Öykü: Mediha Ünver
DÜŞÜNCE - SANAT VE TOPLUM 2.09.2021 11:38:00 1779 0

Öykü: Mediha Ünver

 

Yere Bakma Düşersin!

“Duruuuun götürmeyin…”. Aralarından fırlayan çocuğun çığlığı, sinek vızıltısı kadar bile etkilemedi ahaliyi. Bunda şaşılacak bir şey de yoktu. Bu haliyle; kiminin dehşetle gözleri yerinden fırlamış, kiminin hayretle vurduğu elleri dizlerine yapışıp kalmış, çoğu da başı eğik insancıklardan oluşan, henüz bitmemiş bir resimden farklı görünmüyordu durum. Acemi bir elden çıktığı belli olan, tamamlandığında  “dilsiz kederler” adını alabilecek bu tabloya bakanlar; birbirine yaslanmış kerpiç evlerden, akşam güneşini ardına almış kel tepedeki sürüden, yaşmaklı kadınlardan, köprüye uzanan toprak yoldaki nal izlerinden buranın bir köy olduğunu hemen anlardı. Bir köpekler eksikti bu resimde, bir de çocuklar… Tek yaşam görüntüsü şu tuvalden taşan dere ve ağaçlardan suya dökülen sarı yapraklardı. Yok, bir de kopup gelen şu olsa olsa sekizindeki kız çocuğu…

“Ben öldürdüüüümmm…!!!” Kızın ağlamaktan çatallaşmış sesi yeri göğü delmese, su akmaya, yapraklar düşmeye devam eder, kırık köprünün tam da ortasında bulunan jandarmalar zınk diye durmaz, elleri kelepçeli kadın içinden lav gibi boşalttığı çığlığıyla dizlerine sarılan çocuğun üstüne kapaklanmazdı. Kadının koca gövdesi, sanki kızın değil de ahalinin üzerine devrilmiş ve bu sarsıntıyla erkekler tuvalden fırlayıp köprüye koşarken, kadınlar dizlerini dövmeye devam etmişti. Köylünün jandarmalar arasındaki yüz karasına dur diyecek hali yoktu elbet. Olsa olsa bir an önce karaltısı kaybolsun isterlerdi. Ama şimdi durum farklıydı!

***

Dağ gibi ağırdı! Üstüme devrildiğinde cılkım çıkmadığına şükrettim. Şimdi ocağın başında büzüşmüş yatarken “Keşgem götürmeyeydiler de vara ezileydim,” deyi debelenip dururum… Uyuduğumu sanırlar. Sansınlar. Ebem sırtındaki sakosunu çıkarıp üstüme örterken de, sümüğüme yapışıp kalmış saçaklarımı tel tel toplarken de uyanığım, görürüm; kirpiklerim ıslak ve kara çizgiler çeker insanların üstüne. Kesik, kesik, kesik… Parça pinçik ettiğim sarışın bebeklere vurmuş gaz lambasının soluk ışığı. Titrek, titrek… Görürüm. Duyarım da; boğulacak gibi her iç çekişimde “Hay sen…türemeyeydin emi…!!!” deyişini ebemin. Kulak asmam! Aldırmaz derler bana…

Uyumam ya, pek de uyanık sayılmam! Şu bebekleri parçaladığımdan beri görmek, duymak sizin olsun… Odaya doluşan ahalinin “Amanınnn…tüh, tüh, vah vah …”deyi dövünüşlerini, “Vışşş… anamm…yağlı urganlara gidesice…!!!”yle başlayan kovlarını, “Evlerden ırak bacııımmm...” deyi sedirin tahtasına vuruşlarını… Duymasam!

Evden el ayak çekilince uykunun koynuna iyice sokuldum. Seçilmez artık gördüklerim; düş mü, hayal mi, gerçek mi?

Oh, arayıp da bulamadığım; Yerden göğe uzanan bir salıncaktayım. Savrulup dururum… İpin ucu, kara bulutun üstüne uzanmış Hatın Deyzemin elinde. Ha babam, de babam sallar. Üstünde beyaz buluttan bir elbise, dudağında gülüş… Ağzındaki altın dişin bir parıltısı var ki güneşi çatlatır. Uçarım… Bir baştan bir başa. Gök kanatlarımın altında. İyice yaklaşmışım teyzeme. Tam saçlarından bir tutam yıldız koparacağım; “Cankız,” diye telaşla fısıldadı kulağıma; “yere bakma düşersin!”

Bakma demek kolay. Göz bu, durur mu? Durmaz! Kayar ara, ara aşağıya. Laf dinlemez, derler bana. Desinler! Bakarım işte...

Benim keyfim yerinde olmasına yerinde de deyzem buruk, deyzem bulanık… niyeyse? Göresim yok bu halini. Ona da, yere de göğe de gözlerimi yumdum bir ara. Sallanmak gibisi yok havada! Beşik gibi…  Ilık, ılık bir yel üstümde… Ben uykusuz çocuk; deyzemin elindeki ipin düğümüne dolanmışım… Çok sürmedi keyfim;

Ördekler gördüm havada. Üstüme üstüme uçuşan… Çarptı çarpacak! Paytak ördeklere bebekler eklendi sonra. Yeni doğmuş, kundaksız, morumsu, sessiz ve nefessiz bebekler! Onlara itler… Hepsi üstüme üstüme… Yetmezmiş gibi, ağır bir hela kokusu... Burnumu tıkadım. Üstüne üstlük itler de hırlamaya başladı uzaktan. Kendi sesim karıştı araya;

“Nereye atmalı, Helaya, Nereye atmalı, Helaya, Nereye atmalı, Helaya, Nee – reee - ye…???”

Sesimi susturmaya çalıştım güzel şeylerle; salıncağın giderek azalan hızına, mis kokular kattım bağdaki üzümlerden… bir de fingirdek gülüşler:

Ekinler savrulmuş, üzümler toplanmış… Avluya kurulmuş pekmez kazanının başında ebem, bir ateşi harlar, bir şinevitte üzüm ezen kızları “Eli işte, gözü oynaşta bu gancıkarın… Şıraları pekmezden önce gaynıyo.” Çıplak ayakları kımıl kımıl. Etekler bir o yana, bir bu yana…  Bu güneşli günü bir tek kucağında koca sepetle üzüm taşıyan Hatın Deyzem bozar; zayıflamış gölgesiyle… Bir halsizdi ki, dünya yıkılmış da altında kalmış sanırsın. Birbirine dolanıyor şalvarlı bacakları. Yüzü acı sarı. Bakışları kupkuru. İyice büyümüş meme uçları ıslak. Niyeyse? Ip-ıslak!

Yüreğim acıdı haline. Tam deyzemin boynuna dolanırken, Fadik Bibi! O, aramalara doymamış sesiyle “Badi, Badi… Badi Badiii nerdesiiin yavvrııım” deyi avlunun kapısında bitmez mi yine? Ne severmiş ördeğini! Eyvahhh… ki ne eyvah! İki gündür; sedirin altı, yüklüğün üstü dememiş, evden çıkmamış, tam da yeni unutur gibi olmuş, ağlaya zırlaya şinevite çıkıp üzüm bile ezmiş, evciliğe hazırlanmak için elmaları memelerime koyduydum ki ( Hatın Deyzeminki kadar büyüğünü bulamadıydım)… Çıkageldi! “Yandım anammm!…” demeye kalmadan ardından muhtar emmiyle iki jenderme avlunun kapısına dayanmaz mı!? Allah canımı aldı!!!

Muhtar kulağına ne dediyse “Vıyyyh!!!” dedi ebem. Kambur beli doğruldu! “Etmen gurban oluyuumm, bu da mı gelecağdı başımıza?” Öyle bir dövünüşü var ki çırpı dizlerini kıracak. Gelenleri gören Hatın Deyzemin sepeti düştü elinden, salkımlar yere... Ortalık birden kızıştı, Çomar sıvıştı.  Jendermeler kadınları toplarken, ben avluya saçılmış üzüm tanesinin birine takılıp, yavaşça tüydüm. Doğru kümese. Her yerim tüy, tüy, tüy…

Amanııınnn… hepsini götürdüler!!! Ne kadar tepinsem, saçımı başımı yolsam az. Tavuklar ürktü benden. Ördekler pırrr….  Çilli horoz küs! Küseceğine keşke deli kız, niye yaptın diye sorsa. Sorar mı? Sormaz… Derdim ona; ekmek musaf çarpsın ki kötü bi niyetim yoktu. Uyusun istedim yalnızca; Samanlıkta evcilik oynuyorken; duvarın dibinde yırtık kilim. Çamurdan tabağımız, ottan yemeğimiz… Bir bebemiz eksik.  Emine bana kızıp durur yine “Hep sen ana oluyon!” diye. Tabaktaki ota gelen Badi’yi tuttuğum gibi… Bu da çocuğumuz olsun dedim. Sustu o zaman. Badi susmadı. Çocuklar hep ağlardı zati… Uyutalım dedim. Sallayalım. O bir kanadından, ben bir kanadından. Ha babam, de babam… Samanlığın camından akşam güneşi, vuruyor Badi’ ye tüyleri ışıl…  Bir de sussa. Vak vak da  vak vak…! Salladıkça gagası çarpar duvara... Çarpsın. Çocuklar acır! Avunmaz… Avunmazsa daha hızlı sallarsın. Daha hızlı, daha hızlı! Tozlar uçuşur sonra duvardan. Kana bulanmış… Uçsun! Yeter ki sussun! Sustu Badi. Uyanmaz… Bana katil derler!

Yine o ses;

“Nereye atmalı, Helaya, Nereye atmalı, Helaya, Nereye atmalı, Helaya, Nereye…???”

İçimdeki sesin çığırtısıyla sıçrayarak açtığım kederli gözlerimi, medet umar gibi deyzeme diktim. O benden çaresiz, benden kederli. Niyeyse? Bilekleri incelmiş iyice. Salıncak elinden ha kaydı ha kayacak! Bıraksın düşeyim Badi’nin yanına… İyice kararıp her yanını sarmış, bulutlarını, kendini ve gülüşünü toplamaya çalışarak “Hişşşşttt…” diyor deyzem. Ağlamaklı. Kaşlar  birbirine vuracak; “Sakın ha… sakın yere bak-ma!!!”.

Onu böyle perişan görmektense, açıp gözlerimi dikerim yere;

Giderek bir uğultu sardı kümesi; tapır tapır ayak seslerine karışan, birden yükselip, sonra şıp diye kesilen sesler… Çilli bile ürktü! Ne, ne, ne…?  Kulak verdim, kim olduğunu seçemediğim seslere: ”Saklayın gız çocuklarınızı, orasını açıp mıayne ediyolaarrr…” İki büklüm oturduğum yerde, fistanımın eteğini kapadım sıkıca. Bir uğultudur sardı ortalığı. Kulak kabarttım iyice. İt çenilemelerinden başka bişey duyamadım. Taşlanmış gibi çen, çen, çen… Çenilemeler arasından seçerim; Beb, bebe, bebek… Bir kadın çığırtısı;“Vıyyyh…. Helaya mı atmış!!!”. Sonra itler bile sustu! Eyvahhh buldular Badi’yi! Şimdi beni de… Korkudan iyice pıstım! Tavuklar da acıdı halime. Sus-pus!  Bir göbelin sesi geliyor uzaktan; “İtler, heladan çıkarıp parçalamış oluuummm, parçaları çoban bulmuş …!” Yer yarılsa da dibine girsem!!! Asarlar mı beni? Asarlar! Altıma edecem şimdi. Tir, tir, tir…

Ne kadar kaldım öyle, bilmedim.  Aynı oğlanın çığırtısıyla irkildim; “Jendermeler götürüyoooo!”. “Hatın Yengeyi jendermeler götürüyoooo…”

“Yapmaz ki, Hatın Deyzem yapmaz kiiii!!!”

Çığlığımla yırtılır mavi atlas!

Şimşekler çakar başımda, yıldırımlar düşer gövdeme… İşte tam o zaman; son bir umutla, can havliyle, başımı kaldırıp tutunayım derken gözlerine. Yıldızlar kayar suya…

Kapkara bir bulut şimdi deyzem; Kapkara gece! Altın dişi paslı, gülüşü duman...  Kayıyor ip ellerinden. Kayıyor… Elleri kara.

Kopuyorum!

Yağıyor üstüme parça, parça!

Gözündeki yaşla değil,

Memesindeki sütle, çakılıyorum yere !!!

 

 

*Yazarın, Bilgi Yayınevi'nden çıkan "Kapısız Kilitler"adlı öykü kitabından...


faça okurun huzuruna çıkmaya hazırlanıyor      

ÖYKÜLER: Kafiye Müftüoğlu

ÖYKÜLER: Gülşen Öncül

Öykü: BAŞAR UYMAZ TEZEL

ÖYKÜLER: Sema Canbakan

ÖYKÜ: Nazire K. Gürsel

ÖYKÜ: Başak Savaş

ZİNCİR ÖYKÜLER: GÜLSER KUT ARAT

ŞİİR: SEMA GÜLER

ZİNCİR ÖYKÜLER: TUBA ÖZKUR AKSU

ZİNCİR ÖYKÜLER: AYŞEGÜL DAYLAN

ZİNCİR ÖYKÜLER: ADALET TEMÜRTÜRKAN

ÖYKÜ: İLKNUR GÜNEYLİOĞLU ŞENGÜLER

ÖYKÜ: Neriman Ağaoğlu

ŞİİR:  Yonca YAŞAR

ÖYKÜ: İlkay Noylan

ÖYKÜ: Güngör Ağrıdağ Mungan

SÖYLEŞİ: Nefise Abalı

Öykü: İlknur Güneylioğlu Şengüler

SÖYLEŞİ: AYŞEGÜL DİNÇER

Söyleşi: Ebru Yavuz

  • BIST 100

    8828,70%-0,62
  • DOLAR

    32,29% 0,55
  • EURO

    35,19% 0,29
  • GRAM ALTIN

    2238,56% 0,53
  • Ç. ALTIN

    3895,90% 0,00
  • Salı 15.1 ° / 9.5 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • Çarşamba 19.1 ° / 9.6 ° Orta kuvvetli yağmurlu
  • Perşembe 16.4 ° / 10 ° Orta kuvvetli yağmurlu