Serdar Erkan


KKTC’NİN 38. KURULUŞ YILDÖNÜMÜ VE BARIŞIN DEĞERİNİ ANLAMAK

Bugüne kadar ‘bir millet iki devlet’ diye övündüğümüz ve en son Karabağ’ın işgalden kurtuluşuna aktif destek verdiğimiz Azerbaycan Cumhuriyeti dahil Dünya’da Türkiye Cumhuriyetinin dışında hiç bir devlet, uluslararası ağır baskılar nedeniyle KKTC’yi hala henüz tanımamıştır. Ancak, 1974 den beri adada Kıbrıslı Türklerin ve Anadolu’da Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının ‘ fiilen barış ve güvenlik içinde yaşadığı’ ve maalesef toplum olarak da çokta farkında olmadığımız çok önemli bir gerçektir.


15 Kasım 2021 Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin(KKTC) nin 38. Kuruluş yıldönümüydü. Ancak birkaç  resmi tören ve bilboard duyurusu dışında Mersin’de halkla paylaşılan bir kutlama coşkusu ve etkinliği duyulmadı.

Sadece, KKTC konsolosluğunun bulunduğu semtteki Müftü Köprüsü ile A.Menderes parkında ki 20 Temmuz Anıtı etrafı   bayraklarla donatılmıştı.

Aslında 1974’de 20 Temmuz Barış harekatında ve sonraki aşamalarda en önemli rolü üstlenen, Mersin’in, KKTC’nin kuruluşunda çok önemli  bir yeri vardır. Mersin, halen de Anamur’dan KKTC’ye Barış Suyu’ hattı ile Kubrıslılar içi yaşamsal önemdedir. Bu nedenle Yenice’den Anamur’’a harekatın gerekçeleri ve önemi, sağladığı Doğu Akdeniz’de Anadolu yarımadasının güvenliği için mevcut kalıcı barışın öneminin vurgulanması panel ve konferans vb etkinliklerle gelecek kuşaklara aktarılması sağlanabilirdi.

Bu bakımdan 2023’te Hem Türkiye Cumhuriyetinin 100. yılının, hem de KKTC nin 40.Yıldönümüne, Akdeniz’de, kalıcı barışın sağlanması  perspektifinden hazırlanılmalıdır. 

Öte yandan, bugüne kadar ‘bir millet iki devlet’ diye övündüğümüz ve en son Karabağ’ın işgalden kurtuluşuna aktif destek verdiğimiz Azerbaycan Cumhuriyeti dahil Dünya’da Türkiye Cumhuriyetinin dışında hiç bir devlet, uluslararası ağır baskılar nedeniyle KKTC’yi hala henüz tanımamıştır. Ancak, 1974 den beri adada Kıbrıslı Türklerin ve Anadolu’da Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının ‘ fiilen barış ve güvenlik içinde yaşadığı’ ve maalesef toplum olarak da çokta farkında olmadığımız çok önemli bir gerçektir.

TÜRKİYE’NİN ADAYA TARİHİ VE HAKLI MÜDAHALESİ

Kıbrıs ve Ege adaları,  siyasal islamcıların yere göğe sığdıramadığı Kızıl Sultan-Tek adam Abdülhamit’in, yanlış dış politikaları ile İngilizlere ve İtalyanlara adeta ‘hediye’ edilmiştir.

O tarihten beri Kıbrıs’ta yaşayan soydaşlarımızın güvenliği Anavatan için hep sorun olmuştur. Adnan Menderes hükümeti döneminde, Atatürk’ün ‘Yurtta Barış, Dünya’da Barış’ politikası ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun başarılı girişimleriyle elde ettiği garantör devlet statüsünü ile (1961 Zorlu’nun idam listesine neden alındığı ve idam edildiği araştırılmalıdır) önemli bir kazanım elde etmiştir. Ancak Rum tarafının adadaki Türklere baskı ve şiddeti durmamış, 1963 soykırım girişimlerine ve DERİN NATO’nun baskılarına rağmen, Türkiye savaş uçaklarının alçak uçuşlarıyla engellemeye çalışmıştır. (Pilotumuz Cengiz Topel bu harekatta esir olmuş, Rumlar tarafından işkence ile öldürülmüştür).Ancak, 1974’de Yunan Cuntasının desteklediği EOKA-B terör örgütünün lideri Nikos Sampson’un ada’da yaptığı faşist darbeye karşı, Türkiye, garantör devlet statüsüyle , Başbakan Bülent Ecevit ve Prof Dr. Necmettin Erbakan  koalisyon hükümetinin uluslararası diplomatik seferberliği ile birlikte, Kıbrıslı Türklerin güvenliği konusundaki haklı gerekçelerini tüm Dünya’ya  anlatarak,  20 Temmuz Barış Harekatını, yine DERİN NATO’un tüm karşı girişimlerine rağmen başarıyla gerçekleştirmiştir..

Bundan sonra, Türkiye’ye DERİN NATO tarafından yapılan tüm baskı, abluka ve askeri ve ekonomik ambargolarla bedel ödetilmeye çalışılmıştır. Hatta, bu harekat sonrası, Başbakan  Ecevit’e İzmir’de yapılan suikast girişimi DERİN NATO’nun  ‘devlet içindeki uzantısı kontrgerilla tarafından yapıldığını’ bizzat mendisi ifade etmiştir. Batının tüm baskı ve oyunlara rağmen Türkiye haklı mücadelesinden vazgeçmemiş, 15 Kasım 1983 yılında KKTC kurularak süreç yeni bir aşamaya evrilmiştir. Ta ki, AKP’nin yeni iktidara geldiği, batıyla AB yolculuğundaki uzatılan havuçlarla birlikte cicim (ve acemilik) ayları sırasında, batı ve BM tüm önceliğini bu ‘Annan Planı’na vermiş, plana karşı çıkan Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın ifadesiyle “bir kumar oynanmış”, Kıbrıs’ın bütünleşmesi görüntüsü altında 24 Nisan 2004 yılında Annan Planı çerçevesinde referanduma gidilmiştir. Ancak yine  Denktaş’ın ifadesiyle “Rum tarafının kabızlığı sayesinde iyi ki bu plan uygulamaya geçmemişti”.

1974 Barış harekatı sayesindedir ki 2020’li yıllara kadar Kıbrıslı Türkler, ekonomik zorluklara rağmen bugüne kadar güven içinde yaşamışlardır.

KKTC ARTIK DOĞU AKDENİZ’DE TÜRKİYE’NİN VE MAVİ VATANIMIZIN  GÜVENCESİDİR

Kapitalizm, küreselleşme yalanı ile yer üstü , doğal kaynak ve varlıklarını talan edilerek ekolojinin çok büyük oranda  tahrip edilmesiyle, yaratılan iklim krizi ve COVİD-19 salgınındaki rolü ile Dünya halkları tarafından artık sorgulanmaktadır. Kapitalizm ve onun ikiz kardeşi emperyalizm, ‘büyük reset’ ile Dünya halklarını inandıracağı yeni bir hikayeye ihtiyaç duymaktadır. Bu nedenle , ekonomilerini yeniden ateşleyeceği itici bir güce ve yeni kaynaklara olan ihtiyacı vardır. ‘Mavi Büyüme’ kavramı  ile Dünya’nın yüzde yetmişini kapsayan, denizler ve okyanuslar altındaki doğal varlıkların ve kaynakların olduğunu keşfetmiştir.

Öte yandan Dünya’nın tüm gelişmiş ekonomileri sorumlusu olmakla suçlandıkları karbon bazlı(kömür ve petrol) enerjiden ve nükleer enerjiden çıkışın çaresini çok daha az kirleten doğalgaz ve yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmekte bulmuşlardır. Bu nedenle, büyük doğalgaz enerji kaynaklarına sahip olduğu bilinen Doğu Akdeniz’de Türkiye’yi birkaç kilometrelik karasularına  hapsederek. Ege ve tüm kaynakları kontrol altına almak ve paylaşmak  istemektedirler. Bu nedenle jeopolitik açıdan KKTC’nin varlığı, büyük bir uçak gemisi gibi, hem Türkiye’nin hem de Kıbrıslı Türklerin can güvenliği, hem de Türkiye’nin Akdeniz’deki  ‘Mavi Vatan’ la ilgili  tezlerinin, diplomatik ve  ekonomik güvencesinin en büyük dayanağıdır.

KKTC’DEKİ ANGLO-SOL, YENİ EMPERYAL PROJENİN FARKINDA MI?

Kıbrıstaki anglo-sol partiler, Türkiye’deki sağ iktidarların, Kıbrıs’ta yeni Osmanlıcı, şoven söylemlerini bahane ederek ‘Türkiye’nin işgalci olduğunu’ dahi ifade etmişlerdir. Özellikle, siyasal İslamcı AKP’nin ilk zamanlarında AKP ile birlikte hareket ermişler, Annan Planı’na destek vererek, batının emperyal projelerinin KKTC içindeki payandası olmuşlardır. Genelde  ‘yetmez ama evetçi’ olan , ‘anglo-sol kişi ve partiler, batı emperyalizmin Brexit’den sonra adaya biçtiği yeni stratejik rolün ve NATO’nun 2030 projeksiyonlarında Kıbrıs’ın artan jeopolitik öneminin farkında mı?

Yıllarca ekonomik olarak Türkiye’ye bağımlı olması ve karşılaştıkları ekonomik ambargolar nedeniyle, bunaltılan Kıbrıslı soydaşlarımızın AB vatandaşı olacağı vaat ve hayalleriyle Türkiye ve KKTC’nin yaşamsal stratejik çıkarlarını görmezden gelen sözde sol partilerin, solculuk ve demokrasicilik oynayarak, Kıbrıs’daki  son seçimlerde etkili olmaya çalışmışlardır. Ancak, geçen yüzyılın başında, batı emperyalizmin saldırgan politikalarına karşı Lenin ve Atatürk’ün öncülüğünde başlatılan , Çin’den Güney Amerika’ya mazlum halklara esin kaynağı olan devrimler ve  yakın tarih pratikleri bize göstermiştir ki, emperyalizme ve onun sömürgeci politikalarına karşı olmayan bir siyasi anlayış, bırakın sol ve devrimci olmayı, en hafif ifadesi ile sadece ‘kullanışlı aptallar’ olmuşlardır.

TARİKAT VE UYUŞTURUCU BARONLARININ KISKACINDAKİ KIBRIS!

Türkiye Cumhuriyeti’nin yıllarca başarıyla uyguladığı “Yurtta Barış, Dünya’da Barış” politikalarıyla, hem Kıbrıs’ın hem de Türkiye’nin  stratejik çıkarları AKP iktidarına kadar korunagelmiştir. AKP’nin AB karşısında son 20 yılda, uyguladığı önce teslimiyetçi ve sonra yeni Osmanlıcı politikalarla, hem Türkiye’yi hem de KKTC’yi uluslararası alanda çıkmaza sokmaktadır. Diplomatik ve yıllardır uygulanan barışçı dilin terkedilmesiyle uygulanan kabadayı politikalarıyla Türkiye’nin ve Batının tüm düşmanlarının Doğu Akdeniz’deki emperyal politikalarda ve Türkiye’nin  karşısında birleşmesini sağlamıştır. Sonuçta, Türkiye Doğu Akdeniz’deki uluslararası bir çok enerji platformlarından dışlanmıştır. Özellikle Suriye ve Mısır ile ilişkilerimizin ‘ihvancı’ anlayışla, ısrarla sürdürülmesi, KKTC ve Türkiye’yi, bugünkü dış politika’da ‘değerli yalnızlık(!)’ noktasına savurmuştur. Tüm bunların içeride getirdiği noktada KKTC  ve Türkiye’de son yıllarda, devlet içindeki bazı odaklarında bildiği ve dahil olduğu  artan uyuşturucu trafiğinin uzantısı olan çetelerinin rahatça hareket edebildiği, ‘karapara ve uyuşturucu baronları’nın siyasi liderlerini baskı altına alabildiği, ‘uyuşturucu ve kumarhane turizminin’ olduğu bir yer halene gelmiştir.

Öte yandan, geçtiğimiz günlerde anayasal laikliğe sahip KKTC Milli Eğitim Bakanlığı’nın yasadışı tarikatların, Ada’da artan faaliyetleri ve açtıkları kuran kurslarına karşı aldığı önlemler, AKP iktidarından gelen açık ve ağır baskı ve ifadelerine  neden olmuştur.

Bu gelişmeler sonucunda, hem  KKTC’nin, hem dış politikadaki bağımsız saygın bir devlet iddiamızın inandırıcılığını daha fazla yitirmesine, hem de ‘karaparanın ve uyuşturucunun merkezi’ haline gelmesi nedeniyle pusuda bekleyen dış odakların ilave yaptırım ve baskılarına giderek açık hale gelmektedir.

 AKDENİZ’DE VE KARADENİZ’DE BARIŞIN DEĞERİNİ BİLMEK

1974’de Ecevit ve Erbakan  hükümetinin, çok haklı gerekçelerle gerçekleştirdiği 1974 Barış Harekatı ile adada ve Doğu Akdeniz’de sağlanan ‘barış ve huzur ortamı’ halen devam etmektedir.

Ancak, AKP’nin izlediği  yeni Osmanlıcı ve ihvancı dış politikalarıyla saygınlık ve desteği çok azalan  Türkiye,  uluslararası düzlemde irtifa kaybetmektedir. Her geçen gün daha fazla köşeye sıkışmaktadır.

Siyasal islamcı iktidarların, özellikle Özal’dan beri,‘bir koyup beş alma’ ve ‘stratejik derinlik’ ve ‘yeni Osmanlıcılık’ politikalarının artık iflas ettiği, ülkemize göç eden 5 milyon mültecinin üstümüzde kalması, yüzlerce insanımızın öldürüldüğü, Hatay, Suruç, Ankara Garı canlı bomba katliamları ortaya çıkmıştır., Son olarak Suriye Sınırımızdan gelen onlarca şehit cenazesi ve İdlip’te içine düştüğümüz açmazlarla, Suriye’deki fiili (defacto) derin NATO destekli ‘Garnizon Devlet’ tehdidi ile yüzleşmelidir.

Derin NATO nun ‘demokrasi getireceğiz’ diye müdahale ettiği, Irak, Suriye ve Afganistan’da ülke halklarına yaşatılan ‘tarihin en büyük zulüm ve trajedileri’ göstermiştir ki, Türkiye Cumhuriyeti hem kendi içindeki İÇ BARIŞI,  hem de bölgesindeki  DÜNYA BARIŞI’nın;

1936 Montrö, ile 1938 Hatay anlaşmaları  ve  1974 Barış Harekatı ile elde ettiği, Boğazlar,  Karadeniz ve Doğu Akdeniz’deki kazanımları sayesindedir.

Bu nedenle, en kısa zamanda, ‘ihvancı ve Yeni Osmanlıcı’  dış politikalar terkedilip, Atatürk döneminin Montrö , Hatay ve Ecevit-Erbakan dönemine kadar  Kıbrıs konusunda daha önce başarılı olduğu ispatlanmış, politikalara dönülmelidir. Yani, aktif diplomasiye ağırlık veren, başka ülkelerin iç işlerine karışmama’ ilkesine dayalı, ‘yumuşak veya minimum güç kullanarak’ korumaya çalıştığı, ‘Yurtta barış, Dünyada Barış’ temelli  iç ve dış politikalarına tekrar dönmeli, kanla ve emekle elde etmiş olduğu kazınımları ile ‘sağlanan barış’ın değerinin farkına varmakıdır.

YAZARLAR

  • Çarşamba 35.2 ° / 19.1 ° Güneşli
  • Perşembe 35.8 ° / 20.3 ° false
  • Cuma 30.8 ° / 18.5 ° false
  • BIST 100

    9670,53%0,26
  • DOLAR

    32,52% -0,08
  • EURO

    34,78% -0,23
  • GRAM ALTIN

    2421,67% -0,33
  • Ç. ALTIN

    3982,08% -0,92