ALİ TAŞ ADN.


NURŞEN AYDOĞDU’NUN “ANITLIK ÇINARLAR”I(*)


Nurten Aydoğdu, babası Hasan Aydoğdu’ya armağan ettiği “Anıtlık Çınarlar”da ailesi ve ustası Cengiz Gündoğdu’ya teşekkür notu düşmüş kitabının girişinde. “Anıtlık Çınarlar”, ”Yüzleşme”, “Dünya Barış Günü”, “Hop Dedik”, ”Nikah Töreni”, “Evcilik Oyunu”, “Deniz Keyfi”, “Doğum Günü”, “Aşk, “Kayıp Kimlik”, “Yeni Kan”, “Dönüş”, “Görüş Günü”, “Şadiye Ana”, “Neşe’m”, “Çehov’a Bilet” ve “Son Sesleniş” adlı öykülerinden oluşan “Anıtlık Çınarlar”ın girişindeki “Yapıt Üstüne” adlı önsöz niyetli işlevli yazısında, yazarın öykülerini okurken “estetik haz alacaksın… estetik hazla insani bir eylemle, insan türüne katkı yapıyor” notunu düşen Cengiz Gündoğdu; karakterlerin son derece canlı işlendiğini, iç savaşın nesne olarak alındığını, nesnelerin kullanılışının işlevli olduğunu ve nesnelerin paradoks iletişimine ve öykülerdeki yabancılaşma olgusuna dikkat çekerek, arka kapağa da düşen vurgusunu netleştirir:”Yazar Nurşen Aydoğan güzel öyküleriyle gerçekçi çizgide yer alır. Bir anlamda modaya sapmaz. Günümüzde karşı gerçekçilik moda… postmodern öyküler elden ele dolaşıyor. Bu öykülerde yazarlar yaşamı yansıtmıyorlar. Kendi öznel tasarımlarını boş kurguyla öyküleştiriyorlar./Nurşen Aydoğan yaşamdan kaçmaz. Ne kadar tatsız olursa olsun yaşamı yansıtır. Nurşen Aydoğan yaşamı doğru gözlemlemiş, daha sonra doğru bir yorumla yansıtılmıştır./Gerçekçilik kendini burda gösterir…”
Nurşen Aydoğdu, yaşamın/zamanın içinden akan yalın çizgisinde imgesel anlatımı fazla yeğlemez… “avuç dolusu bir gülümsemeyle”(24) ve “…koca kent dolunayın görkemine baş eğmiş…”(s.44) gibi dizelere anlatımını görsellik adına teslim etmiş gözükür. “külahları değişmek”(s.51) ile iki ayağını bir pabuca sokmak (s.1) gibi deyimlerle, “doğru direk yıkılmaz” (s.81) gibi bir özdeyişe kadınsal anlatımında yer verdiği görülür. K/ayırmacasız, insan yaşamında ne varsa Aydoğdu’nun öykülerinde olsa da, gerçekçi çizgide en çok ezilen kadın olduğu için de düşünüleceği üzere, kadınların mutlu anlardan yoksul yaşamları üzerine kurulur öyküleri. Onun bu öykülerinde aşk, ihanet, güven bunalımı, sahtekârlık, değişen yaşamsal değerler ve yozlaşma, çürüme, insancıl değerleri oldukça zorlar.
Nurşen Aydoğan’ın “Anıtlık Çınarlar”ında kadın adına yok, yok… Onun eleştirel bir açı oluşturduğu toplumcu/gerçekçi çizgisinde kurguları susturan yaşamsal gerçekler vardır ki, bunlar, nerde ne zaman olursanız olun çevrenizde oluşan ve izi kalan yaşamsal izlerdir. Nurşen Aydoğan da bu izlerin izini süre süre kalemiyle sanat bağlamındaki ilişkisini kurabilmiş. Bu ilişkinin somut ve ortak noktası kadındır… Cezaevine düşen kadınlar da vardır onun öykülerinde”; yaşamda ayakta durabilmek için müzikhollerin Neşe’si olan kadınlar da, görüş gününde çocuklarını sarılmayı bekleyen anneler; askeri darbede çocukları işkencede ölen, sakat kalan anneler de; bir annenin çocuğuyla olan bağını koparacak sitemli son seslenişleri de; gurbetçi kadınlar da/insanlar da; kocasını Nataşalara kaptıran kadınlar da, Türki devletlerden gelenlerin nasıl kullanıldıkları da; kızına göz koyan babalar da; küçük bedeniyle erkeklerin seks kölesi olan kız çocukalrı da; denizde boğulan mülteciler de; savaşa lânet, barışa özlem de; sanatsal duyarlılığını yitirmiş/yitirttirilmiş toplum da; yalnızca aşk kitapları okuyarak kitap kurdu olduğunu iddia eden kadınlarda…
“Aşk”ta (s.49/53) önceden sözleştikleri üzere iş yaşamına dönmek isteyen Muazzez’in, kocasının başka bir kadına eğilimini sezmesinin gururla hazırladığı son konu ediliyor. “Kayıp Kimlik”te (s.54/61) elde edilen bir kimliğin insan yaşamını nasıl zora soktuğu anlatılıyor. “Çehov’a Bilet” (s.91/95) adlı oyunun etrafındaki döngü sanatsal duyarlılığını yitirmiş bir topluma eleştirel vurgular yapar. Tolstoy’un o ünlü: “Acı duyabiliyorsan, canlısın. Başkalarının acılarını duyabiliyorsan, insansın.” Sözlerini anımsatır bu öyküler insana. “Dünya Barış Günü” .(s.13/20) adlı öyküde barışa duyulan özlemi yine yaşanan olaylarla gereksinim duyulan duygusallıkla yaklaşır, bir anlamda bu bir ülke gerçeği olması ve bunun da solculara mal edilmesi gibi ironik çağrışımlar da olasılıklarla gerçekçiliğe yaklaşılır. Doğum Günü”(s.44/s.48) adlı öyküde roman denince de aşk romanlarından başkasını bilmeyen “kitap kurdu Arzu”nun gerçekçi romanla tanışması, tepkisi; barışcıl/insancıl/toplumsal duyarlılıklar nedeniyle yaşamını yitiren arkadaşı Zeynep’in kzının Suruç’taki bombalı saldırıda yaşamını kaybetmesini “Keskin sirke küpüne zarar…” verir özdeyişiyle yanıtlarken; doğum gününe gelen ablasının bir başka bombalı saldırıda yaşamını yitirmesi, sanki o özdeyişe verilecek bir yanıtmış gibisine:”Kınama komşuna gelir başına” özdeyişini de çağrıştırmıyor değil.
Nurşen Aydoğan, babasına adadığı “Anıtlık Çınarlar”da (s.1/4) yaşamın sıcaklığını yalın, duru betimsel ayrıntılarla örüyor. Geri dönüşlerle yaşam an’ı arasında atılan düğümler güzel bir öykü dokuyuculuğu olgusunu gerçekleştirmiş. Yaşam sıcaklığı verdiği dizelerde alın teriyle yaşamanın bir vasiyet gibi öyküde yer bularak, önem kazanması da etiksel anlamda ön plana çıkarken; insan ve çınarla kurduğu nesnesel bağa yaşam sıcaklığına koşut bir canlılık atmosferi içerisinde ülkesinin bulantılı atmosferinde babasının gençlik yıllarına uzanarak öyküsünü, kurgunun berisinde, gerçekçi bir yaşamın anlarına duyulan özlemlerin oluşturduğu düşsellikle son verir.“Yüzleşme” de (s.5/12), sevgili Murat’ın ekseninde dönen iç hesaplaşmalar için dönüş yaptığı balıkçı kasabasında yalnız insan ve yaşam yönündeki dönüşümlerle karşılaşmaz, liseden arkadaşı olan ve ikisinin de sevdiği Ferit’le evlenen Belgin ile de karşılaşır Berna.
“Son Sesleniş”te (s.96/98) bir annenin çocuğuna olan sitemindeki son seslenişiyle günümüzden bir portre konur ortaya. “Görüş Günü”nde (s.76/80) kocasını kaybeden, iki çocuklu Bahar’ın cezaevine düşmesi konu edilir. “Şadiye Ana” (s.81/84) askeri darbede kaybettiği oğullarından Mustafa işkencede yaşamını yitirir, Cemal Diyarbakır’da, Kemal İstanbul’da tutuklukta geçen yaşamı sonrasında derde kalır. “Dönüş”(s.71/75), yurt dışında çalışan Dursun-Elif, Şahsenem-Şükrü çiftlerinin gurbetçiliğinden memleketlerine uzanan yaşam öyküleri, Elif’in yaşamıyla geçmiş yıllara uzanan gelgitlerle duygusallık kazanır. “Neşe”m(s.85-89) yanlış ve sorumsuz bir evliliğin kat ettiği yolu gösteriyor ki bu yol müzikholde bitiyor… Kendisine verilen birçok şansı değerlendiremeyen adamın müzikholde takma isimli eşi Neşe’ye rastladığında “…Ne oldu, namusunun peşine mi düştün?” sorusunun ardından ağlayıp sızlasa da yanıt değişmez: “Geçti beyzadem, şimdi Neşe benim adım. Bu müzikhole neşe dağıtıyorum. Kaç paralık adamsın sen, ama kızlarımın hatırına bu gece bendensin. Masraflarını ben ödeyeceğim, sonra defol git, çık yaşamımdan…”
“Hop Dedik” de (s.21-26) Türki devletlerden gelenlerin iş bahanesiyle seks kölesi tuzağına düşürülüşleri, kendi yaşamlarında gurbetçiliğe zorlayan koşullar ve burda karşılaştıkları sorunları tehlikeler, yararlanmalar yer almakta.“Nikah”ta (s.27-31) kocasını nataşalara kaptıran bir Anadolu kadınının oğlu Mustafa’nın evlilik töreninde, aynı yerde, hayatını karartan yaşadıklarının etkisiyle geri dönüşlerle oan yaşadıkları, geçmişte yaşadıklarının kapısını aralar: “Köy kadınları ışığı açtırmışlardı, oradaki görevliyi zorlayarak. Işık artınca, Melahat salonun ortasında gördü kocasını… Dans bumuydu, sanki kucağında bir çocuk oturuyordu, öylesine kucak kucağa… Melahat, daha kendisi kocasının kucağına böyle oturmamıştı… İyi de, bu kadın değil ki, kocasının çocuğu bile olamayacak küçücük, beyaz tenli, çok güzel bir kız çocuğu. Melahat, öylece kalmıştı… Bütün köylü bir haftada nasıl böyle sübyancı olmuştu. Ne çok, küçücük beyaz tenli güzel kız çocukları vardı, burada. Bunların ana babaları nerelerdeydi?”(s.30)
Altı yaşında bir kızı olan Yasemin’in kocasını öldürme nedeni kızına, kendi çocuğuna “Evcilik Oyunu” (s.32-38) tezgâhıyla ensest ilişkiye zorlaması nedeniyle eşi tarafından öldürülmesi ve sonrasında öldüren kadının ailesinin kenti terk etmesi konu ediliyor. “…Tek suçu, yoksul, cahil çok çocuklu bir ailenin çocuklarından biri olmak. Artık yemeklerden beslenen, elindeki kâğıt mendilleri satarak annesine ekmek parası kazanmak için küçücük bedeniyle dünyanın tüm kötülüklerini sırtlanan küçücük bir beden. Kasabanın birinde, muhtarından, müdürüne birbirine sunulan bir taze çocuk bedeni…”(s.34) anlatımı Avukat Yasemin”in anımsadığı bir olayın ana hatları.
“Deniz Keyfi”nde (s.39/43) kıyı yerleşiminde fırsatçıların mülteci oluşturdukları mülteci ekonomisini iyi değerlendirdiklerini, bazı evlerinde mültecilere barınak olarak kullandırdıklarından söz edilir:“Gazetelerde okumuş, görmüş olmalısınız, batan filikalardan denize düşüp boğulan bebeklerin, çocukların giysileriyle, ayakkabıları deniz kıyısına vurdu, aylarca. O günden bu yama denize de giremiyorum. O yavrucakları düşünmekten denizde yüzmenin keyfini unuttum…”(s.42)

*(Anıtlık Çınarlar/Öykü/İnsancıl Yayınları/Nisan 2018/98 sayfa)

YAZARLAR

  • Cumartesi 31 ° / 16.7 ° false
  • Pazar 35.8 ° / 19.6 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • Pazartesi 30.8 ° / 18.3 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • BIST 100

    9915,62%2,05
  • DOLAR

    32,42% -0,15
  • EURO

    34,65% -0,66
  • GRAM ALTIN

    2439,28% 0,14
  • Ç. ALTIN

    3999,24% 0,19