Yılmaz AYDOĞAN / BÖYLE GİTMEZ!


‘MİLLİ DEVLET’TEN ‘RANTİYE DEVLET’E (13)


Devletimizi kuruluşunun doksan dokuzuncu yılında yeniden kuruluş ayarlarına getirip “Türk Milli Devleti” olarak Türk Milletine geri verebilmek için iki “olmazsa olmaz” görüyorum. Bunlar:

  1. “Milli muhalefet” olmadan milli siyaset olmaz!
  2. “Katılımcı demokrasi (halkın siyasi kararlara katılımı)” olmadan hiç olmaz!

Aşağıda, bu olmazlar incelenmiştir.

MİLLİ MUHALEFET OLMADAN MİLLİ SİYASET OLMAZ

Tarihi ve demografik gerçekler ve jeopolitik konumu ışığında, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş Anayasa’sında (1924) milliyet kavramı açıktır: “Türk, din ve ırk gözetmeksizin Türkiye halkına verilen addır.” Buna istinaden, vatandaşları din ve etnik temelde ayrıştırmaya uğraşan her siyasi söylem, sadece gereksiz değil, bitmeyen küresel güç savaşlarında kritik önemi haiz olup Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ilkelerine, milletin birlik ve bütünlüğüne, devletin bekasına tehdittir.

Milli siyaset ancak milli iktidar ve milli muhalefet ile mümkün iken, siyasetin bu iki ayağından birinin dahi milli olmayışı; yani vatanın kültürel, insani ve mali kaynaklarından beslenmemesi ve milletin çıkarlarını gözetme hedefinden sapmış olması, siyasi ve ekonomik kararlarda tam bağımsızlığın kaybedilmesine yol açar. Tam bağımsızlığın kaybı ise, milletin kalkınması önünde engel oluşturur. Vatandaşların tercihlerini özgürce oluşturması ve gerçekleştirmesi potansiyelini örseler.

TBMM’inde bulunan iktidar ve muhalefet partilerinin kuruluş ilkelerimizden sapmış olması, Türkiye Cumhuriyeti’nin bekasını tehdit etmektedir. Anadolu’yu “vatan” ve üzerinde yaşayan toplumu “millet” yapan bu ilkelerden her birinin kıymeti, Osmanlı İmparatorluğu’nun iki asırlık gerileme ve çöküş sürecinden ders alınmadıysa bile, geçtiğimiz yüzyılda dağılan SSCB ve Yugoslavya, parçalanmakla karşı karşıya kalan Irak, Suriye, Libya örneklerinde gözlenebilecek kırılganlıklardan anlaşılmalıdır.

Demirel’in meşhur sözüdür: “İktidar her rejimde var, muhalefet ise sadece demokratik rejimlerde...” Günümüz Türkiye’sinde muhalefetin sadece varlığı yetmez. Muhalefetin varlığı ve meşruiyeti kadar “vasfı” da önemlidir. Muhalefet “milli” olmalıdır. Muhalefetin toplumu mevcut sıkıntılarından kurtarabilecek, devleti kuruluş felsefesine çekebilecek bir programı bulunmalı ve bu programa inanmalıdır. Tabanı ne kadar milli olursa olsun, “Programında parlamenter sistemi savunan partinin uygulamada tek adam rejimine destek vermesi,” o partiyi güvenilmez hale getirir, getirmiştir.

İşbaşındaki iktidarın, devleti kuran kişi ve kurumlarla kavgası bulunduğu; Cumhuriyet değerleri yerine hilafet özleminde olduğu herkesçe bilinendir. “Milletin birliği yerine, unsurlarını öne çıkaran söylemi ile kendi milli bütünlüğünü tartışmaya açan; inanan-inanmayan tüm vatandaşların dini görüş ve inançlarına saygı duymak ve insanların inançlarını yaşamalarını kolaylaştırıp toplumsal bütünlüğü bu eşitlikçi hürriyet ortamında sağlamak yerine sadece İslam dinini ve o dinin de Sünni kanadı ile sünni kanadın mezheplerine bağlı tarikat ve cemaatleri kollayarak millet bütünlüğünü dini ayrıştırmaya açan bir anlayışta oldukları” da bilinmeyen değildir.

Bu yaklaşımla, “Devletin üniter yapısını kaldırmayı ve milletin unsurlarını esas alan bir federal yapıya dönüştürülmesini,” savundukları da apaçık ortadadır.

Aslı, “Birinci emperyalist paylaşım savaşındaki Osmanlı topraklarını parçalama ve o topraklarda Ermenistan ve Kürdistan adında devletler kurarak Anadolu’daki Türk varlığının soydaşları ile arasını açıp ayrı düşürerek, Türk’ü Anadolu’da boğup yok etmeyi amaçlayan Haçlı-Siyon ortak planı,” olan bir “Kürt Sorunu” hortlatılmıştır. Türk’ün Kürt’le, Kürt’ün Türk’le herhangi bir sorunu bulunmadığı halde kırk yıldan beri kanımız akıtılmakta, milli kaynaklarımız bu yolda heba edilmektedir. İktidardakiler bir ara bu konuda, “Kürt sorununu çözeceğiz,” diyerek bir açılım projesi geliştirmişlerdi. Bu gün de, alttan alta,  Türkiye’nin bir Kürt sorunu bulunduğu düşüncesindedirler.

Yukarıda da yazdığımız üzere, “Kürt sorunu ülkemizin ve devletimizin parçalanması, bölünmesi sorunudur.”

PKK (Partiya Karkeran Kürdistan / Kürdistan İşçi Partisi), KCK’nın (Koma Civakên Kurdistanê / Kürdistan Topluluklar Birliği) bünyesindeki bir partidir. PKK partisinin siyasi kolunun adı HDP (Halkların Demokratik Partisi), askeri kolunun adı HPG (Halk Savunma Güçleri)’dir. PKK’nın istediği “bayrak, toprak ve bu toprak üzerinde asayiş görevi yapacak bir ordu” olup bu gerçeği bilmeyen, kafasına sokmayan kişi Türkiye’de siyaset yapmamalıdır!

İktidardakilerin bu talepleri karşılamaya gönüllü olduklarını görüyoruz. Yaptıkları ortada, fırsatını bulduklarında ne yapacakları belli… Türkiye’deki iktidar karşıtı muhalefet yani Millet İttifakı, HDP ile dirsek temasında ise, HDP’yi “yasal bir siyasal parti” olarak görüyorsa, bunların iktidardan bir farkı kalır mı? Böyle bir muhalefete milli muhalefet denilebilir mi?

Talepleri karşılayabilmek için Anayasa’nın ilk dört maddesinin değiştirilmesi gerekir.  “Anayasa’nın ilk 4 maddesini değiştirmek” demek, “Biz buraya etnik kimliği sokacağız, Türkiye’yi Yugoslavya yapacağız!” demektir. “Kim hak iddia ediyorsa, parçalanan bütünden bir parça hak alacak!” demektir. “Türk” ibaresi gidecek, “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı” ibaresi gelecek, demektir. …

“Eşit vatandaşlık” istiyorlarmış. Bu, kafa karışıklığı yaratarak Türk milli kimliğini çözmek için kullanılan “anahtar” sözcüktür. Hedeflenen Türk kimliği yerine yeni bir kimlik getirip; önce federasyon sonra Türk-Arap-Kürt konfederasyonu kurmaktır. Suriyelilerin Anadolu’ya getirilmesinin sebebi de budur.

“Eşit vatandaşlık” PKK’nın yeni anayasa talebinin özüdür. Onu “kanun önünde eşitlik” ilkesi ile karıştırmamak gerekir. Burada kast edilen etnik kökenlerin anayasada zikredilmesi, böylece “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir,” tanımının terk edilmesidir. “Ortak vatan” ile istenen de Türkiye’nin Türk milletine değil, farklı etnik kökenlere ait olduğunun anayasada zikredilmesidir.

Yani egemenlik, bir bütün olan Türk milletinde değil de yamalı bohça halklarda(!) olacak öyle mi?

Buna iktidar da, meclisteki muhalefet de “evet” demeye hazırsa, ikisi de emperyalistlerin dilini konuşuyor, demektir. Yirmi yıldır iktidarda bulunanların “milli” nitelikte olmadıklarını biliyorduk. Şimdi muhalefetimizin de “milli” nitelikli olmadığını görüyor ve anlıyoruz!

“Milli muhalefet” demek Anayasaya, Cumhuriyete, egemenlik haklarına, toprak bütünlüğüne, halkın çıkarlarına bağlı muhalefet demektir. Bu değerlerin savaşını veren muhalefet demektir. Milli muhalefetin olmadığı yerde milli mücadele ruhu da olmaz! Tekraren belirtmeliyim ki milli bir siyaset uygulanabilmesi için öncelikle milli muhalefete ihtiyacımız vardır.

Milli siyaset milli unsurlara dayanır. Kendi öz varlığımızdan kaynaklanır. İnsanımızın alın terini korumaya, kollamaya; milli menfaatleri bütüncül bir kıskançlıkla savunmaya çalışır. Milli siyaset 1923-1938 arası yıllarda uygulanan; ne toplum kesimlerinden bir bölümünün diğerlerini sömürdüğü ne de toplumun sırtından yabancı ülkelere kaynak aktarıldığı siyasettir.

Mevcut siyasi partilerden “milli” nitelikte olanların bir “Milli İttifak” oluşturarak, birlikte hareket etmeleri milletin yararına olacaktır.

Buna ek olarak, “eşitlik, özgürlük, adalet, aydınlanmacı ilericilik” ilkeleri çevresinde sol ve sosyalist partilerle işbirliği yapılarak bir “Antiemperyalist Milli Cephe” dahi oluşturulabileceği düşüncesindeyim. Hatırlayalım ki Kuvayi Milliye, Türkçüler öncülüğünde Aydınlanmacı Müslüman aydınlar, Anadolu köylüsü ve gelişmekte olan sosyalist düşüncelere sahip amele gruplarının da katılımı ile oluşmuş ve Kurtuluş Savaşı öyle kazanılmıştı. …

YAZARLAR

  • Cuma 24.9 ° / 15.2 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • Cumartesi 24.8 ° / 13.8 ° false
  • Pazar 25.4 ° / 14.4 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • BIST 100

    9548,57%0,19
  • DOLAR

    32,49% 0,16
  • EURO

    34,80% 0,25
  • GRAM ALTIN

    2487,88% 1,05
  • Ç. ALTIN

    4157,48% -1,05