Sevgili Lina Nasif duygularımızı depreştirdi.
Sanki itinasız kullandığımız kırık- dökük sevgiyi
restore ettik.
Belki insanlığımızı gözden geçirdik.
Bilincimizde, duygularımızda ne kadar da köklü
yer almışsın sevgili Lina. Işıklar yoldaşın olsun.
İlk tanıdığım günlere götürdün beni.
Mersin/ Mezitli’nin denize ulaştığı yerde bir
“ Karaçaylar Plajı” vardı.
Plaj kadar gazinosu da güzeldi. Zaman zaman
yolumuz düşerdi.
Çünkü denizle iki kadehin buluştuğu yerdi.
Sonraları Sanat Kulübünde de bulduğum Lina Nasif’i
ilk kez orda görmüştüm.
Benim bir şiir okumamla yaklaşmıştı yanımıza.
O da ayrı dilde ( Sanırım İbranice ya da Yunancaydı.)
güzel bir şiir okumuştu bize.
Şiir bilmediğimiz bir dildendi, ama şiirsel bir melodi
yıkamıştı duygularımızı.
Sonraki yılın birinde, eşim ve iki çocuğumla birlikte
denize gelmiştik.
Lina gene ordaydı. Selamlaşmış ve akşama yemeğe
kalacağımızı söylemiştim.
Deniz faslından sonra akşam yemeğini orda yeme
kararını Lina için vermiştim. O şiiri bir kez daha doya
doya dinlemek istiyordum.
Arabamızı bir kenara park etmiş, çalınmasın diye
tüm eşyamızı da bagajına koymuştuk. Anahtarıysa
deniz şortuma bağlamıştım.
Denizden yorgun- argın çıktık.
Bir de ne görelim, arabamızın bagaj kapısı açıktı.
İhtiyacı olan yurttaşlar, ayakkabılarımıza kadar
götürmüşlerdi.
Bazen balık avladığım zıpkını bile almışlardı.
O saatte eve de gidemezdik.
Çünkü yakınımızdaki inşaat yüzünden, arabayı
birkaç yüz metre ilerde bırakmak zorundaydık.
Epeyce de üşümüştük.
Arabanın içinde karanlık basıncıya kadar oturduk.
Hey gidi günler hey!
Ne plaj kaldı, ne Lina, ne şiir
Yerleştiler anı rafına bir bir
Gördük ki en vefalısı soyulmakmış.
O bizi hiç terk etmedi.
Ha! diyor ki molla:
“ Bu dünyada soyulmak bir sınavmış.”
Salla babam salla!
Hiç mı bitmeyecek bu sınav yav?