CENGİZ ARCAN


ÜRETMEK ve TÜKETMEK BİR BİLİNÇ HALİDİR

Yirmi yıl önceydi; yorgun biraz da yılgın, doksan beş kilodan altmış kiloya düşmüş bedenimle, avurtlarım ve yuvasına çökmüş gözlerimle canlı cenaze gibiydim.


Yirmi yıl önceydi; yorgun biraz da yılgın, doksan beş kilodan altmış kiloya düşmüş bedenimle, avurtlarım ve yuvasına çökmüş gözlerimle canlı cenaze gibiydim.
Bu halde köydeki baba evine sığındım. Babam yirmi yıl önce, anam da bir yıl önce ölmüştü. Sahipsiz kalan ev bakımsızlıktan benim gibi harap olmuştu. Yirmi dört saat soba yakmama rağmen kapı ve pencerelerden giren soğuk hava tavan aralıklarından çıkıyor ve bir türlü ısınmıyordu.
Ne yapalım, buna da şükür. Altımıza Günaydın, üstümüze Milliyet gazetesi serip yattığımız günlerden sonra burası saraydı.
Evi ve kendimi toparlamaya çalışırken, akşamları sahibi baba dostu olan Kulecilerin kahvehanesine çıkıyordum. Çayı ve kahvesi harika olan bu kahvehane benden çok yaşlıdır. Şu an üçüncü neslin işlettiği kahvehanenin her kesimden müşterisi var, ayrıca cami cemaati de buraya gelir.
Beş vakit namaz kılan İsmail amca da (İsmail İzci) akşam namazlarından sonra kahvehaneye geliyor ve ara sıra muhabbetimiz oluyordu.
İsmail amca iki yıl Almanya da çalışıp köyüne dönmüş ve çiftçilik ve hayvancılığa başlamış. Almanya’nın iş disipliniyle çalışan bu insan, işlerini ilerletmiş ve her yıl bir kaç fakir aileye buzağıyla birlikte sağmal inek vererek dininin gereklerini yapmaya çalışıyordu. (Bugünün parasıyla bir buzağılı sağmal inek 25 bin TL den aşağı değildir.)
İsmail amca beş vakit namazında niyazındaydı ama koyu bir CHP’liydi.
Hatta Belde deki CHP teşkilatının finansörüydü. Benim Trakya’m böyledir;  camiye de gider ama Atatürk’ü de sever. Vatanını milletini de sever,  Arapçılık yapmaz.
Dini ve Atatürk’ü kendi tekellerinde zanneden siyasi partilere, İsmail amcayı ders olsun diye yazıyorum. Partiler üstü olan milli ve manevi değerlerimizi kullanmaktan vazgeçsinler. Bizim insanimizin milli ve manevi duyguları güçlüdür. Milliyetimiz ve maneviyatımız bir bütündür.
İsmail amca ayrıca kara kovanlarla arı da bakıyordu. Ürettiği ballar dört dörtlük doğal şifa veren ilaçtı. İsmail amca hasta ziyaretlerine giderken muhakkak bu baldan getirirdi.
Bir akşam yine kahve muhabbetindeydik. “İsmail amca bana yarım kilo bal lazım” dedim.
İsmail amca “bal kalmadı ama bir bakayım yine de.” dedi.
Aradan birkaç gün geçince kahvehanenin kapısına dikilen İsmail amca beni dışarı çağırdı. Yanına gittiğimde “al bu poşet  senin” dedi. İsmail amca kahvehaneye girdi,  ben de evin yolunu tuttum.
Yarım  kilo bal istemiştim ama poşetin ağırlığı beni bayağı meraklandırdı. Eve varıp  poşeti açınca  beş kiloyu aşkın kapkara, kara kovan  balını görünce şaşırdım. İsmail amca Şubat ayında kovanı bozmuş, arıların kendi yiyecekleri kapkara petek balları bana getirmişti. Hem sevindim hem de üzüldüm; kış ortasında arıların yiyecek hakkına girmiştim.
Köyün temiz havası  ve kara ballar beni her geçen gün iyileştirdi. Bu arada doktora çıkıp tepeden tırnağa muayene oldum.
Doktor “Sen Zatürre geçirmişsin.” dedi.
_Ne olacak şimdi.
_Bir şey olmayacak, zaten tedavi olmuşsun.
Hasta olduğumdan haberim olmadığını, dolayısıyla tedavi de olmadığımı söyleyince doktor şaşırmadı. Bünyemin güçlü olduğunu ve bu hastalığı yenmiş olduğunu söyledi.
Bu arada Hacı İsmail amca da hacca gitti ama  Kâbe’deki kargaşada eşiyle birlikte ezilerek Hakkın rahmetine kavuştu ve orada toprağa verildi. Allah rahmet eylesin, iyi insandı. Toprağı bol olsun.
Bu ballar beni arılara meraklandırdı. Hemen kovanlar edindim ve ormanda arı yakaladım. Bir iki uç derken otuz kovan arım oldu. Sabahları beşte kalkıp arıları izlemek beni ruhen dinlendiriyordu.
Arılar baldan başka polen, Propolis, arı sütü ve zehir üretir.. Bana göre en kıymetli ürün, arının zehridir.  Benim ayaklarımda ki çekilmez ağrılar, arıların sokarak bana zerk ettiği zehirler sayesinde yok oldu. Arılar beni pek sokmazlar ama bazen soktukları da olurdu. Bir sefer kafama çullanıp beni bayağı sarsmışlardı.
Bu arada yılda 100 ila 200 kilo arasında bal üretmeye başladım ve hepsini eşe dosta ücretsiz olarak dağıttım. Bende doğal bal olduğu için  bazı hasta  insanlar bal istiyorlardı. Bende ücret almadan verdim. Bazen kış ortasında kendime bal kalmayınca balcılardan kendim için bal satın aldığım oldu.
Bizim insanımız bal konusunda çok bilgisizdir. Donuk balı bozuk zannederler ve almazlar. Aslında bal, çiçeğin çeşidine göre  değişik bir süre sonra donar. Bir mağarada bin yıllık bozulmamış donuk bal bulunmuştur.
Zamanımızda bal işinde çok hile olur . Günümüzde arısız fabrikasyon bal üretilmektedir. Bu ballar hiç donmaz. Tabii arz talep meselesi; insanlar hakiki donmuş bala sahte deyip almazken,  bal kokusu sıkılmış mısır şurubunu kaynatıp ağdalaştırarak imal edilmiş balları hakiki zanneden insanlarımız sahte ballara itibar edilince, bal kurnazları para kazanırken gerçek üreticiler de yok olur gider.
Bir gün bal verdiğim bir kişi donuk balı geri getirip, bana “bunu eritip arılara ver, bana taze baldan ver” dedi. Şaşırdım kaldım; balın tazesi ve bayatı da oluyormuş demek!
Ve ben arı bakmaktan vazgeçtim. Şimdi memleketimden başka bir çok Avrupa ülkesinde de gezdim ama kendi ürettiğim gibi bal görmedim
Şu bir gerçek ki:
ÜRETMEKTE TÜKETMEKTE BİR BİLİNÇ İŞİDİR.

 

YAZARLAR

  • Çarşamba 35.2 ° / 19.1 ° Güneşli
  • Perşembe 35.8 ° / 20.3 ° false
  • Cuma 30.8 ° / 18.5 ° false
  • BIST 100

    9645,02%-0,50
  • DOLAR

    32,56% 0,14
  • EURO

    34,81% 0,49
  • GRAM ALTIN

    2417,74% -0,61
  • Ç. ALTIN

    4073,33% 0,00