Şebnem
ey ışığın kıvırcık saçı, yarasanın eş zamanı
bu şarkıyı hiç düşünmemiştim:
ağzımı öpüyorsun ve sonra gidiyorsun
ışıklar caddesi’ne, akşamyeli meyhanesine
bir sigara, birkaç yudum şarap geçmişten
bulaşıkları yıka, kendini dışarı at
aynı kaldırım, hâlâ konan kuşlar
vitrinlere bak, ipi hazırla bir sonraki durakta
intihar edecek yolcular var: hasan mesela
seninle ne yaptık ki biz, uzaktan uzağa
ben yine şelalede yıkarım şaşkın ayaklarını
ağlarım dizlerine çöküp bacaklarına gizlice
gün ışıyana dek, sarmaşıklar gibi göğsüne
dolanır gelirim geceye boyun eğmeden
çocukluk dibe çökmüş tortu –şimdi-
neysem oyum, sırtıma geçmişimi atıp
düştüğüm yolun sonuna yaklaştıkça
biraz melisa çayı, sarı kantaron yağı biraz
kurudukça tenimde iliğinden akan nem
düşünüyorum da iyi geliyor akşam vakitleri
gövdemdeki çiziğe, bu gittikçe çözülen hayat
iyi geliyor:
yaprağımın üzerinde çırılçıplak şebnem