ALİ TAŞ ADN.


“KAFDAĞININ KUŞLARI” (*)


            “Armağan”, “Avcı Babam”, “Bir Ekmek Parası”, “Bir Kadın İki Çocuk”, “Depremden Sonra”, “Kafdağının Kuşları”, “Küresel Yuvarlak”, “Mart Şaşkınlığı”, “Onu Ben Öldürdüm”, “Öncü Kuşlar”, “Salgın”, “Samurkürklü”, “Tesbih”, “Yalman Öğretmenin Akasyaları”, “Yavru İncirkuşu”, “Bankadaki Kız”, “Belki de”, “Bu Sırça Köşke Nasıl”, “Cim savcısına Çıkmadan”, “Dilekçemsi”, “Küçük Sular Derin Akar”, “Pasifikya Kısa Tarihi”, “Taşralı”, “Tavşanlar Demokrasiyi Çok Severdi” ve “Ben Gidiyorum” adlı kısa, yer yer durum öykülerinin yalın, duru bir dille anlatıldığı Ali Ozanemre’nin “Kafdağının Kuşları’mda genelde kısa öyküler bulunur. Abartı ve ironinin yer aldığı yansımalar veren öykülerde insan ve yaşama yönelik dolaylı eleştireler de zaman zaman yer alır. Yaşamsal olumsuzluklarından etkilenen, güncel eleştiri yansımaları veren öykülerde insanların yanı sıra simgesel olarak fabl yansımalarının da dahil olduğu öykülerden oluşan “Kafdağının Kuşları”, mitolojik bir gerçeküstülük de kurgu ile yaşamsal gerçekçiliğin örtüştüğü  bu dokudaki yerini bulur.

            “Öncü Kuşlar”da (s.49-52) göç yoluna koyulan kara tavukların yaşamından bir kesit verilir. Göç yolundaki karea tavukların yer aldığı “Öncü Kuşlar” (s.49-52) ile kuş avlayan çocukların dahil olduğu “Yavru İncirkuşu” (s..s.75-78) adlı fabl ööykü olarak yer alırken, “Samurkürklü”de (s.58-64) mahalleyi farelerin istila etmesi sonucunda, getirdikleri kediden sonuç alamayan ev halkının fare yakalama olayı öyküleştiririlir. Abartı ve ironinin özümsendiği gizil eleştirellik taşır hâliyle ‘hayvanlar hastanesi’ görünümüne dönüşen, düşünsellik farkındalığını koruyarak, düşünsel merkezden haraketle insanlarla  hayvanların yer değiştirdiği “Salgın” (s.53/57) adlı öyküde ise  gizil ve dolaylı eleştirellik yansımaları verilir… Yaşamın olumsuzluklarından etkilenmekten öte kafayı üşüten öğrenci, gazeteci,  gibi kimlikteki insanlar akıl yoksunu olarak hayvanlaşarak havlar, miyavlar, gıdıklar. “Tavşanlar Demokrasiyi Çok Severdi” (s.112/118) adlı ironik öyküde de fabl simgelerle yaşama yansıyan eleştirilerden güncel kesitler edinilebilir. Adıyla da özdeşen “Kafdağının Kuşları”nda  (s.29-32) Kibel’den yansıyan dönüşümlü cinsiyetin sınırlarını çizdiği mitolojik bir gerçeküstülüğe kan davası da bulaşıp, milyarlarca ışık yılının aydınlattığı yaşamda içerik oluşurken, Anka Kuşu çağrışımlar yaratır.  

“Belki de” (s.84-88) ailevi nedenlerden sorunlu bir öğrenci yaşamı; “Küçük Sular Derin Akar” (s.100-102), “Pasifikya Kısa Tarihi” (s.103-106) verebileceklerinden uzak görükürken; baştan sona di,yalog olan “Bu Sırça Köşke Nasıl”dan (s.89-93) “Küresel Yuvarlak”a (s.33-36) geçildiğinde, küreselleşme ve yeni dünya düzenine göndermelerle karşılaşılır.

“Dilekçemsi” (s.97-99) adlı öyküde dilekçenin öyküsü hitaplar gerisinde anlatılırken;  “Tespih” (s.65-67) kültüründen izler yansıtılırken; “Taşralı” (s.107-111) adlı öyküde, eşinin emekli sandığından almak istediği boç para için oldukça yorulan bir memur. ”Mart Şaşkınlığı”nda (s.37-42) oğlu tutuklandı haberiyle yollara düşülen öyküde yasaklı yayınlı kasaba yolundan görüntüler verilir.

            “Bir Ekmak Parası” (s.15-18) yabancı bir kentte odun kesmeye gelen yabancıların parasız kalmaları üzerinden yine etiksel/eokonomik nedenle gizil göndermeler yapılıyor. “Cim savcısına Çıkmadan” (s.94-96)  adlı öyküde ise günün adamı profiline uyan futbol kulübü başkanı Yiğit, yerine askere gönderdiği amigonun sahtekârlığı itiraf etmesiyle Yiğit savcılık soruşturmasına uğrar.  

“Avcı Babam” (s.12-14) adlı öyküde zamana ve betona yenilen kentlerin gizil ağıdına uzanan mecburiyet yine gelip ekonomik nedenlere dayanırken; iflah olmaz avcılığın batıllığına dokunan bir inanış düğüm noktasıdır.  “Armağan” (s.7-11) imzalı kitapla ise yayın dünyasına dünyasına götürüyor insanı, ordaki imza edebiyatının gerisine ışık tutmaya çalışıyor ama asıl geri planda gösterilmek istenen sanki “rahmetlinin mezarını yaptırma” oltasını kulllanıldığı satıcı etiği ve de dolayısıyla perde arkasındaki insancıl ve  sosyo/ekonomik nedenler olsa gerek.

Eleştirek değinilerin açımlanmadığı “Ben Gidiyorum” (s.119-122) da Soma olayıyla birlikte Abdullah, Ethem, Ali İsmail, Ceren, Burak Can üzerinden çağrışımların da yer aldığı sosyal ve toplumsal gerekçelerin olumsuzluklarının ardından sürüklendiği “Ben gidiyorum” tümcesinin başı çektiği görülürken; “Depremden Sonra”da (s.25-28), yer sarsıntısında kalan çocuk olan Barış’ın “Önce, bir tek sözcüğünü bile anlayamadığı insan sesleri geldi kulağına. Bu sesler, başka sesler arasında eriyordu sanki. Seslerin geldiğini sandığı yöne dönüp bakmak istedi; olanağı yok. Kımıldayamadı bile. Yüzünü, ışığa benzemez bir ışık yalayıp geçti. Bir tünelin içinde yeniden akmaya başladı…”ğında yaşama dönmüştü artık.

             “Onu Ben Öldürdüm”(s.43-4), zoraki bir göç sökününün vardığı sonuç olarak yerinden yurdundan koparak kente gelen insanların ucu ölüme de dayanan mutsuzluklarından, telef olmalarından her konumdaki insanın payına düşen olumsuzlukların dolaylı ve gizil eleştirellikle itiraflarına yansıması konu edilir. Zamana uyan, üzerine kurulan öykülerde, köyde ve kentteki yaşam biçimleri de gerçeklikle yerilir. Etik yönünü düşünmeden zamanı karşılayan bu değişimlerin öznesi olan köylü, ağa, şeyh, seçen, seçilen, siyasetçi, kaçakçısı, suçlusu, suçsuzu, herkes “onu ben öldürdüm” tümcesinin ardında toplumsal bir gerekçeye sıkı sıkıya dayanır.”

            Sait Faik’in “Birtakım İnsanlar”ıyla yakınlık kurduğu utanç kaygılı figürlerin yer aldığı “Bir Kadın İki Çocuk”ta (s.19-24) adeta eski zaman gelinlerinden biri yer alırken yine o tanım yanılsaması taşıyan sıradan insanların biri dalar öyküdeki okula: “Yoksuldu. Hiçbir yerden hyiç bir geliri yoktu. Yukarıdan, dağların arasındaki murt çalıları içinde unutulmuş orman köylerinden birindendi. Bir ‘hatun kişi’nin verdiği parayla çocuklara az önce yiyecek almıştı. ‘Ben dilenci değilim’ diyordu. Öğretmen hanımlar, beyler bir defalık yardımda bulunabilirler miydi acaba? Burada mı, girişteki bankda mı beklesindi…” Gel gör ki durum bildiği gibi değildi. Yoksul tek kendi değildi…

            “Yalman Öğretmenin Akasyaları”nda  (s.68-74), idealist bir öğretmen olarak bir dağ köyünde öğretmenlik yapan Yalman Öğretmen’in okulunu ağaçlandırmak istemesi sonucunda ilçedeki ziraat okulundan, büyük ilçe fidanlığına, oradan komşu ildeki, ziraat fakültesi fidanlığına, ordan da Konya’ya geçip istediği akasya fidanlarını bulsa da, yanına kimlik almadığından biraz sorun çıksa da istediği 100 kadar fidanı alıp, kamyonlarla geri dönüşyoluna koyulur. Oldukça yorulan Yalman Öğretmen, yolculukta uyuması sonucunda Toroslar’dan Çukurova’ya iniş yoluna geçerken uyandığında askeri kontrol yapılıyordur. 12 Eylül darbesi sonrasında yaşanan bu kontrolde, kimliği olmadığı için askerlerce alıkonulduğunda, otobüs gütmek üzeredir, Yalman Öğretmen’in direnmesi sonucu, akasya fidanları da gözaltına alınması sağlanır. Daha sonra o gece geç bir saatte, fidanlar da yanlarında olmak üzere göz altına alınan diğer şüphelilerle birlikte sıkıyönetim merkezinin bulunduğu ilin Sıkıyönetim Komutanlığı Merkez Komutanlığı nezarethanesine götürülürler. Daha sonra ise Sıkıyönetim Nöbetçi Savcılığı’na götürülürler. Yalman Öğretmen’in ilginç öyküsünü dinleyen savcı sonuçta onu serbest bıraksa da, pazar günü olması nedeniyle zorunlu olarak sıkıyönetim komutanlığında misafir edilmesi Yalman Öğretmen’in sinirlerine dokunur.

            “Bankadaki Kız” (s.79-83), üniversite yaşamında geçen bir öykü… Bankanın bir bölümündeki resim sergisine giden Güneyli delikanlı, keşfettiği bankacı kıza hayran kalarak onu bir tablo gibi görmeye başladığından sıkça “canlı tablo”yu görmeye gider: ”Çalışma saati bitiminde, abisi mi arkadaşı mı nişanlısı ya da kocası mı bilemem, uzun saçları ensesinde lüle lüle, Büyük İskender’e benzer kumral bir oğlan gelip alıyor benim ‘tablo’yu. Bankanın hemen önünden gıcır bir otomobile binip gidiyorlar. Benim de o günkü gezim bitiyor, eve dönüyorum.” Daha sonra konuyu arkadaşlarıyla paylaşır. Dört arkadaşıyla birlikte kaldığı evdeki çapkın arkadaşı Recai: “Ben istedikten sonra… bana hayır diyecek kadın da kız da yoktur” diyerek canlarını sıkan sözünü söylediğin de: ”Git be! Amma da atıcısın… Hadi bakalım, o kızı elde et” dediğinde Recai ile bankacı kızı elde edip edememe üzerine bir karton ‘eksport’ sigarasına bahse girerler. Olay yavaş yavaş unutulmaya başladığında bir gün arkadaşlarıyla kantindeyken, güzel bir bayanın kendisini aradığını söyler arkadaşları. “İşte kendileri de geldiler!” derler. O yana dönüp baktığında donup kalır. Bankadaki kız o an kendine doğru geliyordur. Bankadaki kız, “Selam, Recai’nin kendi anahtarını bulamadığını, benim anahtarı rica ettiğini söyledi…” der.

*(Kafdağının Kuşları/Öykü//Karahan Kitabevi/Ocak 2015/122 sayfa)

 

 

YAZARLAR

  • Perşembe 24.1 ° / 11.6 ° Güneşli
  • Cuma 24.9 ° / 14.2 ° Güneşli
  • Cumartesi 28.3 ° / 15.1 ° Güneşli
  • BIST 100

    8806,72%-0,01
  • DOLAR

    32,25% 0,26
  • EURO

    35,08% 0,67
  • GRAM ALTIN

    2270,84% 0,79
  • Ç. ALTIN

    3854,72% 0,51