Mehmet BABACAN, Eğitimci- Yazar ve Şair


ÖRGÜTSÜZ TOPLUMU YÖNETMEK

Öncelikle “ Örgüt nedir?” sorusunun yanıtını ele alalım.


Öncelikle “ Örgüt nedir?” sorusunun yanıtını ele alalım.

     Çünkü insana iki açıdan bakacağız:

  • Örgütsüz insan
  • Örgütlü insan

     Örgüt “ Ortak bir amacı ya da eylemi gerçekleştirmek ereğiyle bir araya gelmiş  

kişilerin ya da kurumların oluşturduğu birlik” diye tanımlanıyor.

 

                                                               ***

     Doğadaki yer değiştirebilen tüm canlıların ortak temel duygusu “ korku” olmalı.

     Doğa,  ürünlerini yaratırken, korkuyu ve korunma araçlarını da birlikte var etmiştir.

     Çünkü korku, korunmak için gerekli araç ve önlemleri çağıran duygudur.

     Bu duygu bireysel olmakla birlikte, sakıncaya karşı konulamadığında başka bir güce

sığınarak, çoklu güce dönüşmeyi öğrenmiştir. Bu süreç zamanın akışı içinde bazı varlık

türlerinde toplumsal yaşamı doğurmuştur.

     Kuşkusuz doğanın en korkak, en becerikli, en üretken, en yapıcı, en yıkıcı ve de en

hilebaz yaratığının insan olduğunu söylemek, sanırım ayıp olmaz. Tilkinin adı çıkmış.

     Oysa İnsanoğlundan öğrendiği üç- beş tane hırsızlık numarasıdır marifeti…

     Ne yazık ki doğanın en akıllısıyız diyemiyoruz.

     Çünkü akıllı olsaydık doğayı böyle kullanmazdık.

    

                                                                              ***

     Örgütsüz insanoğlunun yaşam süreci iki yönlüdür:

  • Maddi varlık yönü.( Kendi bedeni de dahil olmak üzere, tüm pozitif varlıklar

ve onların ilişkileri)

  • Manevi inanışlar yönü: ( Alınyazısı, kader- kısmet, şanssızlık, nazar, büyü vs.) 

     Maddi dünyasında elde ettiklerini ya da kendisine verilenleri kısmet sayar. Onların

doğarken Tanrı tarafından kısmet defterine yazılmış olduğuna inanır. Din kültürü de

öyle söylemektedir.

     O nedenle, her kaybettiğinin ya da elde edemediğinin yerine manevi yöndekilerden

birini koyduğu için, ruhsal doyuma ulaşır. “ Şükür”  bunların en başında gelir ki minnet

yüklü en üst teşekkürdür.

     O yüzden örgütsüz yoksulun yönetimi çok kolaydır. Çünkü uysal ve korkaktırlar.

     Koyuna benzetilişleri daha çok sokulgan oluştan değil, tepkisiz oluşlarındandır.

Çünkü kayıp ettiklerinde Tanrının parmağı olduğuna inanmaktadırlar.

     Hatta yoksullukları arttıkça, kadere uygun yaşamaktan dolayı sevap kazandıkları

yönündeki inanışları çok güçlenir.

     Çünkü istem listesi kısaldıkça daha azına razı olurlar. Sonunda da karın tokluğuna

gelir dayanır. Sevap getireceğine olan inanç, tepkisizliğe götüren en güçlü etkendir.

 

                                                                              ***

     Devrimci mücadeledeki  “  prangalarından başka kaybedecek bir şeyleri kalmamak”

öz kavramı “ Sınıfsal örgütlülük” içindir. İş prangaya dayandığında örgütsüz yoksulun

balonu patlar ve bir daha şişmez.

     Açlıkları aynı olduğu halde, örgütlü olduklarında ortaya çıkan can alıcı fark nerden

doğmaktadır?:

     Örgütsel eğitimim yarattığı sınıfsal kültürle oluşan bilinç,  dinsel duygu ve düşünceyi

bireyin kişisel özgürlüğüne bırakır. “ Laiklik” ilkesi bunun güvencesidir.

     Artık bireyin psikolojik dünyası “ Onur- Özgüven- Hak” kavramlarının oluşturduğu

“ İnsan Hak ve Özgürlükleri” mücadele alanına dönüşür ve de düşüncelerini bireyin

özgürlüğüne bırakarak, onların yerine “ Onur” öz değerini koyar.

     Yani sınıf özlü mücadelede her kaybın yerini “ Onur” doldurur ve mücadele böylece

devam eder.

     Sınıfsal öze dayanmayan siyasi partiler, her hangi bir biçimde iktidar olmaktan yarar

uman üyelerden oluşan üst düzey örgütlerdir. Üyelerini sınıfsal bilince kavuşturmak

diye fazlaca bir dertleri yoktur. Gündemlerini bolca yakınmalar doldurur.

     Hatta “ Kitle partileri” sınıfsal özden kaçınırlar bile.

     Çünkü sınıfsal bilinç:

  1.  “ İnsan Hak ve Özgürlüklerinin” hayata geçmesini ister.
  2. Emeğin ve üretimin hakkına saygıyı ister.
  3. Emeğe hesap verilmesini ister.

     Kitlesel de olsa, sınıfsal da olsa iktidar olmaya yönelik söylemlere ve ülkeyi yönetme

önerisine “ Siyaset” diyoruz. Bu istemlerin diğer insanlara ulaştırılması da “ Propaganda”

oluyor. Ancak yapılan söylemler kişide bir “ Davranış Bilinci” yaratabilmişse başarılıdır.

     Bu söylem aynı şekilde, aynı biçimde ne kadar yinelenirse yinelensin, beklenen bilinci

oluşturmaz. Hatta tepki ve bıkkınlık bile yaratır. “ Kırk gün deli desen edeli olur” sözüne

aldanmamalıdır. İşe yarasa idi, deli etmezdi.

     Bu aşamada hedef bir sosyalist devrim olmadığına göre, yaklaşımımız kitle partileri

yönünde olacaktır.

     Propaganda etkinliği ne kadar çok organa görev yüklerse o düzeyde kalıcı olur.

    O nedenle kişinin gözüne, kulağına, temas ve algılamalarına dokunabilmek çok büyük

önem taşır.

    Ayrıca ikna süreci düz bir çizgi gibi gelişmez, sıçramalar halindedir. İkna olma momenti

bir bardağın taşması gibidir. Bir dağın tepesine çıkış gibidir. Zirveye çıkıncaya kadar yokuş,

geri dönüşte daha birinci milimetrede bile iniştir. Bazılarında görülen ani tavır değişmesi

bu yüzdendir.

     O nedenle derim ki: Medya ilişkileri gene sürsün. Ama “ Ben muhalefetteyim” diyen

herkes ( yöneticisinden üyelerine, sempatizanlarına, arkadaşın arkadaşına kadar) hepsi

seferberlik halinde seçmenin önüne diz çökmelidir. İstatistikle seçim kazanılmaz.

YAZARLAR

  • Cuma 24.9 ° / 14.2 ° Güneşli
  • Cumartesi 28.3 ° / 15.1 ° Güneşli
  • Pazar 28.3 ° / 15.7 ° Güneşli
  • BIST 100

    9079,97%3,10
  • DOLAR

    32,35% 0,15
  • EURO

    34,93% -0,09
  • GRAM ALTIN

    2322,96% 0,18
  • Ç. ALTIN

    3843,45% 0,00