Ahmet DOKUZOĞLU-NE DEMİŞTİK?

Tarih: 31.01.2017 11:27

SAĞDUYU

Facebook Twitter Linked-in

         Yeşilçam filmlerinin meşhur olduğu dönemlerde, bir toplum mühendisliği yapılırdı. Bir tarafta halktan kopmuş zenginler dünyası, diğer tarafta halk dediğimiz; mahallenin gariban, yoksul ama birbirini seven, birbirleriyle iç içe yaşayan, elindeki bir dilim ekmeği birlikte paylaşan, insan yığınları.

          Zenginlerin tek düşüncesi olurdu; Mahalle sakinlerinin evlerini ucuz fiyata alıp, lüks konutlar yapmak, bunu yaparken de; para gücünü kullanarak devletin imkânlarını yanlarına çekmek. Sıkıştığı yerde onları halkın üzerine sevk etmek. O güç sayesinde başarı kazanıp,  çok zengin olmak.

           Bu hikâyelerde bir dram yaşanırdı. Ya zengin şahsın kızı, bir yiğide gönül verir, ya da oğlu halk içinde bir kızı sever, babasına karşı gelirdi. Bu arada bir jön çıkar, mahalleliyi arkasına alır, onları kapitalist sistemin yıkıcı gücüne karşı korur, halk da ona destek verir, onu başlarına taç yapardı. Bazen o yıkıcı güç, kapitalizmin temsilcisi, halkın gücü karşısında eğilir, onlardan biri olmak için her şeyini feda ederdi.

            Bizim yaşımızdaki insanlar o filmlerle büyüdü. O filmlerin etkisinde kalarak, içlerinde sağduyu dediğimiz düşünceyi korumaya çalıştı.

           Ama olmadı.

            O iyi niyetli; sağduyu düşüncemiz, gerçekteki yaşamımıza hiç uymadı. Çok haksızlıklar yaşadık. Yaşadığımız haksızlıklara sahip çıkacak ne bir halk yığını bulabildik, ne de yakışıklı bir jön. Kendi mücadelemizi kendi ailemize bile anlatamadık. Ama içimizdeki o güzelim düşünceler, hiçbir zaman bizi terk etmedi. Her zaman kafamızın bir köşesinde bulunmaya devam etti.

          Geriye dönüp baktığımızda,dünya görüşümüzün hiçbir şeye yaramadığını öğrendik. O halk yığınının hiç olmadığını, olanlarında Kapitalist sistem içinde vurguncuların, soyguncuların, hazine avcılarının ve din tüccarlarının egemenliğine girdiklerini, oranın bir parçasıymış gibi yaşadıklarını gördük. Bu yaşamın, içimizdeki iyi niyetli, sağduyularımızla barışık olmadıklarını keşfettik. Ne kadar yenmek için mücadele etsek de beceremedik.

          Dünya eskisi gibi değil.

          Şimdi yüzlerce televizyonlar var. Yüzlerce televizyonlarda, yüzlerce diziler var. O halk yığınları şimdi bu dizileri seyrediyor. Bende onlardan birisiyim ve her akşam bir dizi seyretme alışkanlığındayım.

          Çünkü yapılacak başka bir iş yok. Kitap okumuyoruz(Ben hariç), sohbet edemiyoruz, kahvelerde okey oynama devrimiz bitmiş. Eski siyasi kalıntımızın peşinden koşarken, halkla iç içe olmayı unutmuşuz. Bir araya gelince çeşitleniyoruz. Her şahsın kendi görüşü doğru. Piyasada yüz görüş varsa, yüzü de ayrı ayrı doğrular. Çok korkunç bir dünya.

          Dizilerde öyle enteresan şeyler oluyor ki, akıl fikir işi değil. İnsan, olaylara isyan ediyor. Bir taraftan da aynı olayların dedikodusu etrafta yayılıyor. Birçok insan; olmayan olayları, olmuş gibi kabulleniyor. Ve kendi kendilerine;

          ?Burası Türkiye.?diyor.?Her şey olabilir.?

          Bütün bunlar toplum mühendislerinin işimidir?

          Eğer onların işiyse ne yapmak istiyorlar? Ülkenin en güvenilir kurumlarını yıpratmakla ellerine ne geçecek?

          Bazı örnekler vermek istiyorum. Her insanın başına gelebilecek örnekler.

          Mesela;

          Kadının biri geldi, yanında bir çocuk var.

         ? Bu çocuk filancadan.?dedi.

          Filanca dediği insan bizden biri. Ya da zengin bir iş adamı. Ya da bir siyasetçi. Bilim adamı. Yani ünlü biri. Bu durumda o şahıs ne yapar?  

         Elbette DNA testine tabi tutturur çocuğu. DNA testini kim yapar? Ülkenin saygın bir kurumu olan; yani olması gereken, ADLİ TIP yapar.

          Buraya kadar yapılacakta bir sorun yok. ADLİ TIP yanlış karar verebilir mi?

          Vermemesi gerekiyor.

          Verirse güvenirliliği biter. Onun güvenirliliğinin bitmesi demek, toplum için bir felaket demektir. Çürümüşlük demektir. Adaletsizlik demektir.

           Başka bir örnek.

           Ağasınız. Paşasınız. Bakan veya güçlü bir milletvekilisiniz. Ya da ünlü veya ünsüz bir kabadayısınız. Başınıza bir iş geldi. Hapse mahkûm oldunuz.

           Bunlar herkesin başına gelebilir.

           Siz hapisten istediğiniz zaman dışarı çıkabilir, istediğiniz zaman dışarıdakilere emir verebilir misiniz? Hatta adam ayarlayıp dışarıda ahkâm kesebilir misiniz? Olabilir mi bütün bunlar?

            Olmaması gerekiyor. Olursa toplumun felaketi olur. Her şey o güçlerin esiri olur. Buna hiçbir toplum dayanamaz.

           Dahası var?

           Bir bakan, Bir Savcı, Bir hâkim, Bir General, Bir başbakan, Hatta bir Cumhurbaşkanı gizli örgütlerle karanlık iş çeviremez. Üç kuruşluk menfaati için küçülemez. Onlar bu memleketin en saygın örnek insanlarıdır. Öyle olmaları toplum barışımız için zaruridir.

           Küçülürse ülke için bir felaket olur. İnsanların güvenebileceği hiçbir kurum ve şahıs kalmaz. Mafya türer. Eşkıya türer. Adaletin yerini onlar alır. Onların elinde olan bir toplum yok olur. Olmaya mahkûmdur.

           Yukarıda anlatılanların hepsi, seyrettiğimiz dizilerde mevcut. Böyle dizilerde verilen örnekler toplumun bilinçaltına yerleşir ve gerçekmiş gibi algılanmaya başlar. İşte o zaman insanın insana güveni kalmaz. Adalet kaybolur ve ahlaki çöküş başlar. Bu tip hataların derhal durdurulması gerekiyor. Ülkenin geleceğini inşa etmek, ahlak düzeninden geçer. Ahlaktan yoksun bir toplum´un geleceği yoktur. İtibarı olmaz.

           Bu ülkeyi şekillendirmeye çalışan, Âlimlerin, Memurların, Siyasetçilerin ve en önemlisi Eğitimcilerin ve Toplum mühendislerinin bu konuları görmesi şarttır. Yoksa öğündüğümüz birçok değerlerimizi heba etmiş oluruz. O zaman yazık olur kafamızdaki sağduyumuza.

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —