?64´ÜNCÜ HÜKÛMET AKAN KANLAR NEDENİYLE GİTMELİYDİ, SARAYIN 4 MAYIS DARBESİYLE DEĞİL!?
SİYASET 29.05.2016 14:34:03 217 0

?64´ÜNCÜ HÜKÛMET AKAN KANLAR NEDENİYLE GİTMELİYDİ, SARAYIN 4 MAYIS DARBESİYLE DEĞİL!?

315 oyla programı onaylanan Yıldırım Kabinesinin güvenoyu görüşmelerinde CHP adına konuşan Tezcan, hükümetin kuruluş yöntemi ile kurulmak istenilen başkancı sistemi sert birf dille eleştirdi ve ?AKP despotik parti devleti kurmuştur,? dedi

AKP Genel Başkanı ve Başbakan Binali Yıldırım tarafından kurulan 65. Hükümet,  TBMM Genel Kurulu´nda yapılan oylamada güvenoyu aldı Elektronik sistemle yapılan oylamaya 453 milletvekili katıldı. 315 milletvekili hükümet programına olumlu oy verirken, 138 milletvekili de ret oyu kullandı.

AKP, TÜRKİYE´DE BİR DESPOTİK PARTİ DEVLETİ KURMUŞTUR

65. Hükümeti programı üzerine yapılan görüşmelerde CHP grubu adına konuşan Genel Başkan Yardımcısı Bülent Tezcan hükümeti sert bir dille eleştirdi.

Sözlerine başlarken, ?Aslına bakarsanız, sorun bir Hükûmet sorunu değil; sorun bir profil sorunu, çok açık. Bunu biz ifade etmiyoruz. Sorun bir profil sorunu ve öyle bir şey ki aslında 64´ücü Hükûmetin profili de yüksek değildi. O Hükûmette de her seferinde ısrarla Sayın Davutoğlu nasıl saraya tabi olduğunu ve Anayasa´daki parlamenter sistemden uzak, fiilî başkanlık rejimi uygulama konusunda kararlı olduğunu anlatıyordu. Ama, o düşük profil bile az geldi ve daha düşük profilli, arayışın sonucudur,? diye konuşan Tezcan sözlerini şöyle sürdürdü:

Şimdi, endişem şu: Burada bir güven oylaması yapacağız ve eğer bu Parlamento bu Hükûmet Programı´na güvenoyu verirse aynı düşük profile ortak olmuş olacak, tarihe bu şekliyle geçecek. Onun için, değerli milletvekili arkadaşlarım, buna dikkat edin oy kullanırken.

Şimdi, bir çap sorunu var ortada, demokrasimizin çapıyla ilgili bir sorun var. Şimdi, Türkiye´de demokrasinin çapını ölçmek için yeni bir kırat, yeni bir ölçü ortaya çıktı: 64´üncü Hükûmetin gidiş şeklini, 65´inci Hükûmetin geliş şeklini alın, Türkiye´de demokrasinin çapını bulursunuz. Demokrasinin çapı budur.

Bakın, 64´üncü Hükûmet döneminde neler olmuş, bir hatırlayalım: 12 Ocak 2016 Sultanahmet saldırısı, 11 vatandaşımız ölmüş; 17 Şubat 2016 Ankara´da Merasim Sokak saldırısı, 29 ölü; 13 Mart 2016 Güvenpark saldırısı, 37 ölü; 19 Mart 2016 İstiklal Caddesi´ndeki saldırı 5 ölü; 1 Mayıs 2016 Gaziantep saldırısı 3 ölü; toplu katliamlarla, toplu terör saldırılarıyla toplam 85 ölü. Toplam şehit sayımız 519´u geçmiş. Hangi dönemde? 64´üncü Dönemde. 64´üncü Dönemde bütün bunlar yaşanmış, bir tane bakan bile istifa etmemiş, Başbakan çıkıp istifa etmemiş. Hükûmetin istifa etmesi meselesi gündeme bile gelmemiş, böyle bir dert yok, yüzlerce vatandaşımızın ölümünden siyasi sorumlu bir Hükûmet istifa etmemiş ama Başbakan Davutoğlu bir hata yapmış: Saraydan izinsiz Obama´yla görüşme telaşına düşmüş, randevuyu istemiş. İşte, gün o gündür Davutoğlu´nun hallolduğu gün. Böyle bir çap, böyle bir anlayış, böyle bir demokrasi olur mu arkadaşlar? 64´üncü Hükûmet gidecekse bu akan kanlar nedeniyle gitmeliydi, sarayın 4 Mayıs darbesiyle değil! Mesele bu?

BİNALİ YILDIRIM SARAYA GİTTİ, SARAYA GİTTİĞİNDE KENDİSİNE 3 TANE ZARF VERİLDİ

Bakın, bu Hükûmetin nasıl kurulduğuna bir bakalım: İlk defa Hükûmet kuruldu, kurulduğu gün Hükûmet Programı okundu burada, dikkat edin. Ya, 27 bakan; 1 Başbakan, 26 bakan. Bu bakanlar bu Hükûmet Programı´yla ilgili hiç kanaat bildirmediler mi? Ne zaman yazdınız, ne zaman baktınız, ne zaman konuştunuz? Cumhuriyet tarihimizde hiç yoktur, bir ilktir bu da.  Ama ben size nasıl kurulduğunu söyleyeyim: Sayın Binali Yıldırım saraya gitti, saraya gittiğinde kendisine 3 tane zarf verildi, böyle 3 tane sarı zarf, aynı anda. 
- Birinci zarf, Başbakan ataması zarfı. Birinci zarfın içinde Başbakan atandığı yazısı vardı, koyduk. Hemen ikinci zarf, hiç ayrılmaya gerek yok. İkinci zarfın içinde Bakanlar Kurulu listesi vardı. O da kapalı zarfla verildi, onu da aldı. Ondan sonra üçüncü zarf. Üçüncü zarfta da -hani şimdi konuşuyoruz ya- bu Hükûmet Programı vardı. 
Bunların hepsi saraydan hazırlandı, verildi ve şimdi burada, Türkiye Büyük Millet Meclisinde bu Hükûmet Programı oylanmak istiyor değerli arkadaşlar. O zaman güven oylamasını da kaldırın, ne gerek var güven oylamasına? Sarayın güveni yetiyor zaten! Parlamentodaki bir siyasi partinin çoğunluğu için sarayın güveni yetiyorsa bu tiyatro oyununa gerek var, ne gerek var bu tiyatro oyununa?
Değerli milletvekilleri, hangi yeni anayasa, hangi yeni anayasa? Mevcut Anayasa´yı uyguladınız mı? Burada yazanı uygulayan bir sistem var mı? Buna uyan bir Cumhurbaşkanı var mı? Buna uyan bir Başbakan var mı? Buna uyan bir Bakanlar Kurulu var mı? Buna uyan bir iktidar grubu var mı, Meclis çoğunluğu var mı? Anayasa´yı açıkça ihlal edeceksiniz, ondan sonra yeni anayasayı bir Hükûmet Programı olarak koyacaksınız. 

TÜRKİYE BİR ANAYASASIZLAŞTIRMA SÜRECİYLE KARŞI KARŞIYA

Türkiye bir anayasasızlaştırma süreciyle karşı karşıya. Çok açık bir şekilde Anayasa´yı fiilî olarak ihlal ede ede bir anayasasızlaştırma süreciyle karşı karşıya. Şimdi, bunun teorisini de yapmaya kalkıyorsunuz, bunu biliyorum, mesele fiilî durumu kabul ettirme çabası. 
Anayasa´nın 112´nci maddesi çok açık: Hükûmet siyasi sorumluluğun sahibidir, Başbakan ve bakanlar; Hükûmet siyasi sorumludur, Cumhurbaşkanı değil. Peki -birinci toplantıdan itibaren- daha Meclisten güvenoyu almadan sarayda yapılan bu toplantı, ilk Bakanlar Kurulu toplantısı neyin işaretidir? Mevcut Anayasa´da Cumhurbaşkanı Hükûmetin başkanı değildir, başı değildir, yürütmenin başıdır, Hükûmetin başı Başbakandır, siyasi sorumluluk Başbakandadır ve ne yazık ki Türkiye´de yetkileri Cumhurbaşkanı tarafından gasbedilmiş bir Hükûmet var. Bu tablo içerisinde yeni Anayasa tartışmaları... Belli ki yaratılan fiilî durumu bir meşruiyet zeminine oturtma telaş ve çabası var. 

Bakın, Anayasa´nın 101 ve 103´üncü maddesi çok açık. Ne diyor? Bir: Cumhurbaşkanı tarafsızdır, siyasi partisiyle ilişiği kesilir. İki: Tarafsızlığı konusunda yemin eder Cumhurbaşkanlığı görevine başlayınca. Peki, var mı bir tarafsız Cumhurbaşkanı? Hayır. Bakın, seçim dönemi kampanya yapıp muhalefet partilerini eleştirdi, koyduk bir tarafa. İktidar partisi lehine konuştu, koyduk bir tarafa. Bugüne kadar doğrudan doğruya Bakanlar Kurulunu ısrarla sarayda, oradaki kaçak sarayda toplayıp fiilen Bakanlar Kurulunun Başkanlığını, Hükûmetin Başkanlığını yaptı, onu da koyduk bir noktaya. Artık Adalet ve Kalkınma Partisinin içerisinde operasyon yapıp Hükûmeti deviren ve yeni bir Hükûmet kuracak kadar siyasetin içine girmiş, teşne olmuş bir Cumhurbaşkanı var. Değerli milletvekilleri, bu, açık Anayasa´nın ihlalidir. Anayasa artık fiilen askıya alınmıştır. "Parlamenter sistem buzdolabındadır." diyen bir cumhurbaşkanı var. "Yargı benim için ayak bağıdır." diyen bir cumhurbaşkanı var. "Rejim fiilen değişmiştir." diyor. Ya, Anayasa´yı ihlal suçu, anayasal düzeni ihlal etmek Türk Ceza Kanunu´nda özel olarak düzenlenmiş bir suçtur. Cumhurbaşkanı yaparsa ne olacak? Cumhurbaşkanı, tam da bulunduğu makam ve mevki nedeniyle bu noktada en etkili durumdaki kişidir ve gerçek anlamda sorgulanması ve cezalandırılması gereken birisi. 

Şimdi, böyle bir noktada "Anayasa Mahkemesi kararına uymuyorum, saygı da duymuyorum." diyen bir cumhurbaşkanı var. Şimdi, bütün bu tabloda; yargının teslim alındığı, 3 tane yüksek mahkeme başkanının -Danıştay, Sayıştay, Yargıtay başkanının- "Anayasa Mahkemesini tanımıyorum." diyen, "Yargı bana ayak bağıdır." diyen Cumhurbaşkanıyla seçim gezisi gibi Rize gezilerinde Türkiye´yi dolaştığı ve -ne yazık ki söylemek zorundayım- sıkılmadan "devlet başkanım" diye hitap ettiği bir tabloda yaşıyoruz. 

Ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkan Vekilinin ağzından yargıya güvenin yüzde 30´lara indiği bir süreçte, şimdi -çıkacaksınız- yeni anayasayla Türkiye´de yeni bir tablo yaratacağınızı iddia ediyorsunuz. Bu, Türkiye´de demokrasiyi ortadan kaldırıp diktatörlüğü kurma heves ve çabasından başka bir şey değildir.

Şimdi, hangi ortamda yapacaksınız bu anayasayı? Bir bildiriye imza attı diye akademisyenlerin tutuklandığı bir ortamda...
1.800´ün üzerinde kişinin "Cumhurbaşkanına hakaret etti." diye yargılandığı bir ortamda...
Cumhurbaşkanı herkese hakaret ederken 1.800´ü aşkın kişinin "Cumhurbaşkanına hakaret etti." diye yargılandığı bir yerde, gazetecilerin tutuklandığı, basılmamış kitapların yasaklandığı bir Türkiye´de, bu ortamda "Anayasa yapacağız." diyeceksiniz ve buradan özgürlükçü bir tablo ortaya çıkacak.

BAŞKANCI REJİM İSTİYORSUNUZ

Şimdi, çıkmış, hedef başkanlık rejimi...İyi, iyi de adını bile doğru koymuyorsunuz. Herkes çok iyi biliyor ki bu rejimin adı başkancı rejim. Bu rejime siyaset literatüründe patronlu başkanlık rejimi deniyor. Hani siz Türk tipi başkanlık rejimi diyordunuz ya, aslında bu rejim... Hani gerçek anlamda demokratik olmayacağını bildiğiniz için bu adı uydurma ihtiyacı hissettiniz, bunu biliyoruz. Hani sihirbaz anayasa hukukçuları var aranızda, mukallit mukallit anlatıyorlar, onların bulduğu isimler bunlar. Bu başkancı rejimin Güney Afrika´da ya da Sahra Altı Afrika´da uygulanan bir model olduğunu, ondan daha kötü ve tek adam rejimini dayatan bir model olduğunu hepimiz biliyoruz. 
Bakın, değerli arkadaşlar, hafta sonu bir kongre yapıldı. Hafta sonu bir kongre yapıldı, kongrede, bir siyasi partinin kongresinde tarafsız olması gereken Cumhurbaşkanının mektubu okundu. 
Mektup böyle dinlendi. 

Olabilir, olabilir, olabilir de bu bir şeyi çağrıştırıyor; hani "Türk tipi başkanlık rejimi" diyorsunuz ya, bu bir şeyi çağrıştırıyor. 

Bir fotoğraf da Uzak Doğu´dan, Kuzey Kore´deki parti kongresi, bu da Kuzey Kore´deki parti kongresi. 
Benzerliği milletimize havale ediyorum.

AKP, TÜRKİYE´DE BİR DESPOTİK PARTİ DEVLETİ KURMUŞTUR

AKP, Türkiye´de bir despotik parti devleti kurmuştur, despotik parti devleti bunun adı. Valiler, kaymakamlar, mülki amirler AKP´nin fiilî il başkanı ve ilçe başkanı gibi çalışmaktadır. Şimdi bakıyorum, tahmin ediyorum ki grup başkan vekili hazırlanıyordur cevap hakkını kullanmak için: "Canım, Cumhuriyet Halk Partisi döneminde de valiler, kaymakamlar o zaman parti başkanıydı..." İyi de o zaman Türkiye´de tek parti dönemiydi ve hedef çok partili rejime gitmekti -İsmet Paşa gibi, onun dediği gibi- yoksa, sizin gibi, çok partili demokrasiden tek parti düzenine dönüştürme arzusu yoktu o kadroların, hiç olmadı onların öyle bir hesabı. 
Şimdi, sendikaları kontrol edeceksiniz, bütün sivil toplumu kontrol edeceksiniz; odaları, borsaları, işinize gelmezse teftiş edeceksiniz. Oda başkanlarının dahi Hükûmeti eleştirmekten korktuğu, sendikaların doğrudan doğruya iktidara yandaş olabildiği ölçüde üye kazanabildiği bir tablo yarattınız. Bunun adı tek parti düzenidir, fiilî tek parti düzenidir. Despotik tek parti rejimi kurdunuz. 

Aslına bakarsanız, başkanlık rejimiyle ilgili... Yine hiç unutmayın Atatürk´ü, aman ha unutmayın.
Çünkü, o, doksan sene önce bu yanlışları görüp uyarmıştı. Eğer unutmazsanız yanlışa yönelmezsiniz. 
Bakın, cumhuriyetin ilanı döneminde 5 milletvekili Mustafa Kemal Atatürk´e gidiyor. O Mustafa Kemal Atatürk, savaşlardan çıkmış, üniformayla bir kahraman ama siyasete girince üniformayı çıkarmasını bilecek kadar büyük bir demokrat. Çıkmış ve cumhuriyetin ilanında diyorlar ki: "Paşam, gelin başkanlık rejimi getirelim, bizdeki sistem başkanlık sistemi olsun Amerika´daki gibi." Mustafa Kemal Atatürk´ün cevabı çok önemli ve çarpıcıdır: "Padişahlıktan yeni kurtulduk. Başınıza yeni padişahlar mı arıyorsunuz?" der. "Başınıza yeni padişahlar mı arıyorsunuz?" Size söylüyor, size söylüyor; o günkü 5 milletvekiline değil, size söylüyor. 
O yüzden, bu Hükûmet programındaki başkanlık rejimi ya da Anayasa´yla ilgili söylenen her şey, Türkiye´nin geleceğiyle ilgili çok tehlikeli bir adımın ve kırılma noktasının başlangıcıdır. 

BUNLARIN FITRATINDA YOLSUZLUKLA MÜCADELE YOK !

Bu programda, yolsuzluk yok arkadaşlar, yolsuzluğa hiç değinilmemiş, hiçbir yerinde yok.
150 sayfaya yakın, hepsini okudum, tamamladım; yolsuzluk yok. E, şimdi, nasıl olacak? Niye olsun? Mesela, 2012 yılında Uluslararası Şeffaflık Örgütünün yolsuzluk endeksinde 54´üncü sıradayız. E, bugün, 2015 yılında 64´üncü sıraya gerilemişiz. 
Şimdi, tabii, bir şeyin Sayın Başbakan cevabını vermek zorunda. 4 Kasım 1999 tarihinde Ali Müfit Gürtuna İstanbul Belediye Başkanı iken Sayın Binali Yıldırım´ı İDO Genel Müdürlüğünden niye aldı? Bu Hükûmetin Başbakanı bunun cevabını bir vermek zorunda. Arşivler unutmuyor. O zamanki müfettişlerin belediyede yaptıkları incelemelerde, ihalelerde kayırmacılık ve yolsuzluk çerçevesinde düzenledikleri raporlar üzerine kendi partisinin belediye başkanı bugünün Başbakanını görevden aldı. Şimdi -bunun hesabını- arkasında böyle bir yük olan bir Başbakanın programında tabii ki yolsuzluk olmayacak. 
Yetmez, yetmez, bitmedi daha, daha bitmedi. E, bir havuz medyası hikâyesi var, hatırlayın. Hatırlayın bir, havuz medyası hikâyesi var. 2 iş adamı Mehmet Cengiz ile Celal Koloğlu´nun konuşmaları "tape"lere yansıdı. Diyor ki: "Şimdiki Başbakan Binali Yıldırım büyük beyefendi tarafından görevlendirilmiş Turkuvaz Medya Grubunun satın alınması için iş adamlarına 100´er milyon dolar salma salınmış, toplam 600 milyon dolar.
Ne oldu? E, tabi, olmaz yolsuzluk. Başka? Daha bitmedi.
4 Bakanı burada akladınız, 4 Bakanı burada akladınız, parmak hesabıyla akladınız. Şimdi ne oldu? Amerika´da bir savcı çıktı, soruşturma açtı, sizin akladığınız dosyaları orada takip ediyor.
Bu Meclis utanmayacak mı şimdi Amerikan mahkemesinden böyle bir şey çıkarsa? Aklamak için parmak kaldıranlar utanmayacak mı?
Değerli arkadaşlar, sizin kapatmaya çalıştığınızı Amerikan savcıları açmaya çalışıyor. Derhâl Türkiye´de yargının bu meseleye yeniden el atması bir zorunluluk hâline gelmiştir. 
Dokunulmazlıkları konuştuk. Ya, milletvekili ne kadar yolsuzluk yapabilir? Yetki kullanamaz, imza atamaz. E, milletvekillerinin dokunulmazlığı kalktı fezlekelerle ilgili -700´e yakın olmuş- bakanlarınki duruyor, milletvekilliği bitse de bakanlığı duruyor. Böyle bir tablo olur mu? Yolsuzluğu kural hâline getiren ve sistemleştiren bir anlayıştan Türkiye´ye fayda gelir mi? Şimdi, bakın, anlıyoruz ki yolsuzlukla mücadele sadece bunların programında değil, bu Hükûmetin programında değil, aynı zamanda bunların fıtratında da yok yolsuzlukla mücadele; fıtratında da yolsuzlukla mücadele yok, sadece programlarında değil. Hani diyorlardı ya "Fıtratında yok." diye, yok tabii. Yani yolsuzlukla mücadele bu Hükûmetin fıtratında yok, onun için de programa girmemiş.

YARGITAYA 160 TANE MİLİTAN FETHULLAHÇIYI AKP HÜKÛMETLERİ YERLEŞTİRMEDİ Mİ?
Şimdi, böyle bir tabloda dokunulmazlıklar da kaldırılırken hani dediler ya: "Terörle mücadele ediyoruz." Gene burada, bunun 8´inci sayfasında teröre karşı mücadeleyi anlatıyor, demiş ki: "Bölücü terör örgütü ve paralel terör örgütü -dikkat edin- başta olmak üzere tüm terör örgütleriyle mücadelemiz kararlıkla devam edecek." diyor. 8´inci sayfada, okumayanlara söylüyorum, okumadan oy veriyorsunuz ya, saraydan öyle yazılmış, geldi. Diyor ki: "Bölücü terör örgütü ve paralel terör örgütü başta olmak üzere tüm terör örgütleriyle mücadelemiz kararlılıkla devam edecektir." Şimdi, gülmemek için kendimi zor tutuyorum. Her ikisini de siz büyüttünüz, her ikisini de siz beslediniz, sizin kucağınızda büyüdü, el ele, el bebek gül bebek beraber büyüdünüz, beraber büyüttünüz bunları, beraber yürüdünüz bu yollarda. Niye? (Şimdi, Fethullah terör örgütü FETÖ, iyi, güzel. Sayın Bakan gene Adalet Bakanı, geçen sefer burada bir konuşmada söyledim tekrar etmeyeceğim. Fethullah Gülen´le ilgili o güzel, öven sözleri vardı Sayın Bekir Bozdağ´ın, gene burada. "Çok ulvi bir âlim, büyük adam." diyordu. Yine, bugünün Cumhurbaşkanı, dönemin Başbakanına Amerika´ya giderken sorduklarında "Sayın Fethullah Gülen´i ziyarete gidecek misiniz?" diye. "Gök ne istedi de yer kabul etmedi." diye huşuyla söylüyordu. Yine, Sayın Recep Tayyip Erdoğan Başbakanken "Ne istediniz de vermedim?" diye söylüyordu, "Ne istediniz de vermedim?"

Değerli milletvekili arkadaşlarım, hangi partiden olduğunuzun önemi yok, Yargıtaya 160 tane militan Fethullahçıyı AKP hükûmetleri yerleştirmedi mi? 
Yargıyı AKP hükûmetleri cemaate teslim etmedi mi? Kaçakçılık, organize suçlar başta olmak üzere emniyetin tamamını adım adım cemaate teslim eden AKP hükûmetleri değil miydi? Milletvekilliği bittikten sonra "cemaat üyesi", "terör örgütü üyesi" diye tutuklanan milletvekili, açın Meclis arşivinde, hangi partinin grubunun üyesiymiş dönüp bakın bakalım. 
- Yani, yok öyle şey, şimdi siz devleti teslim edeceksiniz. Ergenekon ve Balyoz soruşturmalarını, kumpaslarını, tezgâhlarını beraber kurmadınız mı? Onlara bütün lojistik desteği, siyasi desteği, iktidar desteğini siz vermediniz mi? "Siz" derken, milletvekillerine söylemiyorum, AKP iktidarına söylüyorum, AKP iktidarına.
DEVLETİN SAVCISINI TERÖR ÖRGÜTÜNÜN AYAĞINA HABUR´DA KİM GÖNDERDİ ?
Şimdi gelelim bölücü teröre. İyi, güzel. 2002 yılında AKP iktidara geldiğinde terör sıfırdı, bugün, sadece haziran ayından bu yana, 2015´in Haziranından bu yana 600´e yaklaştı, 519-520. Her gün artıyor, takip edemiyoruz şehit sayısını.

Nasıl oldu bunlar, nasıl oldu? Hani hep "çözüm" konuşuluyor ya, her şey nasıl oldu? Habur´da seyyar mahkemeyi kim kurdu? Devletin savcısını terör örgütünün ayağına Habur´da kim gönderdi, kim, hangi hükûmetti; hangi Hükûmetti, hatırlayın, hatırlayın?
Oslo´da pazarlık yaptınız, ondan sonra İmralı´da bir başka pazarlık daha yaptınız. İmralı´da sadece çözüm konuşulmadı. İmralı´da devlet düzeninin pazarlığını yaptınız, devletin idari yapısını konuştunuz. Bunu Apo´nun mektupları söylüyor. 21 Mart Nevruz´unda okunan mektuba bakın. Devletin idari yapısını, terör örgütünün lideriyle oturdunuz, İmralı´da pazarlık yaptınız. Kandil´i de onay makamı yaptınız. Bütün bu sözleşmeler Kandil´e gitti devlet gözetiminde, onaylandı; geldi, onaylandı. Kandil´i onay makamı yaptınız, Dolmabahçe´de duvara tosladınız. İş Dolmabahçe´ye geldi, duvara tosladınız, olan da Yalçın Akdoğan´la Mahir Ünal´a oldu sanki bütün sorumluluk onlarınmış gibi, bütün bu süreç birlikte yönetilmemiş gibi; şimdi bakıyorum, Hükûmette yok, grup yönetiminde yok, parti yönetiminde yok. 
Demek ki fatura bir yere kesilecek ki buluna buluna onlar bulunmuş.
Değerli arkadaşlar, bakın, bugünkü Cumhurbaşkanının dönemin Başbakanıyken verdiği talimatlar kendi ikrarıdır, ben söylemiyorum: "Biz, çözüm sürecinde valilere talimat verdik, ´Dokunmayın bunlara.´ dedik." O zaman bu bombalar gömüldü. İşte, "´Dokunmayın.´ dedik." diyor, işte bu bombalar o zaman gömüldü, kamyonlardan Kalaşnikof silahlar o zaman dağıtıldı, hendekler o zaman kazıldı. O dönemde terör örgütü vergi dairesi kurdu, vergi topladı; askere alma dairesi kurdu, militan topladı; mahkeme kurdu, yargılama yaptı ve bunlar bu iktidarın gözünün önünde yapıldı. Şimdi, bunlar bu terör örgütünü, bölücü terör örgütünü büyütmek değil de... Ne büyütüyor bu terör örgütünü, bu cesareti, bu manevi cesareti, bu psikolojik cesareti, bu öz güveni ve bu lojistik desteği nereden aldılar, kimden aldılar? AKP hükûmetlerinden aldılar, bunu çok iyi biliyoruz. 
Şimdi, ondan sonra terörle mücadele kapsamında şehitler geliyor diye 23 Nisanı yasakla, terör bahanesiyle millî bayramları yasakla ama düğünler serbest olsun; EXPO´da davul zurna çalmak serbest olsun, millî bayram kutlamaya gelince bunlar yasak. Böyle bir şey olmaz, böyle bir şey olmaz. Bu anlayışla kurulan ve devam eden bir Hükûmet... 
YÜZÜNÜZÜ ATATÜRK´E DÖNÜN
Şimdi, değerli arkadaşlar, geçenlerde -siz bilirsiniz- Ennahda, Tunus´ta, sizin kardeş partiniz, Adalet ve Kalkınma Partisinin, Gannuşi´nin Başkanı olduğu parti...kongresini topladı, kongresinde siyasal İslam´ı terk etti, dikkat edin, siyasal İslam´ı terk etti. 1937 yılında bizim Anayasa´mıza laiklik girdi, 1937 yılında. Yani, seksen yıl önce Atatürk bunu görüp Anayasa´ya laikliği koydu. Gannuşi´nin hareketi, Tunus´taki hareket ya da Afrika´daki siyasal İslamcı hareketler, dünyadaki siyasal İslamcı hareketler, seksen yıl sonra Atatürk´ün çizgisinin ne kadar önemli olduğunu anlamaya başladı.

Şimdi, bakın böyle bir tablo içerisinde, dünya siyasal İslam´ı terk ederken, Sayın Meclis Başkanımız -şimdi, Meclisi idare ediyor- çıktı diyor ki: "Anayasa´dan laikliği çıkaralım." Bakın, dünya siyasal İslam´ı terk eder ve laikliğin önemini kavrarken, Orta Doğu mezhep çatışmaları nedeniyle kan gölüne dönmüşken ve bölgede tek çağdaş, modern demokrasinin tohumlarının Atatürk´ün kurduğu laik cumhuriyetin temelleri üzerine şekillenebileceğini herkes görmüşken, Gazi Meclisin Başkanı çıkıp, "Laikliği Anayasa´dan çıkaralım." diyor.
Değerli arkadaşlar, hepimiz oturup aklımızı başımıza alalım. Bırakın Afrika´nın, Orta Doğu´nun arkaik ihvancı anlayışını, Mustafa Kemal Atatürk´e dönün yüzünüzü, Atatürk´e dönün.) Çevirin yüzünüzü o arkaik ihvancı anlayıştan, terk edin o anlayışı, oradan Türkiye´ye bir gelecek yok, oradan Türkiye´ye bir çıkış yok. 
NE OLDU TÜRKİYE´DE EĞİTİM?
Bakın, aynı anlayış eğitime geldi bulaştı. Şimdi burada eğitimle ilgili anlatıyorlar, anlatıyorlar... Laik, bilimsel, aklın egemen olmadığı bir eğitimle dünyayla rekabet edebilecek kuşakları nasıl yetiştirirsiniz, sanayide rekabet gücü olacak kuşakları nasıl yetiştirirsiniz, akılcı ve bilimsel üniversiteleri, araştırma yapan üniversiteleri nasıl yaratırsınız? Özgürlükçü, aklın hâkim olduğu, akılla dünyadaki gelişmeleri takip eden çağdaş bir eğitimi yani laik, modern, çağdaş eğitimi yerleştirmediğiniz sürece Türkiye´yi, dünyada insani gelişmişlik endeksinde ilk 20´nin içerisine nasıl sokarsınız, Türkiye´yi dünyayla rekabet eden bir ülke hâline nasıl getirirsiniz? Ne oldu Türkiye´de eğitim? Eğitim vakıf, cemaat, tarikat eksinine sıkıştırıldı. Fark etmiyor, dün Fethullahçı cemaat vardı, onu gönderdiniz, aranız açıldı, şimdi yeni cemaatler duyuyoruz, iktidar ittifaklarında yeni cemaatler oluşmuş. "Filanca cemaatin temsilcisi filanca bakanlığa geldi." deniliyor. 

Arkadaşlar, eğitim de aynı şekilde. Eğer eğitimi vakıf, cemaat ve tarikat eksenine sıkıştırırsanız küçücük yavrularınızı da Ensar Vakfının yurtlarında yasa dışı olarak taciz ve tecavüze maruz durumda bırakırsınız, maruz kalırlar. 
Bakın, OECD raporları meydanda. OECD, PISA sonuçlarını yayınladı. 2012 yılında Türkiye 34 ülke içerisinde 32´nci sırada. Yine OECD´nin küresel eğitim araştırma sonuçlarında 2015 Mayısına göre Türkiye 76 ülke içerisinde 41´inci sırada. Atanamayan 300 bin öğretmen var, 300 bin öğretmen atanamıyor ama bütün hesap, Anadolu liselerinin tamamını imam-hatibe çevirelim hesabı. 
Ya, arkadaşlar, kimsenin imam-hatibe karşı olduğu falan yok, isteyen imam-hatibe girsin, istediği kadar girsin ama bu milletin bütün çocukları sizin arzu ettiğiniz okullara mı gitmek zorunda? Genel liselere bu düşmanlığınız niye? Niye bütün genel liseleri imam-hatip yapıp da istemeyen bütün vatandaşların çocuklarını da oraya yollamaya mecbur bırakıyorsunuz? Böyle bir anlayış olur mu? 
Bakın, İstanbul´da, Ankara´da, İzmir´de bütün aileler çıkıp diyor ki: "Ya, bizim okulumuz yan tarafta var -imam hatip- bunu niye yaptınız?" Türkiye´yi, bir imam-hatip tartışması üzerinden Türkiye eğitimini sıkıştırıyorsunuz. 
ÇİFTÇİYİ DE İTHAL EDEBİLECEK MİSİNİZ?
Burada ekonomiyle ilgili söyleyecek çok şey var. Aslında ekonomiyle ilginiz de yok. 

Zonguldak´ta işçiler ücretlerini alamadıkları için açlık grevindeler, Yeni Çeltek´te açlık grevindeler, Soma´da işçiler direnişte, Sakarya´da işçiler direnişte, Türkiye´de emeğiyle çalışan ücretini alamadı diye direnişte. Ona sahip çıkmaya kalkanların önüne polis barikatları diziliyor. Böyle bir tablo yarattınız. İflas ertelemeler bini geçti, bini geçti sadece 2015 yılında iflas ertelemeler. Tarım, ithalat lobisine teslim edildi. Ortaklık var, biliyoruz. Pamuk, mısır, buğday, nohut, mercimek, sıvıyağ ne varsa. Ya, 9,5 milyar dolar tarımsal ürün ithalatı var. Yani merak ediyorum, bu çiftçiyi çökerttikten, tarımı çökerttikten sonra ortada çiftçi kalmayınca çiftçiyi de ithal edebilecek misiniz? Nereden ithal edeceksiniz Türk çiftçisini?
EMEVİ CAMİSİNDE NAMAZ KILMA HESABIYLA YOLA ÇIKANLARIN ABDESTİ SÜLEYMAN ŞAH´TA BOZULDU!
Şimdi, gelelim dış politika meselesine. Hani anlatıyor ya, dış politikayla...

dış politikada iki temel eğilim var, bu belirdi. Birinci eğilim, birinci tercih: "Yurtta sulh cihanda sulh" tercihi. İkinci tercih: "Hazır ol cenge sulhu salah istiyorsan" tercihi.
Bakın birinci tercihin sahipleri Türkiye´de ulusal Kurtuluş Savaşını veren, cumhuriyeti kuran, savaşın ne olduğunu bilen ve onun için barış konusunda hassasiyetle davranan, cumhuriyeti kuran kadroların tercihiydi. İkinci tercihse AKP´nin hamasetten başka bir şey bilmeyen kadrolarının tercihi. Ne oldu? Orta Doğu´da, Suriye´de şu yaşadıklarımıza bir bakın. Şimdi, Program´ın 119´uncu sayfasında diyor ki: "Vizyoner ve gerçekçi bir politika izliyoruz." Vizyoner ve gerçekçi bir politikaymış. Hangi vizyoner politika? Hani Suriye´ye girecektik, 3 milyon Suriyeli bize girdi. 
Emevi Camisinde namaz kılma hesabıyla yola çıkanların abdesti Süleyman Şah´ta bozuldu, camiye kadar gidemediler. Şah´ta abdest bozuldu.
Şimdi, burada, Türkiye, Orta Doğu´daki mezhep ve etnik çatışmadan kaynaklı terörün doğrudan cephe ülkesi hâline geldi. Bu politikalar nedeniyle doğrudan cephe ülkesi hâline geldi ve bugün orada yaşanan tabloya bakıyoruz, her gün Kilis bombalanıyor. Ne oldu angajman kuralı? Ne oldu angajman kuralı? Hani efeleniyordunuz ya, ne oldu angajman kuralı? Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en kötü dış politika birikimi ve deneyimi 14 yıllık AKP İktidarı dönemindedir ne yazık ki, büyük bir talihsizlik.
YUNAN HÜKÛMETİNİN DAMGASIYLA TÜRK ADASINA GİDEN BİR BAŞBAKANIMIZ OLMUŞTUR!
Şimdi, yine burada bir başka ifade var, çok önemli. Sayın Başbakan yok herhâlde, gelmedi. Soracağım kendisine, öğrensin saraydan o ifadeyi kim yazmış. 

Burada diyor ki: "Dış politikada Türkiye donör ülke olmuş." Donör ülke, donör. Burada yazmış. "Donör ülke" ne demek? "Donör" ne demek? "Türkiye donör ülke olmuş dış politikada." Aslında doğru söylüyor, alnından öpeceğim onu kim yazdıysa. Ben söyleyeyim size. "Verici" demek donör, verici, verici. 
Bakın arkadaşlar, 2004 yılından bu yana AKP hükûmetleri döneminde Ege adalarından 16 tane ada, 1 tane kayalık olmak üzere, Türkiye Cumhuriyeti egemenliği altındaki adalar Yunanistan´a ilhak ettirildi, teslim edildi. Yunanistan işgal etti adalarımızı, verdiniz, sesinizi çıkarmadınız. Doğru söylüyor, donör ülke.
Yetmedi, yetmedi; bitmedi, bitmedi; bakın, burada bir fotoğraf var. Turistlik kıyafetle müze geziyor. Kim o, biliyor musunuz? Sayın Başbakan Binali Yıldırım. Nerede? O işgal edilen Yunan adalarında, Koyun Adası´na gitmiş...
Cumhurbaşkanı danışmanıyken bakan pasaportuyla gitmiş ve giderken orada pasaportuna Yunanistan mührü vurmuş.
Yunan Hükûmetinin damgasıyla Türk adasına giden bir Başbakanımız olmuştur.
Sonuç olarak, tablo meydanda. Türk topraklarını Yunanistan´a teslim eden bir anlayışın ve pasaportuna utanıp sıkılmadan Yunan mührü vurdurarak Türk topraklarına giren bir Başbakanın Hükûmetidir bu Hükûmet. 
Böyle bir Başbakanın Hükûmetidir. 
HÜKÛMET PROGRAMINA RET OYU VERECEĞİZ!
Onun için biz bu mesele bir profil meselesi olduğu için, bu oylamada da güven oylamasında da en düşük profilli olana güvenoyu vereceğiniz için biz kendi pozisyonumuzu bu düşük profilde tarif etmeyeceğiz, biz Hükûmet programına ret oyu vereceğiz. 

Hepinize teşekkür ediyorum, sağ olun.?

 


Haber Kaynak : HABER MERKEZİ

"TORBACI YAKALAMAKLA UYUŞTURUCU BELASI ÇÖZÜLMEZ"

CHP’Lİ TANAL, "MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI ATAMA SÖZÜNÜ TUTMADI!"

Tülay Hatimoğulları Hatay'daki hava kirliliğini sordu

BAE'den ithalata vergi muafiyeti

Kılıçdaroğlu, 'Filenin Sultanları'nı Kutladı

Erdoğan, 30 Ağustos Zafer Bayramı Özel Konseri ve 100. Yıl Marşı Tanıtım Programına katıldı

CHP Adana İl Örgütü Zafer Bayramını kutladı

Kılıçdaroğlu: "Milletimizin 30 Ağustos Zafer Bayramı'nı Yürekten Kutluyorum"

Ayhan Barut'tan narenciye üreticisi ve ihracatçısı için 3 bin lira destek talebi

Hasan Efe Uyar: "İktidar Vatandaşa 7 Ayda 22 Milyar Ceza Kesti"

Kılıçdaroğlu: “Türkiye Uyuşturucunun Pazarı Haline Geldi"

Emep'li Demir,"işçilere istifa baskısı uygulanıyor"

Mustafa Oğuz Yiğit: “AK Parti'nin Tarım Politikaları Çiftçiyi İflasa Sürüklüyor”

CHP’Lİ SÜMER,“ADANA’DA DEPREMİN YARALARI KAPANMIYOR”

CHP’li Bulut, “Ballı Maaşlara Devam “

“Malazgirt, Anadolu’daki siyasi hükümranlığımızın kapılarını açmıştır”

CHP'li Şevkin'den Hatay için, bakanlara soru yağmuru

Gürer: “Faiz artışı işsizliği tetiklerse, iş kötü…”

Ayhan Barut, anız yangınlarına kesin çözüm istedi

ERDİL DEDEOĞLU CHP CEYHAN İLÇE BAŞKANLIĞINA ADAYLIĞINI AÇIKLADI

  • BIST 100

    9809,64%0,96
  • DOLAR

    32,58% 0,30
  • EURO

    35,07% 0,29
  • GRAM ALTIN

    2457,40% 0,88
  • Ç. ALTIN

    3991,84% 0,00
  • Cuma 30.8 ° / 18.5 ° false
  • Cumartesi 31 ° / 16.7 ° false
  • Pazar 35.8 ° / 19.6 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı