Gene bir kadın öldürülmüş.
Eski kocasıymış öldüren.
Kıskançlık yüzündenmiş.
Tanrım, bu pislik yığınlarını sen mi yarattın?
İnanmam, tövbe inanmam.
Haşa yanlışlıkla olmuştur mutlaka.
Çünkü sen böylelerini yaratmayacak kadar yücesin Tanrım.
Çünkü sen yarattıklarının bir kılına bile zarar vermeyecek
kadar sevgi dolusun.
Ama biz sevmesini öğrenemedik daha.
Öcülerle büyüdük çünkü.
Öcü, büyüklerin görebildiği, nerden geleceği belli olmayan
korkunç bir canavardı.
En çok da Ebemle Annem görüyorlardı.
Oysa Ebem iğneye ipliği bana taktırırdı. Ama nasıl oluyorsa
karanlıkta öcüyü görebiliyordu.
Sanırım Babama görünmüyordu Öcü. Belki ondan korkuyordu.
Biraz büyüyünce “ Yapma Allah çarpar” demeye başladılar.
Öcü ölmüş müydü, yoksa Allah kılığına mı girmişti?
Ben yazıyı öğrenince “ Allah günah yazar” demeye başladılar.
Yazıyı Allah da mı yeni öğrenmişti bilmem?
O sırada evimizde bir yangın olmuştu. Zor kurtulmuştuk. O
nedenle ateşten çok korkuyordum. Fırsat bilmiş gibi o günden
sonra “ Allahın ateşten cehennemi var, orada yakar” demeye
başladılar. İşi gücü çarpmak, yakmak olan bir tehlike, beynimde
çörekleniyordu. Üstelik de tehlikenin nerden geleceği belli değildi.
Yaşım ilerledikçe çok insanda bu korkunun olduğunu gördüm.
Yahu hepsinin mi evinde yangın çıkmıştı?
***
Gerçek anlamda ben seni Köy Enstitüsünde öğrendim
yüce Tanrım. Lütfen bağışla sen deyişimi. Sevdiğim için
öyle söylüyorum.
Sen benim Anamsın, Babansın, her şeyimsin.
Bana verdiğin beyinle, en geniş özgürlüğü bağışladığını
bilmez miyim hiç? Beynimin değerini daha çok kavradıkça,
seni daha çok seviyorum. Köhne hurafelerden arındırılmış
bir sevgi yumağısın yüreğimde.
Sana ulaşmak ve seni tanımak bu kadar kolay iken, bu
Kadar avucumuzun içinde iken, ürkütücü bilinmezliklerde
aradık hep.
Kendi ruhumuzu sevgi fışkırtan bir kaynak haline
getirebildiğimizde, senin insanın olacağımızı anlayamadık.
Seni kendimize benzetip, hırslarımızsın paravanı yaptık
Baştan anlamalıydım bu hilebazlığı. Büyüklerin dilinde
tekerleme gibiydi:
“ Allah kaçtır?”
“ Allah birdir”
“ İki olsa ne olurdu?”
“ Kavga çıkardı. Savaş çıkardı.”
Yani Tanrıyı insanlaştırmaya çalışıyorduk.
Çünkü Tanrının insan gibi düşünülmesi “ Dinbaz” lara büyük
çıkar sağlayacaktı:
- Görünmez ve yenilmez bir destek güce sahip olmak.
- Kusurları, suçları ve cümle başarısızlıkları“ Alınyazısı”nın
üstüne atarak, insanları kolayca kandırabilmek.
Görülüyor ki neslimizin tüm kısırlıkları, kaprisleri sergileniyor.
Yoksa Osmanlı padişahı gibi Tanrı da mı kardeşlerini boğdurdu?
Karikatür çizebilseydim, şöyle bir çizim yapardım:
Önce şekli belli olmayan çok büyük bir siluet çizerdim.
Aynen bizim gibi yakası olurdu. Yakanın tüm çevresine de arı gibi,
sinek gibi milyonlarca insan figürü çizerdim. Üst tarafında da “ Yeter!
Yeter be!!!” diyerek yükselen ses halkaları olurdu.
***
Demem o ki yanlışlarla, yalanlarla, hurafelerle beslene beslene
yetişen nesillerin çarpıklığı umutsuzluğa götürmemeli bizi. Bilim
yardımıyla sorunun nedenlerini bulup, çözüm üretme seferberliğine
girmeliyiz.
Bakın Batı toplumları Rönesans- Reform’la Tanrının yakasından
düştüler. Tanrıyı rahat bırakıp, tüm enerjilerini kendi işlerine verdikleri
için, sorunları da çözüldü. Ortaçağın Giyotin zulmünden kurtuldular.
Her mahallede bir kilise yok. Belli vakitlerde isteyen kiliseye gidip
inandığı görevi özgürce yerine getiriyor. Din kavgasından kurtuldular.
Çünkü Tanrının ne istediğini anlamışlardı.Tanrıları onlara demişti ki:
- Ben Doğayı yarattım. Onun her öğesi değerlidir. Sen de bu
öğelerden birisin.
- Her öğe kendini korumakla ve verilmiş doğal görevleri yerine
getirmekle yükümlüdür.
- Doğanın ürünleri bir zincirin halkaları gibidir, birbirine muhtaçtır.
- İnsan beyni üretkendir. O yüzden senin sorumluluğun çok daha
ağırdır. Sahip olduğun beynin değerini kavrayıp, ona uygun bir
yaşam düzeni kurmakla sorumlusun. Tüm Doğanın mutluluğu
buna bağlıdır.
- Evrende tüm sistemler birbirleriyle ilişki içindedirler. Onları
dış etkilerle değiştirebilecek güç yoktur.
- İyi şeyler yaptığınızda puan alırsınız. Yoksa benim kurallarımı
Hiç bir hareket değiştiremez ya da etkileyemez.
- Yani beni rahat bırakın. Siz kendi işinize bakın.
İşte, bu kurallara uygun bir yaşam düzeni kurmak Tanrıyı rahat
bırakmaktır. Yani bunun adı Lâiklik’tir.
Yani Lâiklik, Tanrının Dinbazların elinden kurtuluşu demektir.
Mehmet BABACAN