Öncelikle “ Örgüt nedir?” sorusunun yanıtını ele alalım.
Çünkü insana iki açıdan bakacağız:
- Örgütsüz insan
- Örgütlü insan
Örgüt “ Ortak bir amacı ya da eylemi gerçekleştirmek ereğiyle bir araya gelmiş
kişilerin ya da kurumların oluşturduğu birlik” diye tanımlanıyor.
***
Doğadaki yer değiştirebilen tüm canlıların ortak temel duygusu “ korku” olmalı.
Doğa, ürünlerini yaratırken, korkuyu ve korunma araçlarını da birlikte var etmiştir.
Çünkü korku, korunmak için gerekli araç ve önlemleri çağıran duygudur.
Bu duygu bireysel olmakla birlikte, sakıncaya karşı konulamadığında başka bir güce
sığınarak, çoklu güce dönüşmeyi öğrenmiştir. Bu süreç zamanın akışı içinde bazı varlık
türlerinde toplumsal yaşamı doğurmuştur.
Kuşkusuz doğanın en korkak, en becerikli, en üretken, en yapıcı, en yıkıcı ve de en
hilebaz yaratığının insan olduğunu söylemek, sanırım ayıp olmaz. Tilkinin adı çıkmış.
Oysa İnsanoğlundan öğrendiği üç- beş tane hırsızlık numarasıdır marifeti…
Ne yazık ki doğanın en akıllısıyız diyemiyoruz.
Çünkü akıllı olsaydık doğayı böyle kullanmazdık.
***
Örgütsüz insanoğlunun yaşam süreci iki yönlüdür:
- Maddi varlık yönü.( Kendi bedeni de dahil olmak üzere, tüm pozitif varlıklar
ve onların ilişkileri)
- Manevi inanışlar yönü: ( Alınyazısı, kader- kısmet, şanssızlık, nazar, büyü vs.)
Maddi dünyasında elde ettiklerini ya da kendisine verilenleri kısmet sayar. Onların
doğarken Tanrı tarafından kısmet defterine yazılmış olduğuna inanır. Din kültürü de
öyle söylemektedir.
O nedenle, her kaybettiğinin ya da elde edemediğinin yerine manevi yöndekilerden
birini koyduğu için, ruhsal doyuma ulaşır. “ Şükür” bunların en başında gelir ki minnet
yüklü en üst teşekkürdür.
O yüzden örgütsüz yoksulun yönetimi çok kolaydır. Çünkü uysal ve korkaktırlar.
Koyuna benzetilişleri daha çok sokulgan oluştan değil, tepkisiz oluşlarındandır.
Çünkü kayıp ettiklerinde Tanrının parmağı olduğuna inanmaktadırlar.
Hatta yoksullukları arttıkça, kadere uygun yaşamaktan dolayı sevap kazandıkları
yönündeki inanışları çok güçlenir.
Çünkü istem listesi kısaldıkça daha azına razı olurlar. Sonunda da karın tokluğuna
gelir dayanır. Sevap getireceğine olan inanç, tepkisizliğe götüren en güçlü etkendir.
***
Devrimci mücadeledeki “ prangalarından başka kaybedecek bir şeyleri kalmamak”
öz kavramı “ Sınıfsal örgütlülük” içindir. İş prangaya dayandığında örgütsüz yoksulun
balonu patlar ve bir daha şişmez.
Açlıkları aynı olduğu halde, örgütlü olduklarında ortaya çıkan can alıcı fark nerden
doğmaktadır?:
Örgütsel eğitimim yarattığı sınıfsal kültürle oluşan bilinç, dinsel duygu ve düşünceyi
bireyin kişisel özgürlüğüne bırakır. “ Laiklik” ilkesi bunun güvencesidir.
Artık bireyin psikolojik dünyası “ Onur- Özgüven- Hak” kavramlarının oluşturduğu
“ İnsan Hak ve Özgürlükleri” mücadele alanına dönüşür ve de düşüncelerini bireyin
özgürlüğüne bırakarak, onların yerine “ Onur” öz değerini koyar.
Yani sınıf özlü mücadelede her kaybın yerini “ Onur” doldurur ve mücadele böylece
devam eder.
Sınıfsal öze dayanmayan siyasi partiler, her hangi bir biçimde iktidar olmaktan yarar
uman üyelerden oluşan üst düzey örgütlerdir. Üyelerini sınıfsal bilince kavuşturmak
diye fazlaca bir dertleri yoktur. Gündemlerini bolca yakınmalar doldurur.
Hatta “ Kitle partileri” sınıfsal özden kaçınırlar bile.
Çünkü sınıfsal bilinç:
- “ İnsan Hak ve Özgürlüklerinin” hayata geçmesini ister.
- Emeğin ve üretimin hakkına saygıyı ister.
- Emeğe hesap verilmesini ister.
Kitlesel de olsa, sınıfsal da olsa iktidar olmaya yönelik söylemlere ve ülkeyi yönetme
önerisine “ Siyaset” diyoruz. Bu istemlerin diğer insanlara ulaştırılması da “ Propaganda”
oluyor. Ancak yapılan söylemler kişide bir “ Davranış Bilinci” yaratabilmişse başarılıdır.
Bu söylem aynı şekilde, aynı biçimde ne kadar yinelenirse yinelensin, beklenen bilinci
oluşturmaz. Hatta tepki ve bıkkınlık bile yaratır. “ Kırk gün deli desen edeli olur” sözüne
aldanmamalıdır. İşe yarasa idi, deli etmezdi.
Bu aşamada hedef bir sosyalist devrim olmadığına göre, yaklaşımımız kitle partileri
yönünde olacaktır.
Propaganda etkinliği ne kadar çok organa görev yüklerse o düzeyde kalıcı olur.
O nedenle kişinin gözüne, kulağına, temas ve algılamalarına dokunabilmek çok büyük
önem taşır.
Ayrıca ikna süreci düz bir çizgi gibi gelişmez, sıçramalar halindedir. İkna olma momenti
bir bardağın taşması gibidir. Bir dağın tepesine çıkış gibidir. Zirveye çıkıncaya kadar yokuş,
geri dönüşte daha birinci milimetrede bile iniştir. Bazılarında görülen ani tavır değişmesi
bu yüzdendir.
O nedenle derim ki: Medya ilişkileri gene sürsün. Ama “ Ben muhalefetteyim” diyen
herkes ( yöneticisinden üyelerine, sempatizanlarına, arkadaşın arkadaşına kadar) hepsi
seferberlik halinde seçmenin önüne diz çökmelidir. İstatistikle seçim kazanılmaz.