Ahmet DOKUZOĞLU-NE DEMİŞTİK?


OLMAYAN BİR KAVİM’E

Yazım hayatım bitiyor. Bundan sonra yazı yazmak, boşluğa taş atmak gibidir. Boşlukta kimseler yoktur. Belki küçük küçük canlılar organizmalar var, ama onlar da ne duyar ne konuşur. Sadece küçücük olan kendi dünyalarında yaşamaya çalışırlar.


           Belki de aynı dünyadaki hemcinslerinden haberleri bile yoktur. Bir gün bulundukları dünyada kendilerinden başka birilerinin de yaşadığını fark edecek olurlarsa, o gün yaşamları son bulacaktır.

           Kur’an’da “bütün canlılar ölümü tadacaktır,” diyor. Bütün âlemi yaratan inancımıza göre Allah’tır. O söylüyorsa başka söze gerek yoktur. Bir kişi çıkıp da yok böyle bir şey diyemez. Çünkü bu bir gerçektir. Allah da gerçek olmayanı söylemez.

           Her canlının kendine has bir yaşam biçimi vardır. Hayvanlar içgüdüleriyle yaşamaya çalışır, insanoğlu düşünerek, aklına uyarak yaşar. Doğru mu yapar, eğri mi yapar ya da yaptığı işin farkında mıdır, birilerine gösteri için mi yapıyordur, yoksa inandığı gibi mi yapıyordur, bilemeyiz. Sadece bilgi birikimimize göre onun hakkında bir yorum yapabiliriz. Yaptığımız yorum da doğru mudur yoksa yanlış mıdır, onu da birileri değerlendirecektir. İşte yazar bu insan sınıflarına bir şeyler anlatmaya çalışır. Fakat ortada doğru veya yanlışa uyacak insan kalmamışsa, yazarın yazılarının hiçbir değeri yoktur. Bu düşünceyle yazım hayatı bitmiş olur.

            Kimse kimseyi kandırmasın. Şimdi ülke insanı iki kutuplu bir dünyada yaşıyor. Birilerinin dünyası diğerlerinin dünyasına uymuyor. Ülke başkanlık sistemine geçtiğinden bu yana yüzde elli ikiye ayrılmış durumda. İnsanımız aynı şeye bakıyor, ama biri beyaz görürken diğeri aynı nesneyi siyah veya lacivert ya da mavi olarak görebiliyor. Bu insanoğlunun başına gelebilecek en kötü ve karanlık durumdur. Böyle yaşayan insan topluluğu mutlu olamaz. Zaten biz de mutlu değiliz. Memurumuz da işçilerimiz de esnafımız da bütün emeklilerimiz de mutlu değiller. Bu mutsuzluklarımız, yönetenlerimize bir mesaj veremiyor. Çünkü anlayış farklılıklarımız buna engel oluyor. Aynı nesneyi çeşit çeşit renkte görme alışkanlıklarımız bizi şaşırtıyor. Yani bakış açılarımızda fark var. O nedenle verilen mesajlar yerine ulaşmıyor. Mesaj yerine ulaşmıyorsa, mesaj göndermenin ne önemi var!

                 Hâlbuki çocukluğumuzdan bu yana mutlu olmak için çaba harcadık. Yaşlanınca rahat etmek istiyorduk. Anne, baba, kardeş bir arada yaşamayı mutluluk sayıyorduk. Okullarda okumayı, ışıltılı diplomalara sahip olmayı kendimize şiar edinmiştik. Ne kadar yüksekokul diplomamız varsa o kadar çok maaş alacağımızı sanıyorduk. O nedenle okuyor da okuyorduk. Fakat bunların hiç biri gerçekleşmedi. Önce anne ve babalarımızı sonra en sevdiğimiz kardeşlerimizi kaybettik. Diplomalar aldık ama hiç önemsenmedik. Okumuşla okumamışlar arasında fark günden güne kapandı. Parası olanlarla olmayanlar eşitlenmeye çalışıldı. Ve ideallerimiz değersizleşti. Anlam ifade etmez oldu. 

Öyle olunca da bütün düşünceler, umutlar, hayaller suya düştü ve düşüncelerimizle çırılçıplak ortada kaldık.

         İnsanlardaki idealleri oluşturan düşünceler, konjonktür gelişmeler nedeniyle bir anda farklılaştı ve suç olmaya başladı. Birilerinin dediği gibi milliyetçilik nasıl suç olabilir? Ne yazık ki oldu! Milliyetçilik suç olurken, devrimcilik de zaten suç sayılmıştı. Ne olacaktık peki? Bir tarikatın mensubu olsaydık daha mı iyi olacaktık? Ama tarikat bize göre çok çok gerilerde ve çağ dışı düşüncelere sahipti. Onun yanında olmamız mümkün değildi. Yanında olmayınca, hayallerimiz boşlukta kaldı ve biz yanlış bir yol içinde olduğumuz düşüncesiyle karşılaştık. Ama bunlar geçiciydi. Nasıl ki yağmurun, güneşin karı erittiği gibi bizi yok sayan geri düşünceler de eriyip tükenecekti. Buna ömrümüz kâfi gelmedi. Bütün yazdıklarımız karanlık bir odada kaldı ve güneşi göremedi.

            Yahu bizim için ömrünü savaş meydanlarında geçirmiş, evlenmeye vakit bulamamış, gecesini gündüzünü medeniyet için harcamış, yol göstermiş, bir insan nasıl olur da hain olabilir? Buna sahip çıkan bir yazar nasıl olur da hor görülebilir? Akıl alacak bir durum değil, ama insanlarımız farklı pencerelerden bakınca iş bambaşka bir şekle bürünebiliyor. Doğru yanlışa, yanlış doğruya dönüşebiliyor. Bu durumda kime nasıl mesaj yollayacaksın? Okunmayacak bir yazı yazmak, ne kadar anlamlı olabiliyor ki!

             Kendi aramızda da çatlaklıklar var. Bazılarımız “yaz” diyor. “Bugün olmazsa yarın, yarın olmaz ise, diğer gün; o gün de olmazsa elli yıl sonra veya yüz yıl sonra ya da üç yüz yıl sonra birileri bizi fark edecek. “Şu çağda birileri ne güzel şeyler yazmış,” düşüncesini yaşatmaya çalışıyorlar.

            Yarın kıyametin kopmayacağını kim söyleyebilir ki. Kıyamet koptuktan sonra yazdıklarımızı kim nasıl okuyabilecek. Belki de cinlere benzer bir kavim gelecek dünyamıza. O zaman kitapların ne değeri kalacak ki. Gelip gelmeyeceği bile belli olmayan  bir kavim için yazı yazılabilir mi? 

              Neyse sayın okuyucularım. Bugün de derin bilgilere daldım. Çünkü yayımlanacak sekiz kitabım var. Ama yayımlamaya gücüm yetmiyor. Çocukların nafakasından kesip kitap yayımlamak da olmuyor. İçinizde bu yazıyı okuyan biri olursa adresini  yazdırsın, adresine kitap gönderebilirim Okuyan yoksa  mesaj yazmanın ne anlamı var! Nasıl olsa okuyan biri olmayacak. Hoşça kalın.

 

 

 

YAZARLAR

  • Cuma 24.9 ° / 14.2 ° Güneşli
  • Cumartesi 28.3 ° / 15.1 ° Güneşli
  • Pazar 28.3 ° / 15.7 ° Güneşli
  • BIST 100

    9079,97%3,10
  • DOLAR

    32,35% 0,15
  • EURO

    34,93% -0,09
  • GRAM ALTIN

    2322,96% 0,18
  • Ç. ALTIN

    3843,45% 0,00