Öykü: Meliha Yıldırım
DÜŞÜNCE - SANAT VE TOPLUM 9.12.2021 15:11:00 1410 1

Öykü: Meliha Yıldırım

ESKİ YILIN ARTIĞI

 

Beyoğlu önceki gecenin sabıkalı durumunu çoktan unutmuş yeni güne hazırlanıyordu. Gün yeniydi ama yılın da son günüydü. Yeni olmayansa önceki günleri aratmayacak, yeni eklenecek kabahatlerdi. Peki, neden muazzez! diyesi geliyordu insanın aniden? Birinin adı olması değildi kastedilen. Kendini aziz görmesi, bir kadın havasındaki hisli duruşuna güvenmesinde saklıydı olsa olsa.

Yağmur suyuyla yıkanmış demir kapılı apartmanlar, burnundan kıl aldırmayan Galata Kulesi, gri deniz, yeni yetme modacılar… Adım atılır atılmaz tanıdık olan herkes. Beyoğlu’na ayak basan biri tanıdıktır artık.

Derin bir nefes aldı Nurgül. “Oh” diye çıktı dudaklarından. “Kazasız belasız son güne geldim. Ne yıldı be! Yaşa yaşa bitiremedim,” diye söylenirken, bir taraftan yıkadığı birkaç parça giysiyi asmak için pası çıkmış balkon demirlerini siliyordu. Bulutların kararmasıyla başını yukarı kaldırıp havaya baktı, akşam ayazıyla birlikte yağmur geliyordu. Asacağı çamaşırları naylon sepetten çıkarmadan tekrar içeri girdi. Onları sandalye sırtına, kanepe kenarlarına serpiştirdi. Salon ıslak çamaşırla doldu. Odanın her yerine dağıldı nemle gelen koku. Camları buğulaştırdı. Balkon kapısını araladı.

Yılın son günü olduğu aklından çıkmıyordu. “Bir kez düşün be Macit, bir kez aklına geleyim!” Kendini kızdırmak istemiyordu. Biliyordu o zaman olacakları. Dün geceki kavgadan sonra zordu araması. Bilerek çıkarmıştı kavgayı da mutlaka. Evin içinde bir yerden yanık türkü sesli cep telefonu çaldı: “Ordunun dereleri aksa yukarı aksa…” Arayan Şehmuz’du. Telefon kulağında karşı apartmanın balkonundan el sallıyordu. Gelip giderken rastlaştığı, sık karşılaşmaların zorunlu arkadaşlığı. Ardından alınıp verilen numaralar. Akşama hazırladığı yılbaşı yemeğine davet ediyordu.

Akşam Şehmuz’un evine girdiğinde küçük salonda iki erkek daha görünce şaşırdı. Beklemiyordu. Şehmuz ve iki adam. “Bu iki kişi nereden çıktı, ne işi var bunların?” diye geçirdi içinden. Adamlar, yüzlerinde abartılı gülümseme ile masadaki yerlerinden kalkıp tokalaştılar. Zaten yeterince sinirliydi. Biraz oturur, giderdi. Fakat sohbete hızlı başladılar. Yeni yıl coşkusu masada herkesin yüzüne yansımıştı. Nurgül’se başka bir âlemden sohbet ediyordu. Geçmişin sıkıntılı patika yolunda iz sürüyordu.

—İşinde kaşarlanınca annenin karnından öyle doğduğunu zannediyorlar. Oysa işe çıkmadığım zamanlar hâlâ yeni yetme genç kız sanırım kendimi. Aklımın ucuna gelmez. Erkek sinek bile olsa yaklaştırmam yanıma.

Masa başında konuşulanlar geçmiş yıllara yapılan göndermelerle doluydu, Beyoğlu’nun arka sokaklarından birindeki bu evde. Ev sahibi Şehmuz mutfağa bir heves gidip tavaya son çipuraları da attı. Bir taraftan içerideki sohbetteydi kulağı. Karşı apartman komşusu ilk defa evine geliyordu. Arayı iyi tutmakta fayda vardı.

—Omuzlarımdan aşağı salınan siyah saçlarıma bir bakan bir daha bakardı. Böyle röfleli, soluk da değildi o zamanlar. En fazla on beş, bilemedin on altıydım. Kendime gidip ten rengi çorap almıştım. Kadın çorabı dediklerinden. İlk heves. Annem eteğimin altından bacaklarımı görünce, birini üstümde yakalamış gibi çıldırmıştı. Bak şimdi yine utandım. Apar topar çorap yerine pantolon giydirdi. Pantolon dedimse öyle kalem paça ya da tayta benzer değil. İspanyol paça, en bol, en kalın gabardin kumaştan. Bacaklarında soba borusu taşırdın sanki…

Kadın masadaki iki erkeğe mi anlatıyor yoksa kendi muhasebesini mi yapıyor belli değildi. Zaten onlar da söylediklerinin bazısını anlıyor, bazısına da anlamadan başlarını sallıyorlardı. Nurgül’ün çok da umurunda olmadığı belliydi. Yıllar geçtikçe göz kenarlarındaki çizgilerin ruhunda da belirginleşmesi olgunlaştırmıştı onu. Yavaş yavaş insan cinsini aynı gördüğü yaşlara doğru gidiyordu. Çekinme duygusu da bu geçen zamanla kaybolmuştu. Evde iki erkeği görünce şaşırması habersiz olmasındandı, yoksa tedirginlik duymamıştı. Belki de Beyoğlu onlarla yaşamayı öğretmişti.

Şehmuz kayık tabağa koyduğu çipuralarla birlikte gülerek içeri girdi. Tabağı masaya bıraktıktan sonra sandalyesini Nurgül’e yaklaştırarak tebessümünü bozmadan oturdu. Yüzündeki gereksiz gülümseme, rengi değişmeye yüz tutmuş dişlerinin daha da belirginleşmesine neden oluyordu. Bu tavrın ev sahibi olmasından mı yoksa epeydir bir kadınla oturmayışından mı kaynaklandığı da belli değildi.

Şehmuz rakı bardağını kaldırırken diğerleri de bardaklarını ellerine aldılar. “Yeni yılda da sohbetimiz bol olsun,” diyerek bir yudum içen Şehmuz’la birlikte içmeye devam ettiler. Bir an kimseden ses çıkmadı. Sessizliği bozan yine Nurgül’dü:

—Şehmuz ev kendinin mi?

—Nerde, zamanında yedik içtik şimdi kaldık kuru emekli maaşına.

Adamlardan biri geniş bir tebessümle;

—Şehmuz abimin gözü gönlü boldur abla, o yüzden ev bark sahibi olamadı.

Oysa Nurgül’ün aklında zamanla hesaplaşması sürüyordu. Duymamış gibi devam etti:

—Bazen diyorum ki hayatımın sonuna kadar her şey böyle gidecek. Hiçbir şey değişmeyecek. Kendi kendime lanet okuyorum. Çıkamadığım bir çukura düştüğüm güne. Sebep olanlara. Hangi birine kızayım. İşin ucunun dayandığı yerler çok eskidi. Hükmü kalmadı. Bu yıl da geçti gitti. Elde kalan ne dersen, üç aylık kira borcu, karakol, sarkıntılık.

İki adam birbirlerine gülümseyerek baktılar. Utanmasalar, “Zaten işin o değil miydi?” diyeceklerdi. Şehmuz konuyu değiştirmek ister gibi;

—İyi ki geldin. Neşemizi bulduk. Üç adam sap gibi! İç iç nereye kadar.

Bütün gece bir yılın daha gitmesi üzerine yapılan hayıflanmalarla geçti. Adamlardan birinin getirdiği yedek de yarılandı. Kadının anlattıklarında gizli bir sitem olduğu belliydi. Yalnız, birine mi yoksa hayata mı olduğu anlaşılmıyordu. Her şeyi anlatıyor görünse de, ne konuştu diye sorulsa, hiçbir şey denilebilirdi.

Masada oturan erkeklerden daha iri ve uzundu Nurgül. Kısalarda olan uzun boylulara hayranlık, ya da tam tersi bu masada da vardı. Nurgül, etine dolgun iriliğinin uyandırdığı isteğin farkındalığıyla, umursamadan dilediği gibi konuşuyordu.

Gece yarısını birkaç saat geçmişti ki iki adam bir işaret almış gibi ayaklandı. Şehmuz hafif memnun olmuş halde fazla üstelemedi. Balıkların tazeliğine, sohbete teşekkür ederek kalktılar sofradan. Nurgül oturduğu yerden kafasını salladı. Niyeti son yudumu bitirip öyle kalkmaktı. Çünkü Şehmuz’un bakışları sağa sola kaymaya başlamıştı. Tadında bırakmanın ne olduğu tecrübeleriyle sabitti. Kocaman masada hâlâ yanaşmaya çalışıyor, üzerine sinen balık kızartmasıyla karışık taze soğan kokusu konuştukça burnuna burnuna geliyordu.

Şehmuz’un konuşmasını dinliyor gibi yaparken, evine gidip gündüz odaya serpiştirdiği çamaşırların kuruyanlarını toplayıp yatmayı düşünüyordu. Şehmuz büyük bir arzuyla anlatıyordu eski sevgilisini götürdüğü yerleri. Onun ne kadar nankör olduğunu, kendisini dolandırdığını anlatırken sesi kısılıyor, sonra tekrar bir şey olmamış gibi çerez ikram ediyordu. Hayatı boyunca aynı konuları dinlemenin aşinalığıyla nefes alamayacak gibi oluyordu. Adam daha sözünü bitirmeden sonunu tahmin ediyor, kendi gündelik düşüncelerine dalıyordu. Aklı yine ondaydı. Sevgilisi mi, yoksa düşmanı mı belli olmayan adamda. Herkes sevdiğini yanına almış kutlama yaparken, kendisi dibine sokulmaya çalışan bu adamın anlattıklarını dinliyordu. O kim bilir kimlerleydi? Başına buyruk, istediği zaman arayan sorumsuz, alçak adamın tekiydi. İş paraya gelince istemeyi bilirdi. Bir yudum değil kocaman şişeyi kafasına dikse içinin kızgınlığı geçmezdi. O hızla kalan yudumu tek dikişte içmek için bardağı eline aldıysa da geri bıraktı. “Değmez!” diye içinden geçirdi. Tek başına yürüyebilecek kadar ayakta durabilmeliydi.

Nurgül’ün kalktığını gören Şehmuz da şaşkın halde kalktı masadan. Hemen gitmek istemesine bozulmuş bir tavırla kalmasını istiyordu. Öyle ya yarın arkadaşları sorarsa ne derdi onlara? Omzuna gelen Şehmuz’un ısrarını duymazdan gelerek kapıya yöneldi. Daha fazla dinlemeye tahammülü yoktu. Hâlâ bir ümitle evine kadar götürmeden bırakmayacağını söylüyordu. İçinden, Macit’e lanet etmeye devam etti.

Nihayet kendini dışarı atabildi. Eve gitmek yerine gecenin ayazında Beyoğlu’nda yürüse fena olmayacaktı. Sabaha az bir zaman vardı. Sokaklarda tek tük insanlar ayakta zor durarak hiçbir yere gitmeyi amaç edinmişler gibi yürüyorlardı. Ayakları nereye götürürse oraya gitmek aslında hiçbir yere gitmekti o sokaktakiler için. Dudaklarında dün geceden kalan mırıltıyla…

Biraz daha gidip İstiklal’e indi. Her yer şelale gibi ışıl ışıldı. İnsanlar paltoları içinde kırışmış parti kıyafetleriyle dolaşırlarsa, gecenin bitmeyeceğini sanıyorlardı. Oysa zaman acımasızca akıyordu. Beyoğlu, kim bilir kimlerle bu gece henüz hesabını kapatmamıştı. Bir başınalığının izlendiğini hissetti. Yerlerde geceden kalan çöplerin arasından yol buldu kendine. Gittikçe tenhalaşan, yol üstü pazarlıklarının yapıldığı yerlere geldi. Geceyi ziyana uğratmadan bitirmeye karar verdi. Biraz ilerden evine gidecek sokağa saptı.

Kapıyı açtığında burnuna gelen taze kır çiçeği esintisini doyasıya içine çekti. Baharı hatırlatan bu ferahlık, yıkadığı çamaşırların temizlik kokusuydu. Evin her yerini mis gibi kokutmuştu. Kapıyı kilitleyip sürgüyü çekti. Henüz kurumayan çamaşırların arasından geçip kanepeye uzandı. Sallamaktan yorulan ayakları özgürlüğüne kavuşmuş gibi rahatladı. Yattığı yerden televizyon kumandasına bakınırken sessizlik bozuldu.

Kapının vurulma sesiyle bir an irkilse de gözleri parladı Nurgül’ün. Sanki bekliyordu bu sesi. Sevginin en güzel şekliydi, kapıya vurulan yumruğu duymak. Unutmamıştı, gün doğmadan dayanmıştı kapısına. Nurgül, tüm bu mutluluğu dış kapıya gidene kadar birkaç metrelik mesafede yaşadı. Yüzündeki gülümseme ayaklarına çabukluk veriyordu. Çocukça bir telaşla yürüdükçe kapı kendisinden uzaklaşıyordu. Ayağının altındaki halı kayıyor onu eski yerine getiriyordu. Tüm bu mücadelenin sonunda nihayet kapıya dokundu. Önceki gecenin kavgasını çoktan unutmuştu. Üç kere kilitlediği kapıyı, sürgüyü açmak için acele etti. Kendine, “Ne var bu kadar kilitleyecek?” diye söylendi. Kapının deliğinden bakarak oyalanamazdı. Fazla beklemeden açtı kapıyı heyecanla; artık Şehmuz’un ayağı kapının arasındaydı.

Son gayret itti üstünden. Yılmıyordu, sızmıyordu. Sürüklendiği halıda dirseklerinin üzerinde doğruldu, başını kaldırdı. Boşluğa rastgele tekmeler savurdu. Isıracak köpeği uzaklaştırmaya uğraşan biri gibi panikti. Ayağıyla ittirdikçe Şehmuz’un iştahı kabarıyor, kaldıramadığı göbeğiyle sürünerek geliyordu.

Bitmiyordu. Ne gece bitiyor, ne de adam duruyordu. Bu adamın ne işi vardı bu evde? Hep o it Macit’in yüzünden. Şerefsiz herif! Öfkeyle kendini başka bir eve atmasa yine de yaşar mıydı bu olanları? Bugün olmasa da yarın mı olurdu? Nasıl bir yıldı böyle? Eski yılın artığı mıydı başına gelenler? Yoksa yeni yıl hediyesi miydi?

Şehmuz’la göz göze geldi. İnat etmişti sanki. Son bir gayret kalktı. Kadının üstüne uçarak abandı. Külotunu tek harekette yırttı. Nefes nefese iki eliyle kadını bileklerinden yakaladı. Son nefes bağırdı Nurgül: “Yok mu kurtaran!” Bir taraftan da bacaklarını kadının bacaklarına doladı. Ağırlığı gittikçe dayanılmaz hale geliyordu. Tekrar bağırdı. Adam kadının sesini kesmek için tuttuğu bileği bırakıp ağzını kapadı. Kadın boşta kalan tek eliyle adamın terli, rakı kokan yüzünü yana çevirmeye çalıştı. Gücü yetmedi. İçinden konuşur gibi inledi: “Kokulu teke.”

Sanki sarhoşluğu artacağına azalıyor, bu da elini ayağını güçlendiriyordu. Nurgül’ün yana düşmüş boynunu öne getirirken elini ağzından çekti, saçlarından tutup kafasını kaldırdı. Bir tutam sarı röfleli saç elinde kaldı. Adamın elindeki saçları gören Nurgül kendinin de alışık olmadığı anormal bir güçle adamı üstünden savurdu.

Beline kadar toplanmış eteğini indirdi, ayağa kalktı. Şehmuz yattığı yerden dağ gibi görünen Nurgül’e baktı. Gözlerinden ürperdi. Adamın doğrulmasına fırsat vermeden üstüne oturdu. Şehmuz hâlâ bir tutam röfleli saç elinde, onu altına almaya çalışıyordu. Nurgül, panikle çevresine bakındı. Adamın kafasına vuracağı, eline yakın duran bir şeyler aradı. Yoktu, yoktu. Hiçbir şey yoktu. Birden yanındaki tekli koltuğu fark etti. Sonra üstüne devrilmiş kırlenti. Artık o kırlent Şehmuz’un yüzündeydi. Ve adamın elinde bir tutam röfleli saç… Bütün gücüyle kırlenti bastırdı. Kertenkele gibiydi, altında kıvranıyordu. Ne işi vardı bu adamın? Kendinin ne işi vardı adamın üstünde?

İnsanın kaderi kendinden önce gider miydi? Yeni yıla bile kendinden önce mi girerdi? Belki yarım saat adamın üstünde elindeki kırlenti bastırarak oturdu. Omzundan düşmüş sütyen askısı, bluzunun yırtılan yakası, beline toplanmış eteğiyle, otoban kenarına atılmış, üstünden tırlar geçmiş kedi gibi hissetti kendini. Adamın elindeki saçlarına baktı. Her yeri adamın nefesi kokuyordu. Sandalyede asılı henüz kurumamış ıslak havluya uzandı. Elini, yüzünü, kollarını, bacaklarını ovarak sildi. Sonra diğer havluyla tekrar tekrar sildi. Artık havlulardan kır çiçeği kokusu gelmiyordu burnuna. Hâlâ adamın sinmiş kokusunu üstünde hissetti. Topladı bütün çamaşırları, yıkanması için tekrar attı makineye.

Gün yeniydi, yılın da ilk günü. Hesaplaşmayı en başından yapmaya kalksaydı her bir güne ne çok olay sığardı. Yine de Beyoğlu’nun kabahati değildi bu olanlar. Kadını keskin bıçak gibiydi, kimse ona zorla bir şey yaptıramazdı. İşi ne olursa olsun. Zaten üçüncü sayfada da öyle yazdı: “Kendisine zorla tecavüz etmek isteyen adamı…”

 


Haber Kaynak : ÖZEL HABER
HÜSEYİN ALPASLAN
10.12.2021 12:09:04
Eline emeğine sağlık.

faça okurun huzuruna çıkmaya hazırlanıyor      

ÖYKÜLER: Kafiye Müftüoğlu

ÖYKÜLER: Gülşen Öncül

Öykü: BAŞAR UYMAZ TEZEL

ÖYKÜLER: Sema Canbakan

ÖYKÜ: Nazire K. Gürsel

ÖYKÜ: Başak Savaş

ZİNCİR ÖYKÜLER: GÜLSER KUT ARAT

ŞİİR: SEMA GÜLER

ZİNCİR ÖYKÜLER: TUBA ÖZKUR AKSU

ZİNCİR ÖYKÜLER: AYŞEGÜL DAYLAN

ZİNCİR ÖYKÜLER: ADALET TEMÜRTÜRKAN

ÖYKÜ: İLKNUR GÜNEYLİOĞLU ŞENGÜLER

ÖYKÜ: Neriman Ağaoğlu

ŞİİR:  Yonca YAŞAR

ÖYKÜ: İlkay Noylan

ÖYKÜ: Güngör Ağrıdağ Mungan

SÖYLEŞİ: Nefise Abalı

Öykü: İlknur Güneylioğlu Şengüler

SÖYLEŞİ: AYŞEGÜL DİNÇER

Söyleşi: Ebru Yavuz

  • BIST 100

    9079,97%3,10
  • DOLAR

    32,35% 0,15
  • EURO

    34,93% -0,09
  • GRAM ALTIN

    2322,96% 0,18
  • Ç. ALTIN

    3843,45% 0,00
  • Cuma 24.9 ° / 14.2 ° Güneşli
  • Cumartesi 28.3 ° / 15.1 ° Güneşli
  • Pazar 28.3 ° / 15.7 ° Güneşli