Kubat Sanatevi ressamlarının yıl içindeki yapmış oldukları tablolarının sergilendiği ?Hayata Bağlanmak? adlı karma resim sergisinde,
Kubat Sanatevi ressamlarının yıl sonu resim sergisi 16 Haziran Perşembe günü Adana Çimento Sanayi Sergi Salonu´nda açıldı. Adana Güzel Sanatlar Derneği Başkanı ve Kubat Sanatevi eğitmeni Veysel Kubat ve Prof. Dr. Fikri Akdeniz ile birlikte Alaattin Altaş, Gülruh Badakal, Sema Filiz ve Nuri Börüban gibi sergiye de katılan ressamların yanı sıra sergide Musa Boz´un yıl içinde yaptıkları tablolar sergilendi.
Sergiye ?Hayata Bağlanmak? adını veren ve bu koşutta, sergi hakkında hazırladığı yazıyı açılışta okuyan Prof. Dr. Fikri Akdeniz; ?Sanat, bir toplumun ortak duygu ve düşüncelerinin, yaratıcılığının, ortak zevklerinin ve yaşam tarzının en belirgin yansımasıdır. Diğer bir yaklaşımla; sanat, duygu ve düşünce dünyasının estetik ölçülerle birlikte anlatım biçimi olarak tanımlanmaktadır.? diyerek konuşmasına başladı. ?Doğal olarak, bir toplumun sanat değerleri o toplumun kültürünün en önemli bileşenini oluşturur. O nedenle günümüzün çağdaş toplumsal yaşamında sanatın özellikli ve vazgeçilmez yeri ve önemi bulunmaktadır. Sanat, toplumların kültürel değişiminin ve gelişiminin en temel öğelerinden biri olarak varlığını sürdürmektedir. Bu genel anlayışın bir sonucu olarak sanat, bireylerin ve toplumların varlık gösterdiği her alanda bir farkına varma durumu biçiminde simgeleşmektedir.? diyen Fikri Akdeniz; Sanat, çağımızda yitirilmeyecek salt gerçeği ve güzeli aramaktadır.
Bir sanatçı, evrimini ancak bu tür arayışlarla sürdürebilir. İster resim, müzik, fotoğraf, ister heykel, tiyatro, roman olsun, her ne olursa olsun, insanlar bunları kendi iç dünyalarının yol haritasına göre okumaya çalışır ve yorumlar. Böylece birey, kendi duygu ve düşüncelerinin ne olduğunu anlayıp yaşadığı toplumu, doğayı, olay ve olgularını biçimlendirmeye çalışır.? dedi. Sürdürdüğü konuşmasında; ?O halde sanatın amacı nedir? Sanatın amacı: Toplumu eğitmek, halka bir kültür ve yaşam biçimi vermek olmalıdır. Sanatlar, bilim ve akıl ile birlikte insanların doğayı öğrenmesini sağlar. Sanat hem duyguları hem de aklı yetkinleştirir. Sanatçı, zekâsı ve sezgileriyle, ürettikleriyle çağının önünde giden insan olmalıdır. Kültürünü ve ülkesini tanıtmak, köklü bir geçmişe sahip olmasını sağlamak görevi sanatçıya düşmektedir.? vurgusunu yaptı. Sanatçının toplumun duygu ve düşüncelerini, bunlara kendi düşünce ve yaratıcılığı ile duygularını da katarak çeşitli şekillerde, dile getiren ve bunu toplumla paylaşan kişi olduğunun altını çizen Prof. Dr. Fikri Akdeniz; ?Sanatçı, bir dünya görüşü ve bir duruşu olan, algıladığını yorumlayan, yaratıcı gücü olan, estetik bilgiyi özümseyip, konunun en farklı anlatımını tasarlayan ve özel bir teknikle somuta indirgeyebilen kişi olduğunu anımsatırken; ?sanatın birleştirici özelliğinden yola çıkarak sanatçının paylaşma ve sunma arzusu aracılığı ile ortaya çıkan sanatsal birliktelikler sayesinde bireysel ve sanatsal farklılıklar ortaya
CEBBER OĞLU MEHEMMED
kaman civarına bahar gelince yıkılır ovadan apdal çadırları
yücesinde pare pare duman tutmuş
düdüldağ´ın yaylasında mekan kurulur
hoş gelmişsin evvel bahar
nisan ayı içinde donanır dağlar
donanır yeşilinden alından
istasyon deresi kabarmıştır
hacıdağ´ın selinden
dağlar sıra sıradır eylim eylim
dağlar uzanır bir uçtan bir uca
dağlar birbirinden yüce
yamaçlarında kireç yakılır
bir ömür boyunca kahrı çekilir
kimse anlamamış sırrını hikmetini
bu bereket nereden gelir
başınızdan duman eksilmesin gavurdağları
siz hikayet eylediniz bana
bahçe kazasının kaman köyünden
cebbar oğlu mehemmed´in hikayesini
yılların yücesinden şöyle bir seyran edelim
bir avuç toprağıma çöreklenmek için
yürümüş selamsız sabahsız
destursuz girmiş memleketime
yedi çeşit frenk askeri
uğursuz bir hava çökmüş
üstüne memleketimin
uğursuz ve karanlık
çocuklar gülmemiş artık
sessiz sessiz ağlamış analar
oduna giderken vurulmuş
ve yahut harman yerinde
avuçları buğday kokan delikanlılar
ve nice gavurdağı kızlarının
birer birer ırzına geçilmiş
yalvarmış ihtiyarlar allah´a
- rivayet şöyledir kim -
dumanlı bir güz akşamı
şu mor dağlar efendim
destur demiş de yürümüş
silkinip kalkmış ayağa
gel haberi öteden verelim
çıkmış dağlara kendiliğinden
cebbar oğlu mehemmed
fransız´a silah çekmiş
hür yaşamak uğruna
ırz uğruna namus uğruna
ana için baba ve kardeş için
şu mübarek topraklar
şu mübarek vatan için
derken efendim
bir gün kaman´dan öte
uğrun uğrun haber ulaşmış
urfa´nın antep´in köylerine
gözü kanlı maraş beylerine
cebbar oğlu mehemmed
burcu burcu çam kokan bir yaz akşamı
omuz vermiş bir ağaç gölgesine
usul usul türkü söylüyor
- hasret kuşun kanadında
deli kuşlar uçun gayrı
yazımız böyle yazılmış
bu diyardan göçün gayrı -
kirveleri durdu ve süleyman
on sekiz adım gerisinde
şahin gibi tünemişler kayaların üstüne
avuçları sıcak bakışları ok gibi
deliyor her dokunduğu yeri
biri doğuya bakıyor diğeri batıya
iptida durdu görüyor geleni
yel midir toz mudur anlamıyor
lakin bıyıkları terlemeden
çeteci olan garip ökkeş
çok geçmeden getiriyor haberi
tabur tabur üstümüze varıyor
düşman yola çıktı savranlı´dan
hemen mevzie sokuldu mehemmed
yanıbaşında durdu ve gerisinde süleyman
çeteler yer tutup pusu kurdular
kanlı geçit boyuna
düşman yanaşırken kaman köyüne
bekletmeden yaylım ateşi açıldı
mermi kurşun yağmur gibi saçıldı
ilk seferinde on beş kişi vurdular
ve bir hayli düşman kırdılar
yamaçlarda koptu kızılca kıyamet
cesaretlerine söz yoktu ama
neyleyip nitsinler düşman daha çoktu
düştü birer birer bütün yiğitler
gürültüler boğazda sustu nihayet
demek diz üstü düşmüş mehemmed
kirvesi durdu´nun yanıbaşına
kanlar akar yarasından
al al olmuş çevresinden
köpük köpük gözlerini doldurur
bir başına mehemmed yedi düşman öldürür
mavzerinin namlusu hala sıcak
tutulmaz
ölümün derdi büyük yiğenim
çare bulunmaz
aynı akşam doğurmuş karısı döne
mavi gözlü bir çocuk sarışın
bir avuç toprak sarmışlar altına
ve kemal koymuşlar adını
Attila İlhan
halk şiiri
DERTLER BAŞIMDA
Yüce Mevla´m derdi başıma sarmış
Dökülürüm sel sel gözümde acım
Beni deli boran ayazla karmış
Sökülürüm tel tel yazımda acım
Garip bu hallerim vallahi garip
Dertleri içime urganla sarıp
Belalı başımı taşlara vurup
Bükülürüm dal dal dizimde acım
Selvinaz derdini biçse bir orak
Zamanı gelmezse düşmez tek yaprak
Eninde sonunda sonumuz toprak
Yok olurum sal sal mazimde acım
Âşık Selvinaz
***ŞİİRLER YEDEKTİR-YER KALMAZSA GİRMEYİZ**
|
YALAN
Gözlerimden buğusu gitmiyor yalnızlığın |
Yunus Güzel
RENKLERE AĞIT
-Ressam Ahmet Yeşil´e
Düşlerimin can simidi
Pembelerim çürüdü.
Zaman tünelinde eridi
Erguvani tonlarım.
Mavilerimi
Azgın bir dalga aldı.
Kayboldu renklerim
Buğulu aynalarda
***
Dilek kuyularında
Yiten, yeşillerimdi.
Göze geldi allarım
Bir çırpıda yandılar.
Sarılarımdı solan
Güneşin gözlerinden.
Dost bildiklerimdi
Yaşadığım yılların
Aklarını çalanlar.
***
Söz düştü karalara,
Giyenler taşlandılar.
Bilmeyene kahvemi
Hatır saydılar.
Bozulmuşluk örneği
Grileri sevmezdim.
Kırlaştıkça saçlarım
Yakın dostum oldular.
Şükriye Turan
AYDINLIK
Aydınlığı yasaklamışlar...
Kim önleyebilir ki güneşin doğuşunu.
Geceyi bile ay aydınlatmıyor mu?
Hadi bulutlar sakladılar diyelim,
Yıldızlar var efsunlu lambalar gibi.
Aydınlığı engellemek ne mümkün!
Kim kendini kandırabilir?
Kim örtebilir ışığı?
O ki, içimizdeki umudun en büyük yakıtı.
Sinsi bir zaferle saldırmışlar üstüne
Ne fayda?
Gözlerimizi kapattığımız zaman yaktığımız fenerler yok mu?
Hadi gelin söndürün mümkünse!
Söndüremezsiniz!
Aydınlık gün gelir bir kedinin bakışlarında ışıldar,
Gün gelir cin gibi bir çocuğun tebessümünde,
Ve her daim sevgilinin ellerinde bir elmas gibi.
Yasaklasınlar yasaklayabilirlerse...
BİR DAHA DÜŞÜN
Güneşin bulutların arkasına girip
Gökyüzünün gölgeye kavuştuğu bir an gibi
Çöktü karanlık aniden.
***
Oysa bilinmezlikmiş acıtan insanın canını.
Hançerlenmek kolaymış,
Havaya kalkan hançeri izlemekten.
***
Bir damla su nasılsa,
Öyle saf hislerim senin için.
Bir gül yaprağı nasıl titriyorsa savrulurken rüzgarda,
Öylesine titriyorum beklerken için için...
***
Beni atmışsın uzaklarına,
Güvendiğin liman değilmişim artık
Doğru mu?
***
Küçük bir adım kadar uzakmışsın artık ellerime,
Doğru mu?
***
Masmavi tarlalarında koşuşturan martıların kanatları kırılmış,
Kedilerin asabı bozuk
Tüm yaseminlerin boynu bükük,
Portakal çiçeklerinin gözleri yaşlıymış
Ve ellerin hazırmış sırça kalbimi arasında bin bir parçaya bölmek için
Doğru mu?
***
Bir daha düşün susmadan önce,
Bir daha bekle kırmadan önce
Ve bir daha düşün öldürmeden önce.
***
Okyanusun bir damlasını eksiltme,
Bataklık eksik kalsın o bir damladan.
Ellerin bulanmadan kanıma,
Bir kez daha düşün.
Kırmadan kanatlarımı bir zalim gibi...
Elif Gülnur Parmaksız
SUÇLADILAR BENİ
Barışı suiistimal eden özgürlük
Dilinde, hasiyet ve namus,
Göbeğinin altında kahpelik taşıyan sürtükler
Sundukları ağulu badelerinden içmedim diye,
Beni meyhaneden kovdurlar.
***
Ruhlarını destana dönüştüren
Pembe, mavi zafersiz aşklar
Ve Casuarina tutukluları
Ağlayarak kendilerini işkenceden kurtarıp,
Gülerek,
Beni yerlerine bağladılar.
***
Medeniyetlerini kaybeden sersem gençlik rüzgârları
Gerdanlarına Lamia, Zernigar takınan
Gramofon kadınlarının kavalyeleri
Vals´ın ritmine ayak uyduramayışlarından
Beni suçlayıp, cezalandırdılar.
Gül Witt
MUCUR
Şu gelen Fadime gelin.
Sırtındaki de üç aylık Mehmet
Kıçını da kıl kolan kesmiş
Önündeki gücük eşek
Mucurdan su getiriyor belli ki
Mucur üç saatlik yol
Gelen bir teke derisi su
Ne yapsın Fadime gelin bu suyla?
Yemek mi yapsın?
Bulaşık mı yıkasın?
Banyo, çamaşır dersen aydan aya.
Susuzluk bitmeyen bir çile
Fadime çaresiz, Fadime fakir
Umutlarda olmuş susuz toprak gibi ,
Kupkuru, tamtakır!...
Hasan Taparlı