Öykü: Gülşen ÖNCÜL
DÜŞÜNCE - SANAT VE TOPLUM 14.10.2021 14:47:00 1921 1

Öykü: Gülşen ÖNCÜL

Kiraz Ağacı

 

Doğaya dostça yaklaşan atalarımı ayrı tutarak,  üç beş kuruşa sattıkları kadim topraklarda yükselen çirkin apartmanların sahiplerine küfrederek arıyorum teyze oğlu Mehmet’in evini. Bir süre sonra buluyorum da. Karanlık girişli dar koridorlu, eski bir apartmanın ikinci katındayım.

Ürkekçe bastım zile. Gelinimiz açtı kapıyı; beni görür görmez heycanla bağırdı. “Ablam gelmiş!…”

Kapıya koşan Mehmet’le kuçaklaşıyoruz. Sarmaş dolaş kalıyoruz bir müddet... Onca yıla gizlenen kayıplar, acılar, yalnızlıklar, paylaşılamayanlar birkaç damla gözyaşıyla alelacele saçılıyor etrafa. Özlemi o birkaç dakikada içip, kaldığımız yerden devam etmek için beni misafir odasına buyur ediyorlar. Odaya olan yabancılığımı duvarda asılı rahmetli amemin (teyzemin) fotoğrafı ile atıyorum.

Bir çay koyayım diyor gelinimiz, bizi yalnız bırakıyor. “Abla hayırdır, seni buralara hangi rüzgâr attı?” “Hayır, hayır merak etme. Bağın hisselerini satın almak için geldim. Tabii eğer satarsanız,” diyorum ne tepki vereceğini merak ederek. “Kıymetlendi bayağı oralar, pahalıya mal olur sana, ne yapacaksın ki?” diyor, böyle bir şey beklemediği ortada. Hayal kırıklığı dalga dalya yayılıyor yüzüne. “ Hayırlısı olsun,” diyor, kırgın…

“Babamın anısını yaşatmak için almak istiyorum bağı.”

“Garip” diyor Mehmet. “Evvelsi gün rüyamda gördüm amcamı. Yolun kenarındaki kiraz ağacını suluyordu. Malum oldu herhalde. Bak, sen gelecekmişsin…”

Gözleri dalıyor Kuzenimin, geçmişi hatırlıyor biliyorum. Okuldan atıldığında, ne annesi ne de babası vardı yanında zavallının. Kanadı kırık kuş gibi koyuverdiler kapının önüne. İftira attılar, kimseye anlatamadı derdini. Babam sahip çıktı ona. Okuluna gitti. Müdürün odasından çıktığında, müdür ağlıyormuş. Öpmek için babamın ellerine sarılmış. Sonra da özür dilemiş Mehmet’den .

Göz gözeyiz Mehmet’le şimdi. “Çok özledim,” diyor Mehmet. “Babam öldüğünde, amcama ağladığım kadar ağlamadım. Üzüldüm tabii babamdır, ama amcam …..” gözleri doluyor, daha fazla konuşamıyor.

Gelinimiz giriyor içeriye, elinde çay tepsisi. Tepsinin yanında petibör bisküvi ve lokum. “Ah, bu tadı nasıl unuturum, diyorum, çocukluğumun kırık dökük masum anılarında, belki de en tatlısı buydu.” Mehmet’in onaylayan bakışları arasında çaylarımızı alıyoruz, bisküvi arası lokumları iştahla mideye indirirken,  gelin, elinde bir kiraz tabağı ile giriyor bu sefer, gözleri ışıl ışıl. Belli ki elleri ile toplamış. Kocaman kırmızı Napolyon kirazları erik gibi duruyor tabakta. Kokusunu duyuyorum. Elime alıyorum kirazı, bir çocuğa bakar gibi sevgiyle bakıyorum. Yemeye kıyamayacağım galiba.

“Amcamın aşısı,” diyor Mehmet. Şaşkınım. Nasıl? O kesilmedi mi?

“Evet, kesildi,” diyor acı acı gülümseyerek. Mehmet’in babasına olan kızgınlığı bugün bile belli. “Biliyorum, diyor, amcam o yüzden bıraktı bağa gelmeyi.”

O yüzden değil, hasta oldu. 

Gelin gelip Mehmet’in yanına oturuyor. Mehmet, sanki yıllardır üstünü örttüğü, kendine bile itiraf edemediği şeyleri konuşacak gibi derin bir nefes alıp söze başlıyor. “Ben amcamı çok severdim. Delidoluydum, hoyrattım ya, onu çok incittim. Amcam bir gün bile beni kırmadı hâlbuki. Bir dediğimi iki etmedi.” Gözleri doluyor, sözleri o kadar içten ki…

Gelinin gözlerine bakıp devam ediyor, “Amemle amcamın bağa gelmesiyle, değişti her şey. Amcam emekli olduktan sonra, uzun uzun kalırlardı bağda. Ali Dağı’nın sakladığı bağ onların emekli uğraşısı oldu”.

“Bizler Üniversitedeydik,” diyorum, “Babamda o sıralar fidelere aşı yapma merakı başlamıştı.”

Bağdaki tüm ağaçları elden geçiriyordu. Yaşlı ağaçları kesip, yerine yenilerini dikiyor; meyve fideleri başını topraktan çıkarır çıkarmaz, enfes meyveler verecek gözlerle buluşturuyordu. Biz babamın yeni heveslerinden hiç şikâyetçi değilken bağ sakinleri için durum farklıydı. Sabahın erken saatlerinde elinde bahçe makası, üstü başı toz içindeki bu şehirli adamdan herkes rahatsız olmuştu. Girilmemesi gereken yerlere giriyor , ellememesi gereken ağaçlara dokunuyor, ayin yapar gibi akşama kadar toprakla, yeşille oynuyordu.

Birkaç yıl içinde babamın fideleri meyve vermeye başladı. Burada yetişmez denilen kayısıların, eriklerin , kirazların düşman çatlatırcasına, dallarından taşarak, hınca hınç kendilerini sunmalarına tanık olduk. Bağın içinde yalın ayak dolaşan, ağaçlarla konuşan bu üstü başı kirli adamın arkasından gülüp alay edenler, zaman içinde ona akıl danışmak için sıraya girdiler.

Bir Eylül sabahı, bağdan eve giden yolda, cılız bir kiraz fidanı görmüştü babam. Ertesi bahar ona Ziraat Fakültesi’nden getirdiği Napolyon kirazını aşılamıştı. O yıl her gün bu küçük fidanın yanına gider, onunla saatlerce konuşurdu. Çok garipti... Fidancık sanki konuşulanları anlıyormuş gibi boy veriyor, büyüyüp gelişiyordu. Normalde çok daha geç meyve vermesi gereken genç ağaç erkenden meyveye durmuştu. Bu enfes kirazlar karneye tabiydi. Karneyi veren babam, küçük çocuklara torpil geçiyor, bize ise naz niyaz birkaç kirazı lütfen elimize tutuşturuyordu.

Dostlukları geliştikçe büyücek bir ağaç oldu bizim küçük fidan. Babamın dert ortağı, biriciğiydi. Anneme, “Bu ağaç bana sarılıyor,” demiş bir keresinde babam. Ona sarıldığına yemin billah etmiş.

“Babam kesti o ağacı,” dedi Mehmet, “Amcamla alay edenlerin başında babam gelirdi. Bağda amemin hissesi olmasa seninkileri çoktan kovardı ama yapamadı. Kırk yıllık komşularının Yusuf Bey diye amcamın etrafında dönmelerine çok içerlerdi. Dağdan geldi, bağdakini çırak çıkardı, derdi. O yıl kışın bitmesini fırsat bilip bağ evini büyütmeye karar verdi. Evin inşaatı hızlı başladı.  Çimento, tuğla, malzeme kamyonlarının biri gitmeden diğeri geliyordu. Kiraz yolu kapatıyor diye babam bir sabah hızar ile girdi ağaca. Dur yapma!... O amcamın ağacı desem de dinletemedim. Gözü dönmüştü. Bir saatin içine ağaçtan eser kalmadı. Amcamdan yılların intikamını böylece almış oldu aklı sıra. O sene geldiklerinde çok kalmadı seninkiler. Amcam hemen gitmek istedi ama amem biraz daha kalmak isteyince çaresiz razı oldu. Çok sevdiği bir yakınını kaybetmiş gibi yastaydı, halsiz ve yorgundu. Sabahtan akşama kadar bağın içinde dolanan adam, hiç kımıldamadan akşama kadar kuyunun başına oturur uzaklara bakardı.”

Mehmet birden ok gibi fırladı. ”Gel abla, sana bir şey göstereceğim,” dedi. Eski  Opel arabasına biner binmez çevirdi kontağı. “Geline de ayıp olacak, onu da beklese miydik,” deyişime cevap bile vermedi. Şimdi sessizce camdan dışarı bakıyorum. Şehir o kadar değişmiş ki yolları tanımakta zorluk çekiyorum. Tomarza yolunun kilometrelerce öteden seçilen beyaz damgasını görene kadar bağa gideceğimizi anlamıyorum.

Ana yoldan ayrılıp taşlı bağ yolunda ilerlerken, sözüm ona bakımı yapılmış bağ evini görüyorum. Güzelim taş bina, şekilsiz, tarihsiz, beton yığınına dönmüş, en gudubet haliyle önümde duruyor. Mehmet, arabayı büyük bir ustalıkla evin önündeki dut ağacının altına park ediyor. Arabadan indiğimde çocukluğum karşılıyor beni. Yaprakların rüzgârla dansı ve söyledikleri şarkı hâlâ hiç değişmemiş. Sabah saatleri olduğu için tatlı bir serinlik sarıyor bedenimi. Kuyunun başındaki güllerin kokusu geliyor burnuma. Gül reçeli olacaklarını bilmeden salınıyorlar rüzgârda. Evin yanındaki ocaklığı geçip annemin hissesinin olduğu bölgeye giriyoruz. Göz alabildiğine kiraz ağacı olmuş her yer. Şaşkınlıktan küçük dilimi yutacağım. İrili ufaklı onlarca kiraz ağacı, belki de yüzlerce, ayrı bir ülke gibi kaplamış bağı. Bayram yeri gibi ortalık, gevrek dallarda kırmızı, sarı ve yeşilin cümbüşü var.

“Bunlar Amcamın fideleri,” diyor Mehmet, “Babamı, ağacı kesmemek için ikna edemeyince, soluğu Ormancı Orhan’ın yanında aldım. Yalvardım, yakardım, ağladım. Sonunda razı oldu bana yardım etmeye. Hızar sesi kesilip, el ayak çekilince, Ormancı, kesik ağacın dallarından gözler çıkardı. Gözleri suya koyduk, amcamı bekledik. Amcam kesik gövdenin yanında, toprağa çökmüş otururken, yanına vardım. Kalk dedim aşı yapacaksın. Her şeyi anlattım ona. Gözleri ağlamaklı, doğruldu yerinden. Kırgındı ama beni kırmadı.O gün evin arkasındaki sekiz fideye beraberce aşı yaptık. Bana onlara nasıl bakılacağını anlattı.Onların büyüdüklerini görmeyeceğini biliyordu. Kendi kendime onun kiraz ağaçlarını yaşatacağıma söz verdim. Kirazlar büyüyüp serpilince bu işten para kazanmaya başladım.  Bunu gören herkes bağına kiraz dikmemi istedi. Şimdi bu kirazları satıp para kazanıyoruz hepimiz. Her gün dua ediyoruz ona. İşte, durum budur ablam.”

Mehmet’e sarıldım. “Canım kardeşim benim,” dedim, “Babamın anısı burada, her yerde.”

Bağın içinde beraberce yürüdük Mehmet’le. Aklımda, bağı olduğu gibi ona bırakma kararı,  gördüğüm ilk kiraza sarıldım. Bir ağaçtan çok, babama sarılır gibi, büyük bir hasretle...

 

21 Temmuz 2021

 


Haber Kaynak : ÖZEL HABER
Yalçın Üstün
15.10.2021 09:17:38
Çok içten, çok naif bir anlatım. Aferin sana Gülşen. Mühendis hanımın kaleminde pek marifetliymiş.. Bu denemeler yetmez gayri. Bırakma peşini. Kaleminin ustalığı çok açık. Bırak yazmaya devam etsin.

faça okurun huzuruna çıkmaya hazırlanıyor      

ÖYKÜLER: Kafiye Müftüoğlu

ÖYKÜLER: Gülşen Öncül

Öykü: BAŞAR UYMAZ TEZEL

ÖYKÜLER: Sema Canbakan

ÖYKÜ: Nazire K. Gürsel

ÖYKÜ: Başak Savaş

ZİNCİR ÖYKÜLER: GÜLSER KUT ARAT

ŞİİR: SEMA GÜLER

ZİNCİR ÖYKÜLER: TUBA ÖZKUR AKSU

ZİNCİR ÖYKÜLER: AYŞEGÜL DAYLAN

ZİNCİR ÖYKÜLER: ADALET TEMÜRTÜRKAN

ÖYKÜ: İLKNUR GÜNEYLİOĞLU ŞENGÜLER

ÖYKÜ: Neriman Ağaoğlu

ŞİİR:  Yonca YAŞAR

ÖYKÜ: İlkay Noylan

ÖYKÜ: Güngör Ağrıdağ Mungan

SÖYLEŞİ: Nefise Abalı

Öykü: İlknur Güneylioğlu Şengüler

SÖYLEŞİ: AYŞEGÜL DİNÇER

Söyleşi: Ebru Yavuz

  • BIST 100

    9645,02%-0,50
  • DOLAR

    32,56% 0,14
  • EURO

    34,81% 0,49
  • GRAM ALTIN

    2417,74% -0,61
  • Ç. ALTIN

    4073,33% 0,00
  • Çarşamba 35.2 ° / 19.1 ° Güneşli
  • Perşembe 35.8 ° / 20.3 ° false
  • Cuma 30.8 ° / 18.5 ° false