri bir gölgeliktir
Ay karanlık gece vurdular beni
Yârin çevresine sardılar beni
Zülfü Livaneli'yi iyice efkâr bastığında söylediği bir Ege türküsüdür bu ve sorar Livaneli, "Bu dizelerle yüreği kamaşmayan insan olabilir mi hiç!" diye...
Yeni kuşağın, üstünde oturduğu bu hazineyi bilmesi, tanıması, yararlanması dileğiyle...
HOŞÇA KALIN.