YAZARLARA VE ŞAİRLERE SORDUK: FERYAL TİLMAÇ…
DÜŞÜNCE - SANAT VE TOPLUM 19.08.2021 12:22:00 953 0

YAZARLARA VE ŞAİRLERE SORDUK: FERYAL TİLMAÇ…

YAZARLARA VE ŞAİRLERE SORDUK

Türkiye'de, yazmak isteyenler nedense hep yabancı edebiyatçıları örnek alıyor, onların deneyimleri üzerinden bir fikir geliştirmeye çalışıyor. Bu anlamda “Yeni Adana’da Düşünce-Sanat ve Toplum”  olarak bir eksikliği giderme çabası içine girdik. Değerli edebiyatçılarımızın katılımıyla kapsamlı bir bellek oluşturmaya çalışacağız. Yazar adaylarına yol gösterici olacağına inanarak… Bu haftaki konuğumuz kıymetli yazarımız FERYAL TİLMAÇ

Yazar olmak, arzu edilen bir mesleğe sahip olmaya, örneğin doktor olmak isteyip, bunu amaçlayıp, bunun için çabalamaya pek benzemiyor doğrusu. Dolayısıyla sınırlar bulanık. Yazarak anlatma isteğini ne zaman ne sebeple duyar insan saptamak kolay değil. En azından ben A’dan B’ye doğru uzanan bir yoldan söz edemem. Bildiğim, emin olduğum bir şey varsa o da kitaplara olan, çok erken başlamış ve hayatta zaman zaman ilgilendiğim pek çok şeyden farklı olarak hep benimle olmuş tutku boyutundaki sevgim. Henüz okumaya başlamadan önce anlatılan masallarla, hikâyelerle büyülenen zihnim, deyim yerindeyse bir daha da iflah olmadı. Adana’da doğdum büyüdüm. Çukurova’nın efsaneler, mitler, masallar bakımından muhteşem zenginlikte bir kolektif belleği vardır. Sözlü anlatım geleneğimiz önemlidir, o ya da bu biçimde çoğumuzu da etkilemiştir. Bendeki etkisi dinlemeyle başlayıp, okumaya uzandı. Her zaman yaşamsal, doğal bir ihtiyacı giderme duygusuyla okudum. Sonunda bir gün geldi ve doğal olarak ben de anlatmaya başladım. O kadar olması gereken bir şeymiş ki! Ben bile şaşırdım bu denli kendiliğinden olmasına. Abartılı olmayacaksa aydınlanmaya benzer bir durumdu deneyimlediğim. “Meğerse buymuş,” dedim, “bilmediğim, hüzünle isyanla aradığım, ne olduğunu bulunca anlayacağım şey buymuş.”

Üç dört sözcüğün üzerine koyup ifade etmek kolay ama, aslında insanın kendi damarını bulması sancılı da bir yandan. Öncelikle o güne kadar içten içe olduğunu bildiğin kişiyi dışa vurmak çevrede tuhaf karşılanabiliyor. Analitik yönelimli, ekonomi eğitim almış, kendi konusunda çalışan biriydim. Keskin dönüşünüz şaşkınlığa yol açıyor. Cesaret de istiyor bir bakıma. En yakınlarınız bu tip durumları en geç kabul edenler oluyor genelde. Kendinizi oyalayacak yeni bir şey bulmuşsunuz gibi bir hoşlukla karşılıyorlar önce. Seramikten çanaklar yapsanız da eskrime başlasanız da karşılayacakları gibi tıpkı. Bir yan uğraş, hoş zaman geçirmek için seçilmiş bir kendini ifade biçimi sanıyorlar. Benim çevremde bu dönem görece kısa sürdü çünkü hem ailemde hem arkadaşlarımda demek ki bundan böyleymiş, bunu seçiyor, şunu seviyor, onu yapıyormuş, tamam şimdi taşlar yerine oturdu gibi bir duygu oldu.

Yazar olunca değişmedim çünkü, her zaman sıradan kabullerin dışında düşünen, davranan, hisseden biri olmuşumdur. Sadece onlara farklı gelen sivriliklerimin bir açıklamasını buldular galiba. Buna kendince dudak büküp, değerini takdir edemeyenleri de hayatımdan çıkardım zaten. Zaman hepimizi değiştiriyor, çevremizde buna ayak uyduramayan kişilerle de doğal olarak yollarımız ayrılıyor. Benim en büyük şansım en başından beri yanımda yüreklendiren, handiyse bunun için doğmuş olduğumu söyleyen, yazar şair yayıncı ya da fevkalade entelektüel kişiler, sözüne, karakterine, bu konudaki zevklerine güvenebileceğim dostlarım olmasıydı. Bu kişilerin en önemlilerinden biri de baştan beri beni teşvik eden, yüreklendiren, bıkkınlık duyduğumda “sakın sakın” diyen ilk yayıncımdır. Şimdi geriye dönüp batığımda bir suyun kendi yatağında akışı gibi gerçekleşmiş her şey, zaten başka türlüsü mümkün olamazmış gibi geliyor.

Olmazsa olmaz koşullarım yok, her koşulda yazabilirim demek geliyor içimden ama, düşününce bunun doğru olmadığını anlıyorum. Öncelikle evde olmam gerekiyor. Bulunduğum odada yalnız olmalıyım. Sessizlik gerekli. Başka türlü sesler zaten kabul edilemez ama müzik bile rahatsız eder beni. Yazma sırasında çay kahve içmem, sigara içmem, su bile içmem. Orada farklı bir akış, farklı bir zaman algısı oluşuyor. Boyut değiştirmeye benziyor ve dolayısıyla o dolaştığınız dünya ile ilişkinizi zedeleyecek, dikkatinizi dağıtacak, odak kaybetmenize neden olacak uyaranlara kendinizi kapatmak gereği duyuyorsunuz. İnsanın zevkini de kaçırıyor zaten. Zen anlayışına benziyor aslında. Yürürken yürü, çay içerken çay iç. Yazarken de yaz. Böylece gerçekleştirdiğin eylemin hakkını verebilir, anda kalabilir, yaptığının tadını çıkarabilirsin.

Tabii bunlar benim için geçerli. Ne kadar yazar varsa o kadar farklı da seçimler vardır. Ben dışarda bir kahvede, pastanede, yolda, seyahatte, tatilde, bir başkasının evinde yazamam. Kaldı ki içimde o isteği de duymam. O ara uğraştığım bir metin varsa zihnimde devam ederim, sürüklerim, çeşitlendiririm, eklerim, çıkarırım, ortam fiziksel olarak yazmama uygun olana kadar evirir çeviririm. Bu da yazmanın bir çeşidi aslına bakarsanız. Çünkü kimi zaman kâğıda geçirmekten başka bir iş kalmaz geriye. Kâğıt derken lafın gelişi elbette. Doğrudan bilgisayarda yazarım yoksa. Defter kullanan, önce elle yazmayı tercih edenlerden değilim. O zaman arama mesafe giriyor yazdıklarımla sanki. Bilgisayarda yazmak daha aracısız, doğrudan ve doğal geliyor. Kimi yazarlar daktiloda, kimileri elle yazarken hissediyordur o sahiciliği, ben de bilgisayarda hissediyorum.

Sanırım bilinçdışı bir tedirginlik oluyor deftere yazdığımda, bunu istesem de istemesem de benden başka birisi okuyabilir gibi bir tedirginlik. Şu an cevap verirken saptadığıma göre bunu, artık bilinçdışı olmaktan çıkıp bilinç düzeyine geldiğini söyleyebiliriz. Çocukluktan kalma bir endişedir belki. İşte deftere yazınca sanki bir başkasının gözünün değmesi ihtimaline göre yazıyormuşum gibi geliyor bana. Oysa bilgisayarda ben istemedikten sonra kimse göremez gibi bir mahremiyet hissediyorum. Kendi kendimleyim, bir başka gözün kaygı verici ihlalinin ihtimali yok. Benim defterlerimde okumak istediğim kitaplar, izlemek istediğim filmler, web siteleri, hoşuma giden yer adları, yeni öğrendiğim kelimeler, ağaç ve çiçek adları, duvar yazıları, araba ya da kamyon arkası yazıları, ilginç bulduğum insan isimleri, yöresel deyişler, daha önce duymamış olduğum atasözleri yazılıdır daha çok. Bunları not etmek için taşırım defterlerimi. Son yıllarda kayıt yükümün önemli bir bölümünü cep telefonuma aktardım aslında. Okuma, izleme, dinleme listelerimi orada oluşturuyorum çoğunlukla. Hatta yemek tariflerimi, gitmek, görmek istediğim yerleri, içimde bir hikâyeye karşılık gelen tüm görselleri, onu bunu şunu, işte çağımızdaki hemen herkes gibi, orada saklıyorum.

(Bu başlığın oluşturulmasında F. Hüsnü Dağlarca’nın “Yapıtlarımla Konuşmalarım”ı etkili olmuştur.)

Şimdiye kadar hep öykü kitaplarım yayınlandı. Öyküler de yapıları gereği, tıpkı şiir gibi, kendinde birer yapıttır. Elbette bir kitap altında bir araya geldiklerinde öykülerin tek tek anlam ve değer toplamından daha fazlası çıkıyor ortaya. Yine de bir çift söz söylemek isteyeceğim kitaplarım değil de öykülerim vardır benim düşününce. Kelime kelime canımdan koparıp dizdiğim öykülerim. Ben bunu nasıl yazdım dediğim öykülerim. Karanlık taraftan buraya sözcük sözcük, cümle cümle çektiklerim. Sizin sorunuzu değiştirmeden yanıtlamam gerek bir yandan da.

O zaman sanırım Mevt Tek Hecelik Uyku öne çıkıyor. O benim ilk kitabım, bundan sonra ne yazarsam yazayım onun bir tekrarı yok artık. İnsanın bir ilk kitabı olur çünkü. İçimi sonsuzca açtığım, yaralarımı çekinmeden gösterdiğim, göstermekle kalmayıp deştiğim, yazarken iyileştiğim öykülerden oluşuyor Mevt Tek Hecelik Uyku. Adını bile ayrı severim. Benim bütün kitaplarımın adları ta içerdendir ama bu bir başka nedense. İnsanın çocukluğunu daima içinde saklaması ve bir yetişkine dönüştüğünde ona sonsuz bir şefkat duymasına benziyor onun için hissettiklerim. Bütün kusurlarıyla, henüz olgunlaşmamış taraflarıyla, öte yandan bugün baktığımda beni bile şaşırtan hayal gücüyle, kanlı canlı, başına buyruk, kendi bildiği gibi dolaşıp duran, her türden insanla yolu kesişen, gördüğüm kadarıyla insanlara da içtenlikle dokunan bir kitap.

Ben o kitapta bulunan öyküleri yazan o insan değilim artık. Dolayısıyla tekrarları da olmayacak. Bir dönemi, başlangıcı, pek çok hüznü, acıyı ve hatta hayatın en büyük mutluluklarından bazılarını taşıyor mayasında. Yaşayan bir kitap olmasını da buna borçlu bence. Benden çıkıp çıkışalı beri kendi yolunu buldu. Ona bir şey söylemem mümkün olsaydı, ne yazarsam yazayım, hiçbir kitabımın benim nezdimde onun kadar özel olmayacağını söylemek isterdim. Şimdiki benin asla yazmayacağı, yazamayacağı öyküler de var içinde, keşke bir benzerini daha yazabilsem dediklerim de. Elime alıp karıştırdığım her zaman sevgiyle, geride kalmış olanın kaçınılmaz kederiyle gülümsüyorum. İyi ki yazmışım.


Haber Kaynak : ÖZEL HABER

faça okurun huzuruna çıkmaya hazırlanıyor      

ÖYKÜLER: Kafiye Müftüoğlu

ÖYKÜLER: Gülşen Öncül

Öykü: BAŞAR UYMAZ TEZEL

ÖYKÜLER: Sema Canbakan

ÖYKÜ: Nazire K. Gürsel

ÖYKÜ: Başak Savaş

ZİNCİR ÖYKÜLER: GÜLSER KUT ARAT

ŞİİR: SEMA GÜLER

ZİNCİR ÖYKÜLER: TUBA ÖZKUR AKSU

ZİNCİR ÖYKÜLER: AYŞEGÜL DAYLAN

ZİNCİR ÖYKÜLER: ADALET TEMÜRTÜRKAN

ÖYKÜ: İLKNUR GÜNEYLİOĞLU ŞENGÜLER

ÖYKÜ: Neriman Ağaoğlu

ŞİİR:  Yonca YAŞAR

ÖYKÜ: İlkay Noylan

ÖYKÜ: Güngör Ağrıdağ Mungan

SÖYLEŞİ: Nefise Abalı

Öykü: İlknur Güneylioğlu Şengüler

SÖYLEŞİ: AYŞEGÜL DİNÇER

Söyleşi: Ebru Yavuz

  • BIST 100

    8718,11%-1,25
  • DOLAR

    32,33% 0,16
  • EURO

    35,17% -0,02
  • GRAM ALTIN

    2243,92% 0,03
  • Ç. ALTIN

    3950,05% 0,00
  • Salı 15.1 ° / 9.5 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • Çarşamba 19.1 ° / 9.6 ° Orta kuvvetli yağmurlu
  • Perşembe 16.4 ° / 10 ° Orta kuvvetli yağmurlu